Doğu Perinçek: Merkez Sağ ve Merkez Sol’daki göçüğün tahlili

         ANAP ve DYP’den sonra DP ve DSP de tarihteki yerlerini aldılar.

         Merkez Sağ ve Merkez Sol’daki göçüğü doğru okuyalım. 14 Kasım 2010 tarihli Aydınlık’ta Merkez Sağ’ın niçin çöktüğünü tartışmış ve “göçüğün üzerine bina kurulamayacağını” belirtmiştik.

         Kurulamadı; DYP’yi Demokrat Parti ismi de kurtaramadı. Kurtaramazdı. Çünkü Merkez partilerinin dayandığı toplumsal – ekonomik temel çökmüştür. Daha önemlisi, 1945–1990 rejimi çökmüştür. Merkez diye anılan partiler, Sağı ve Soluyla 1945 sonrasında oluşan “çoğulcu” denen rejimin iki ayağıydı. Zemin gidince, ayakların basacağı yer kalmadı. Rejim arık görüntüde “çoğulcu”. Partilerin lider mafyaları tarafından denetimi, rejimin tunç yasası ve sigortası.

 

1945–1990 rejimi

         Türkiye, Atlantik sistemine bağlandıktan sonraki süreçte, ülkeyi yöneten büyük sermaye – toprak ağalığı ittifakı, evet işbirlikçiydi. Ancak yine de belli bir karar alanına sahiplerdi ve cumhuriyetle kurulan devlet yaralar alsa da varlığını sürdürüyordu. Büyük sanayi ve ticaret burjuvazisi, çoğulcu olmak zorundaydı. Çünkü her şeye rağmen aralarında bir rekabet vardı.

 

Mafya ekonomisi

         Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra yeni bir sürece girdi. Aslında bu sürecin 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesiyle başladığı da söylenebilir.

         1980’de başlayan dünya ekonomisiyle bütünleşme döneminde, büyük sanayici ve büyük tüccar sistemin kenarlarına sürüldü. Onların yerini adım adım sıcak para komisyoncuları, büyük tefeciler, hayali ihracatçılar, borsa vurguncuları ve hortumcular aldı. Bunların hepsine kısaca mafya diyoruz.

         Mafya, zaten kısıtlı olan piyasadaki rekabeti de doğası gereği kaldırdı. Rekabet, artık kaynakların verimli dağılması için piyasada değil, mafya şebekeleri arasında ve içindeydi. Sıcak para komisyoncusunun faizini, hayali ihracat soygunlarını, borsa vurgunlarını, hortumcu volelerini, piyasadaki rekabet değil, iktidar mafyası belirliyordu. Bu rejim Gladyosuz ve cemaatsiz olamazdı.  Gladyo-Mafya-Tarikat rejimi, bu temelde oluştu.

 

Merkez Sağ’daki “değişim”

         Rejim “değişime” uğrarken, önce Merkez Sağ partileri değiştirildi. Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindorukların yerini, dünya merkezleriyle ilişkileri memurumsu olan Turgut Özal ve Tansu Çillerler aldı. ANAP ve DYP bu geçiş döneminin partileri idi. Ama yetmezdi. ABD’nin strateji kuruluşları, 1990’lı yılların ortalarında, artık Türkiye’nin Merkez Sağ’daki ANAP ve DYP gibi partilerle yönetilemeyeceğini alenen rapor ediyorlardı. O zaman Leyla Tavşanoğlu’na, Rand Corperation’un bu yöndeki tahlilini anlatmıştım. (Cumhuriyet, 16 Şubat 1997). ABD’deki karar merkezleri, Türkiye’yi artık Refah Partisi içinde denetim altına aldıkları “Yenilikçi Grup”la yöneteceklerini ilan ediyorlardı.

 

Hükümet değişikliği değil, rejim değişikliği

         Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisinin 2002 sonunda iktidar koltuklarına oturtulması, basit bir hükümet değişikliği değil, rejim değişikliği idi.

         Milli devlet tasfiye ediliyordu. BOP Eşbaşkanlığı kuruluyordu.

         Büyük sanayici ve tüccar, iktidarın kenarlarına sürülürken, üretimle ilişkisi olmayan, dünya para merkezlerine bağlı mafya, yönetime hakim oluyordu. Bu mafya, cemaatler ve tarikatlar aracılığıyla geniş yığınları denetim altında tutma kabiliyetine de sahipti.

         Yeni rejimin iktidar partisi, AKP idi. ANAP ve DYP/DP tasfiye edildi. Daha doğrusu, Merkez Sağın kendisi “değişim” yanlısı olduğu için, “değişime” karşı koyamadı. Merkez Sağın eski liderleri, kendi mezarlarını, kendileri kazmışlardı.

 

DSP’nin tasfiyesi

         1945 ve 1991 rejiminin Merkez Soldaki ayağını ise Eski CHP ve DSP temsil ediyordu.

         DSP, daha 2002 yılında Ecevit zamanında Kemal Derviş operasyonuyla tasfiye edilmişti. Rejim, 2011 seçimiyle artık DSP’nin tabelasına dahi yaşam hakkı tanımamıştır.

 

CHP’deki “değişim”

         CHP’nin tasfiyesi ise, kaset harekâtıyla birden başladı. Baykal, kendisine operasyonu uygulayan gücü, veda konuşmasında Pensilvanya’ya “teşekkür” mesajıyla açıklamıştı. Atlantik basınında topyekûn ve şiddetli bir kampanya yürütülerek, Baykal’ın genel başkanlığına son verildi. CHP Genel Kongresi’nin yetkileri, dünya merkezlerine terkedilmişti.

 

Operasyon olduğu olaylarla kanıtlandı

         Bizim gibi birçok iyi niyetli, başlangıçta, Kılıçdaroğlu’nun kişiliğine bakarak, CHP daha halkçı, daha devrimci bir çizgiye yönelir mi sorusundan vazgeçmediler. Bu, yanlış değildi. Kılıçdaroğlu’nun, hemen boynuna sarılan Neo-liberal mafyanın kollarında kalmasını kabullenmek, ilerici veya devrimci bir tavır olamazdı. Tertibi kabul etmektense, bozmaya çalışmak gerekirdi.

         Ancak gelişmeler, CHP’de yaşananların iyi planlanmış ve iyi yürütülen bir operasyon olduğunu kanıtlamıştır.

 

Yeni CHP’ye Yeni Program

         Nitekim Kılıçdaroğlu takımı, acele içinde CHP’nin kökleriyle bağlarını kopararak, partinin adını bile değiştirmiş ve Yeni CHP adını benimsemişlerdir.

         Yeni CHP’nin programı da elbette yeni olacaktı. Bu programın özü, dünya mafyasına bağlanmaktır. Böylece Yeni CHP, tıpkı AKP gibi, Mafya-Tarikat rejiminin programını şaşırtıcı bir hızla her alanda benimsedi. Kılıçdaroğlu’nun ufkunda başbakanlık değil, BOP Eşbaşkan Yardımcılığı olduğu artık apaçık meydandadır.

         Yeni tüzüğün ruhu ise, CHP’nin kurum olarak dağılması ve “Parti olmayan Partiye” dönüşmesidir. Neoliberal yönetimler altındaki Ezilen Dünya ülkelerinde mili devlet çözülünce, partiler de sivil toplum kuruluşlarına dönüşmekte, kuralsızlaşmakta ve meydan nutuklarıyla yönetilmektedir.

 

Rejim savaşı

         Olayı iyi anlamamız gerekiyor. Bugün CHP’de başlayan tartışma, Eski CHP ile Yeni CHP arasındaki çekişmenin ötesinde bir rejim savaşıdır. Mafya-Tarikat rejiminin Neoliberal parti mafyaları, 2002 öncesinin devletinden kalan Merkez Partilerini ve kadrolarını tasfiye etmektedirler. Bu tasfiye, CHP’de merkezdeki lider kadrosundan il ve ilçe örgütlerinin kadrolarına kadar uzanmaktadır.

         CHP’deki mücadele, son tahlilde, Türkiye ile Atlantik emperyalistleri arasındaki cepheleşme içinde anlam kazanıyor.

         Demireller, Cindoruklar, Ecevitler gibi, şimdi de Baykal, Sav ve Onur Öymenler, durumun hem farkında gibidirler; hem de açıkça saptamaktan korkmaktadırlar. Korktukları için de hep kaybettiler. Korkmaya devam edenler, yine kaybederler. ABD-AB operasyonuna karşı, Atlantik’ten yardım umarak başarı şansı yoktur. Temel sorun, dostu düşmanı doğru tanımlamaktır.