Türkiye, bir savaşın içine girmiştir. ABD, Türkiye’ye açtığı savaşı şimdilik daha çok dolaylı araçlarla yürütse de, yaşanan olay, savaştır.
Önümüzdeki süreçte bu gerçeği daha iyi göreceğiz.
Atlantik ve Türkiye cephesinden senaryolar
Bu savaşın senaryoları da yazılmıştı. ABD Ordusunu galip ilan eden senaryo, “Metal Fırtına” adıyla romanlaştırılıp piyasaya sürülmüştü. Aydınlık’ın Dış Haberler Şefi Hasan Bögün, o zaman internet dosyalarını göstererek, bu romanın ABD istihbarat merkezlerinde yazıldığını kanıtlamıştı.
İkinci senaryoyu ise “Türk – Amerikan Savaşı” başlığıyla E. Tümg. Alaattin Parmaksız yazdı. Türkiye, Kürdünü bağrına basarak, savaşı kazanıyordu. Gerçekçi senaryo buydu.
Atlantik medyası, ABD senaryosunun reklamını yaptı, çünkü vatanının ipini satmıştı. Bugün bu ihanet tavan yapmış bulunuyor.
Tümg. Parmaksız’ın romanı ise, Bilgi Yayınevi gibi etkili bir kanaldan yayımlandığı halde, medyada adından bile söz edilmedi. Bir tek Aydınlık, kapaktan duyurmuştu.
Cevap devrimle verilecek
Bugün olaylar Metal Fırtına’da yazıldığı yönde akıyor. Ama öyle bitmeyeceği kesindir.
Türkiye’ye bölünme ve çöküşü dayatan emperyalizm, cevabını alacaktır. O cevap, devrimdir! Türkiye, kendisini devrimle yenileyecek, halk milli hükümetini kuracaktır.
Devrimin, bir tek denklemi vardır; bütün devrimler o denklemi doğrulamıştır:
Halk + Ordu = Devrim
Ordusuz devrim olmaz.
Ordunun bütününe darbe
Atlantik sistemi, Türk Ordusunu milletinden koparmayı öngörüyordu. Kısmen başardı da. 12 Mart ve 12 Eylül, Atlantik darbeleriydi. Ama hep görmezden gelinir, o darbeler, en önce Milli Orduya darbe idi. 12 Mart’ta 1500, 12 Eylül’de 2000 subay ordudan atıldı, hapislere tıkıldı; işkenceden geçti.
2002 yılından beri yaşanan olay ise, Ordunun bütününe darbedir. TSK, kurum olarak hedeftir. Hapislere atılanlar, 12 Mart ve 12 Eylül’deki gibi, yalnız teğmenler, üsteğmenler, yüzbaşılar değildir; orgeneraller, koramiraller zindanlara tıkılmaktadır. Bugün baş hedef ise, TSK’nin ışığı olan Org. Koşaner’dir.
Ordu “proleterleşiyor”
Atlantik sistemi, TSK’yi eziyor ve tasfiye etmek istiyor.
TSK ise, bu taarruza yeniden halklaşarak, yeniden milletiyle birleşerek cevap veriyor.
Türk subayı “proleterleşmektedir”. Yalçın Küçük de yazdı, generaller hapishanelerde çamaşır yıkıyorlar. Bu, hapiste olmayanlar için daha da geçerlidir. Subay, bugün Türkiye’nin en çok itilen, kakılan, hapse atılan zümresidir. Sistemin baş düşmanı, Türk subayıdır ve İşçi Partisi’dir.
Özkök, Büyükanıt ve Başbuğ dönemi geçmiştir. Org. Işık Koşaner’le birlikte TSK’de başını dik tutma, milletiyle birleşerek güç alma dönemi başlamıştır.
Org. Koşaner’in karargâhta yaptığı konuşmalar, milletiyle birleşerek kuşatmayı yarma eğilimini yansıtıyor.
Mecburi buluşma
Türk milleti, Kürdünü de kucaklayarak devrime mecburdur.
Türk Ordusu, devrime mecbur olduğunu geniş yığınlardan daha önce anlamaktadır. Çünkü onun her zaman, Namık Kemaller gibi ideolojik yol göstericileri vardır. “Sivil – asker aydın zümre” , devrimin öncü müfrezesini tanımlayan ispatlı bir tarih formülüdür. Yine geçerlidir.
İşte bu iki mecburiyet, büyük buluşmayı gündeme getiriyor. Ordu, milletiyle, halkıyla buluşacak, sımsıkı birleşecektir. Bu, yaşanan sürecin Tunç Yasasıdır.
Komuta kademesi, ABD ile birleştiği zaman, darbeler oldu.
Bugün Türk Ordusu milletiyle birleşecektir, devrim olacaktır.
Devrim arındırır
Biz, bir Mazlum Milletiz. Ordumuz da Mazlum bir ülkenin ordusudur. Hem de emperyalizm çağının ilk Kurtuluş Savaşını veren Ordudur. Dahası, büyük gelenekleri olan bir Ordudur.
ABD ise baş aşağı gitmektedir.
İşte bütün bu bileşenler, bizi devrime götürüyor.
Devrim, toplumu da Orduyu da kendi kirlerinden arındıran süreçtir. Bir halk, bir Ordu devrim eylemi içinde yapıcı – kurucu özellikler kazanır. Marks’ın çok güzel söylediği gibi, devrim yalnız eskiyen sistemi yıkmanın başka bir yolu olmadığı için değil, aynı zamanda toplumun sistemin çamurundan arınması için de gereklidir.
Eski toplumun çamuru içinde yaşayan emekçiler ve bütün halk sınıfları, devrim eyleminde yeni toplumun kurucularına dönüşürler. Ordu da, halkıyla birlikte bu olayı yaşayacaktır; yaşamaya başlamıştır bile.
Mevzideyim mevzidesin mevzide
Mevzideyiz mevzidesiniz mevzideler
Herkes, her parti, her örgüt, her topluluk, her kurum, kendisine sormalıdır: Ben bu savaşın hangi tarafındayım?
Milletin ve halkın cephesinde olmak, aynı zamanda halklaşan ve devrimcileşen Ordunun cephesinde olmaktır. Bunu göremeyen lafta solcular, kumda oynarlar. Kumda oynamakta ısrar edenler, düşmanın aleti haline bile dönüşebilirler.
O nedenle, yaşanan sürece savaş mevzisinden bakmak durumundayız. Savaş mevzisinden bakmak için de savaş mevzisine girmek gerekir.
Orduya, kesinlikle güveniyorum; çünkü savaş mevzisindeyim.
Bugün 28 Ağustos, 2 gün sonra 30 Ağustos!