Dün, 19. yüzyıl kapitalizmi ile günümüz sistemi arasındaki farklar konusunda, açık sözlü okuyucumuz Sayın Atanur Güneysu’nun eleştirileri üzerinde durmuştuk.
Okuyucumuz, sanayici ve tüccarın yaşadığımız süreçteki konumuyla ilgili olarak da eleştirilerde bulunuyor. Kulak verelim:
“Yine aynı yazınızın sonunda ‘... önümüzdeki devrim, haraç sistemine, mafya-tarikat 'kapitalizmine' karşı olacaktır. Bu devrim, artık sanayici ve tüccarların önderliğinde olamaz. Onların da katılımıyla emekçi sınıfların önderliğinde gerçekleşecektir.'’ diyorsunuz. Özür dileyerek söylüyorum, ben buraya aktarırken gülümsedim, siz bunları yazarken hiç gülümsemediniz mi? Tekrar özür dileyerek söylüyorum, bana bayağı komik geldi, size gelmiyor mu? Yani, günümüzde sanayiciler ve tüccarlar bir araya gelecek ve devrim yapmak için emekçilerin peşine takılacaklar. Bu, siyasi bir yaklaşımdan çok, Aziz Nesin türü siyasi bir mizaha benzedi.
“Sayın Perinçek, emekçiler ve onlarla birlikte iktidar mücadelesi veren devrimci aydınlar iyimserlik gösterip bu tarihsel yanlışa 1848–1850 devrimlerinde düştüler. Ve yalnızca iktidarı değil, on binlerce mücadele arkadaşlarını yitirdiler. Aynı yanlışa düşüp, iktidarı ve mücadele arkadaşlarımızı tekrar yitirmek istemediğimizi düşünüyorum.
“Burjuvazi (buna, sizin deyiminizle Türkiye sanayici ve tüccarları da dahildir) devrimci barutunu 1790'lı yılların ikinci yarısında tüketmiştir. Bu nedenle günümüzde artık karşı-devrimci barut kullanmaktadır. Ama illa da aksini iddia eden mazoşist devrimciler için daha fazla bir sözüm de yok.”
Sistemin bütününde
reel sektör – tefeci sermayesi çelişmesi
Sistemin bütününde “reel sektör” denen üretim faaliyetini örgütleyenler ile üretilenlere kâr dışı yollardan elkoyan sistemin ağaları arasında derin çelişmeler bulunduğu herkes tarafından gözlemleniyor.
Ancak biz köşemizin sınırları içinde Türkiye üzerinde yoğunlaşalım. 19. yüzyıl Avrupasında değil, milli devletini yitirmiş bir Ezilen Dünya ülkesinde yaşıyoruz.
4 sülük
Bugün Türkiye’de üretim ekonomisine yönelecek kaynakların 4 sülük tarafından emildiğini saptıyoruz. 4 sülük şunlardır:
1. Sıcak para komisyoncuları, faizciler, tahvil ve bonoyla kamu ekonomisini haraca kesen faizciler.
2. Borsa vurguncuları.
3. Kaynaklara devlet iktidarını kullanarak ekonomi dışı yollardan elkoyan hortumcular.
4. Tarikat rantçıları.
Hemen belirtelim TÜSİAD, bu 4 sülüğün en önemli örgütlerindendir.
Bunların ortak özelliği sanayi ve ticaret kapitalizmi açısından da sülük olmalarıdır.
Sanayi ve ticaret odalarını iyi izleyelim
“4 sülük”, 1980’den sonra “dünya ekonomisiyle bütünleşme” denen süreçte, Özal, Çiller ve şimdi özellikle Tayyip Erdoğan – Abdullah Gül dönemlerinde şişmiş ve sanayici ve tüccarları da sistemin kenarlarına itmiştir. Sanayi ve ticaret odalarının AKP iktidarına karşı tavırlarını izlersek, bunu çok iyi görürüz.
AKP, en büyük sanayi ve ticaret odalarını ele geçirememiş, hatta liderlerini çeşitli tertiplerle hapislere atmıştır.
Hele krizin derinleşeceği önümüzdeki süreçte bu kesimin 4 sülük sistemine kendi usulleri içinde isyan edeceğini göreceğiz.
İktidar mücadelesi veren halk hareketi veya emekçi partisi, bu olaya sırtını dönemez. Dönerse, kumda oynar.
Kemalist Devrim’in gerisine düştük
Türkiye, nerdeyse 150 yıldır milli demokratik devrim sürecini yaşıyor. Kemalist Devrim, bu sürecin en önemli atılımıdır. Bugün ülkemiz, Kemalist Devrim’in de gerisine düşmüştür. Yalnız siyasal ve kültürel yönden değil, ekonomik açıdan da karşıdevrim gerçekleşmiş ve bir mafya-tarikat rejimi kurulmuştur.
Önümüzdeki devrimin programı, emperyalizme bağımlılığa son vermek, milli devleti ve demokratik toplumu yeniden kurmak, 4 sülüğü ve Ortaçağı her alandan temizlemek, milleti ve vatanı eşitlik ve özgürlük temelinde birleştirmek, kamu önderliğinde özel girişim etkenini de değerlendiren bir üretim ekonomisi kurmaktır.
Dünyaya bakalım
Bugün dünyada gelişen Çin, Hindistan, Vietnam, Venezuela, Brezilya gibi ülkeler, kendi ulusal özgünlükleri zemininde halkçı ve devletçi diyebileceğimiz karma ekonomi sistemini uygulamaktadırlar.
Dünya, 1975’ten bu yana bir karşıdevrim yaşamaktadır ve “Yeni Ortaçağ” denen bir karanlığa yuvarlanmıştır.
Her toplum, önündeki sorunu çözer. Hiçbir toplumu, hiç kimse kendi özlemlerine göre, daha ileri aşamalara sıçratamaz. Zihinlerdeki sıçramalara toplumlar itibar etmezler.
Türkiye emekçileri, yanlarına milli sermaye dediğimiz kesimi almadan, emperyalizmi ve gericiliği altedemez ve iktidara gelemez. Bu, nesnel bir mevzilenmedir. Sınıflar süreçlerin dayattığı mevzilere girerler. Bunun “peşine takılmak”la ilgisi yoktur. Ancak yanına alabileceği güçleri düşmanın yanına iten siyasetlerin kurbanı olan sınıflar da olmuştur.
Bırakalım Türkiye’yi, dünyanın Çin’den sonra en büyük emekçi partisi olan Japonya Komünist Partisi veya Türkiye’den gelişmiş bir ülke olan Rusya Komünist Partisi bile, önlerindeki aşamayı “milli demokratik devrim” olarak tanımlıyorlar ve ülkenin milli sermaye kesimini yanlarına çekmeye çalışıyorlar.
Tarihe çalım atılamıyor
Bugün Türkiye’de hiç kimse kent ve köy emekçilerinin karşısına geçip, sanayici ve tüccarı da tasfiye edecek bir programı savunamaz. Çünkü toplumun önündeki mesele, kapitalizmin tasfiyesi değil, emperyalizmden bağımsız ve Ortaçağ’dan kurtulmuş, milli bir ekonomi inşa etmektir.
Programlar, masalarda yazılmaz; toplumsal pratiklerde oluşturulur ve sınanır.
İşçi sınıfının son 30 yıldaki mücadele konuları, sendikal özgürlük, kıdem tazminatı, iş güvenliği, 4 C, emeklilik hakkı, özelleştirmeyi durdurmak, daha iyi ücret, sosyal güvenlik gibi milli demokratik çerçevededir. Bu işçiyi hiçbir büyücü milli sanayi ve ticareti kamulaştıracak bir programa yöneltemez. Çünkü her sınıf, önündeki sorunu çözer.
Unutmayalım Marks ve Engels, bırakalım 1790 yılını, 1871 yılının kapitalist Almanyasında bile, ülkenin burjuvazi önderliğinde birleşmesini desteklemişlerdi. O yüzden onlara “Bismarck’ın uşakları” suçlamasında bulunanlar bile oldu.
Tarihe çalım atılamıyor.