Doğu Perinçek: Şerefsiz hakikat!

Olmayan pencereyi ve olmayan kalorifer peteğini elbette göremezler

 

Bizim tecrit hücrelerini lağımlar basınca, Adalet Bakanlığı’ndan görevliler geldi; Silivri Başsavcısı da yanlarında. İnfaz hâkimi daha önce gelmişti zaten. Devletimizin gösterdiği ilgi bizi mest etti.

 

Yaşam alanı denen yerde pencere yok. Bu bir hakikat değil mi? Gelen adalet mensuplarının gözleri, olmayan pencereyi göremiyor. Haklılar, pencere bulunmadığına göre elbette göremeyecekler.

 

Kaloriferi de göremediler… Çünkü o da yok! Ama kapı var. Biz de görüyoruz, işte kapı var. Hakikatte buluşmuş oluyoruz. Ya kapıda olmasaydı?

 

Kapı var, fakat pencerenin ve kaloriferin olup olmadığı infaz hâkiminin kararında yok.

 

 

Havalandırmanın yüzölçümü yetmiyor mu

 

İnfaz hâkimi ölçüm yapmış. Yaşam alanı denen yer, eni ve boyu bir adam boyu. Metre hesabı 1.80 x 1.80. Yani 3.24 metrekare. İnfaz hâkimi o kadar hakikat aşkıyla dolu ki, kararında havalandırmanın kaç metrekare olduğunu yazıyor. Ama yaşam alanının yüzölçümü yok!

 

 

Mimarlar infaz hâkiminden daha iyi mi bilecek

 

Cezaevi planında, kaldığımız yer “Tecrit Hücreleri”. Olsun mimarlar infaz hâkiminden veya Ağır Ceza Reisi’nden daha iyi mi bilecekler?

 

Tecrit Hücreleri, mahkeme hükmüyle koğuş haline getiriliyor. Adalet her şeye kadir!

 

 

Adalet bizi yaşamaya mahkûm etse

 

F – 6 / Alt Tecrit Hücrelerinde kalan E. Alb. Levent Göktaş, E. Dz. Bnbş. Levent Bektaş ve Doğu Perinçek olarak yüce adaletten bir hüküm daha bekliyoruz. 3.24 m² yerde oturmamıza, yemek yememize, savunmalarımızı hazırlamamıza, inceleme yapmamıza ve televizyon izlememize, özetle yaşamamıza hükmetse de, biz de bu hükmü uygulasak!

 

Bakınız yargı, idam cezasının kaldırılmasından sonra ne kadar modernleşti. Artık idama değil, 3 tutukluyu 3.24 m² penceresiz ve kalorifersiz alanda yaşamaya mahkûm ediyor.

 

Dünya ceza hukukuna Türk hâkimleri, dâhiyane katkılarını yapıyorlar: Yaşamaya mahkûm etmek!

 

Hakikat aşığı yargıçlarımızın seslerini duyuyorum: “Hücreleriniz var ayrıca.”

 

Evet var, bir yatak, bir tuvalet ve bir dolap.

 

Yatağın üzerine çıkıp oradan uçurtma bile uçurulabilir.

 

 

Ya birisinin Tecrit Hücrelerine konması gerekirse

 

Biz F-6 tecrit hücreleri sakinleri devletimizi o kadar seviyoruz ki, günlerdir aynı problemi çözmeye çalışıyoruz.

 

Ya cezaevinde Tecrit Hücrelerine atılmayı gerektiren bir eylemde bulunan çıkarsa, o zaman devletimiz zor durumda kalmaz mı? Çünkü Tecrit Hücreleri dolu. Pardon, mahkeme hükmüne göre, bu cezaevinde Tecrit Hücresi yok! Sorun, iyice çatallanıyor!

 

En sonunda bir çözüm buluyoruz. Son yargı içtihatları bize ışık tutuyor. Öyle ya, Tecrit Hücrelerinin koğuş olduğuna hükmeden yargımız, herhangi bir koğuşun da Tecrit Hücresi olduğuna hükmeder, olur biter!

 

“Yargı çözer” diye sevinçle haykırıyor ve alkışlıyoruz bu buluşumuzu. Devletimize güvenimiz yerine geliyor; rahat bir nefes alıyoruz.

 

 

Çözülmeyecek sorun yok, yeter ki…

 

Böylece bütün çözümlerin anahtarını da bulmuş oluyoruz. Hakikat duygusu ve vicdan türünden yüklerden kurtulduğunuz zaman, bu ülkede çözemeyeceğiniz bir sorun yok.

 

 

Olmayan bombalar olmayan yoğun diskler

 

Biz bu köklü çözümü Ergenekon tecrübesiyle keşfettik.

 

Örneğin Ümraniye bombaları yok, imha edildiği söyleniyor.

 

- Çözüm basit, görüntüler var ya!

 

İyi ama o görüntüler gecekonduda değil, Ümraniye karakolunda çekilmiş.

 

- Ne fark eder, görüntüler bomba görüntüsü değil mi?

- İyi de görüntüler patlar mı?

 

Patlaması şart mı, hem tutanak da var.

 

- Tutanağın saatine bakarsak, bombalar önce karakolda, bir buçuk saat sonra gecekondunun çatısında.

 

Bu durumda, polisler de darbecilerle işbirliği halinde! Bombayı darbecilere karakolda tutanak yapan polisler vermiş olamaz mı?

 

- Ergenekon’da her şey olur.

 

 

Sanallaşan yargı

 

Bütün Ergenekon, Poyrazköy, Kafes, Balyoz kanıtları böyle!

 

- Olmayan bombalar,

- Tarlada yetişen bombalar,

- Arama tutanaklarında bulunmayan yoğun diskler,

- Kimliği bilinmeyen ihbarcıların mektupları,

- Yeğenini fuhuş için satmaktan, ablasını öldürmekten hükümlü gizli tanıklar vb.

 

Her şey sanal!

 

Ama dev gibi bir hakikat var: Amerika böyle istiyor!

 

 

Hâkimler hakikat duygusunu yitirmişse

 

Hâkimler hakikat duygusunu yitirmişse, neyi ispatlayacaksınız?

 

- Yaşam alanında pencerenin bulunmadığını mı?

- Olmayan bombaların olmadığını mı?

- Kırık yoğun disklerin kırık olduğunu mu?

 

 

Hakikate kapandıysa kulaklar

 

Oktay Yıldırım, hâkimlere polisin Ümraniye karakolundaki çekimlerini izletiyor.

 

Herkes kulağıyla duyuyor. Polis, “Soruşturma Ergenekon olduktan sonra, sinkaf ederim hâkimini de savcısını da” diyor.

 

Mahkeme Başkanı dışında hiçbir hâkim ve savcı, polisin bu beyanatını duymuyor. Adli Tıbba gönderiyor. Adli Tıp herkesin çıplak kulağıyla duyduğu o sözleri raporuna yazmıyor.

 

 

Hakikatin şerefini kurtaran yok mu?

 

Diyeceksiniz ki, yargıçların ve savcıların şerefini korumak için yazmamıştır.

 

Hâkimlerin ve savcıların şerifi diyelim ki kurtuluyor; peki hakikatin şerefi?

 

Hakikatin de kurtarılacak bir şerefi yok mudur?

 

Ergenekon davalarında şerefi olmayan, yalnız ve yalnız hakikattir!