“Dinler bile bu hengâmede stratejik araçların, yayılmacılığın, uluslararası hesapların en genel geçer aracı haline geldi. (…) Biz, dünyaya, mal ve servete hükmedecekken; dünya, mal ve servet bize hükmetmeye başladı. (…) Bu hengâmede biz, paylaşmayı tekrar hatırlayalım arzu ettik. Paylaştıkça zengin oluruz.” (Vatan, 20 Ağustos 2009)
Sorgulanan servet
Çok yerinde bir sistem eleştirisi. Ali Bardakoğlu’nu Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aldılar, ama eleştiriler artık zaptedilemez hale geldi. Mal ve servetin hükmü altına düşen toplum, dinlerin bu amaçla kullanılmasını da sorguluyor. Ayrıca Bardakoğlu’nun da işaret ettiği gibi, dinlerin uluslararası yayılmacılığın aleti haline getirilmesine de gittikçe daha güçlü bir itiraz yükseliyor.
Büyük servet sahibine bırakılan çözüm
Çözüme gelince, Ali Bardakoğlu’nun “Paylaştıkça zengin oluruz” saptaması, bir hareket noktasıdır ve tartışma da burada başlıyor.
İslamcı aydınlar, servetin bir tahakküm aracı haline gelmesi karşısında, bireylerin iradelerine başvuruyorlar. Herkese, fitre, sadaka, iane gibi vecibeleri hatırlatarak paylaşmacı bir düzen kurmayı ümit ediyorlar.
Oysa zenginlerin yoksullara yardımı, köleci ve feodal sistemlerden bu yana, bütün toplumlarda vardır. Sümer’de, Mısır’da, Hint’te, Çin’de, Atina’da, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Osmanlı’da hepsinde vardır.
Bu önerinin çıkmazı, çözümü büyük servet sahiplerine bırakmasındadır. Oysa Ali Bardakoğlu’nun, İhsan Eliaçık’ın, Yılmaz Yunak’ın, Eren Erdem’in ve adalet isteyen diğer aydınlarımızın saptadıkları üzere, aynı servet sahipleri, servetlerini bir tahakküm aracı haline getirmişlerdir.
O zaman servetleriyle tahakküm edenlerin, vaaz ve telkinler sonucu bu tahakkümden vazgeçmeleri mi beklenmektedir?
Bu soruya umut veren bir cevap verilemeyeceği üzerinde herkes düşünmelidir.
Halkın çözümü
Burada tek bir çözüm olabilir: Büyük servetin tahakküm aracı olmasına karşı olan halk sınıfları, işçisi, çiftçisi, esnaf ve zanaatkârı, sanayi ve ticaret sahipleri, bu tahakküm sistemine karşı birleşecek ve servetin tahakküm aracı olmasına karşı adım adım kendi sistemlerini kuracaklardır.
Bu sistem, esnaf ve zanaatkârın küçük mülkiyeti yanında üretim yapan sanayici ve tüccarın özel mülkiyetini bir gelişme etkeni olarak değerlendirmekle birlikte kamu sektörünün önderlik ettiği halkçı bir ekonomi inşa edecektir. Bizim “4 sülük” dediğimiz, sıcak para komisyonculuğunu ve tefeci sermayeyi, borsa vurgunculuğunu, hortumculuğu ve tarikat rantçılığını tasfiye edecektir. En önemlisi dışa akan kaynakları kamunun kaynaklarına dönüştürecektir.
İktidar sorunu
Bu programı uygulamak, elbette bir iktidar sorunudur. O zaman, servetin bir tahakküm aracı haline getirilmesine karşı çıkan halk sınıfları veya millî sınıflar birleşecek ve iktidar olacaktır.
Halk iktidarı, hem kaynakların verimliliğe göre dağılmasını gözeten etkin (efektif) bir üretim ekonomisi kuracak, hem de paylaşmanın güzelliğini kamu müdahalesiyle gerçekleştirecektir.
“Adalet, mülkün (devletin) temelidir” kuralı, aslında adaletin her alanda devlet eliyle sağlanabileceğini de içerir.
Cennette tapu ve hisse senedi var mı?
Halkçı sistem, kaynakların bölüşümünde sağladığı adaletle kendi manevi kültürünün ekonomik temelini de kurar.
Bu manevi kültürün temel ilkesi, Ali Bardakoğlu’nun çok güzel deyişiyle şöyle belirlenebilir:
“Paylaştıkça zengin oluruz”
Burada diyalektik bir saptama var:
Zenginlik, maddi zenginlikte değil, fakat paylaşmadadır.
Paylaşma, insanlığın manevi zenginlik kaynağıdır ve bütün manevi zenginliklerin temelidir. Çünkü insan, toplum halindedir; ancak paylaşarak barış ve uyum içinde yaşayabilir.
İnsan, paylaştıkça güzelleşir.
Altın ve gümüş eskiden beri, insanları güzelleştirmemiş, fakat zorbalaştırmıştır.
Paylaşmak ise, insanlığın 1,5 milyon yıllık kültürü idi.
İnsanlık, işte kaybettiği o paylaşmayı arıyor.
Cennette, borsa, banka, tapu, hisse senedi, faiz var mı?