Aydınlarımız ne yazık ki, birbirlerini övmeyi çok seviyorlar. Eleştirilerini yuvarlatmadan dürüstçe belirtenlere ender rastlanıyor. Hep okuyucu eleştirisinin yolunu gözlerim. Ankara’dan Sayın Atanur Güneysu’nun mektubu sevinç getirdi. Şöyle yazıyor:
“ ‘Günümüz kapitalizmi ne kadar kapitalist?’ başlıklı yazınızı okudum (Aydınlık, 8 Ağustos 2011). Yazınızın bir yerinde ‘Sonuç olarak, günümüz kapitalizminin değişim ve bölüşüm ilişkilerini açıklamada Adam Smith, Ricardo ve Marx'ın teorileri yetersiz kalıyor.’ diyorsunuz. Ben de yanıldığınızı söylüyorum. Sanırım o yılların burjuvalarının, o yılların üretim ilişkilerinin ve o yılların ahlak anlayışının, günümüzden daha insani ve daha ahlaklı olduğunu iddia etmiyorsunuz. Herhalde, o zamanki burjuvalar iyiydi, şimdikiler ise ‘tu kaka’ demek istemiyorsunuz. Çünkü günümüzde de sermaye, aynı ilişkiler içersinde ve aynı ahlaksızlık içersinde birikiyor. Ama siz günümüz Türkiye burjuvazisine, sizin deyiminizle ‘sanayici ve tüccarlara’, üstü kapalı bir siyasi mesaj vermek istiyorsanız onu bilemem.”
Bir zamanlar kartaldı
Bu satırlardan görüşlerimi iyi anlatamadığımı gördüm.
Rekabet çağındaki kapitalizm ile bugünkü emperyalist, mafyalaşmış kapitalizm arasındaki fark, ahlâkla ve insanîlikle ilgili değil.
Şunu anlatmaya çalışmıştım: Kapitalizmin üretici güçleri geliştirdiği çağda, bir “rasyoneli” vardı. Kaynaklar, verimliliğe göre dağılıyordu. Kapitalizm, ücretli işgücünün sömürülmesi sistemidir. İşgücünü daha verimli çalıştıran kapitalist, piyasada bir üstünlük sağlıyor ve verimsiz olanı tasfiye ediyordu.
Bu sistemi işleten kural, pazarda eşdeğerlerin değişmesiydi. Başka deyişle her mal, üretilmesi için gerekli ortalama toplumsal emeğin belirlediği eşdeğeriyle değişiyordu. Kapitalizm teorik olarak böyle açıklanıyordu.
Rekabetin özü, kuşkusuz işgücünün maliyetini düşürmektir. Bu, aynı zamanda kaynakların verimliliğe göre dağılması anlamına geliyordu. Soygun, vurgun gibi kapitalist sömürü kapsamında olmayan faaliyetler ise, her zaman vardı ama sistemin belirleyicileri değillerdi. Kapitalizmin en çok kâr ilkesi, soygun veya vurgundan farklı teorik sınıflamalardır.
Artık üretici güçleri boğuyor
Emperyalizm döneminde, sermayenin verimliliğe göre dağılmasını bozan farklı sömürü biçimleri ortaya çıktı. Bunlara bugün artık sömürü demek de pek doğru değil, daha çok yağmaya benziyor. Söz konusu olan, işgücünün kiralanmasıyla el konan artı değer değil. ABD’nin 14,3 trilyon tahvil borcunun üzerine yatması örnek olarak verilmişti. Ayrıca dünya piyasasında dolar dolaşması nedeniyle el koyduğu olağanüstü büyük kaynaklar da var. Yine internet tuşlarına basarak borsalarda elde edilen büyük kaynakları da rekabet kapitalizminin teorisiyle açıklayamıyoruz. Bu büyük yağma, işgücünün sömürüsüyle yürütülmüyor. ABD’nin ihraç ettiği bono ve tahviller, piyasada eşdeğerleriyle değişmiyor. Bu durumda sermaye, verimliliğe göre hareket etmiyor. Üretici güçleri geliştiren 18. veya 19. yüzyıl kapitalizminin yerini, 20. yüzyılda üretici güçleri boğan emperyalist sistem almıştır. Küreselleşmeyle birlikte sistem mafyalaşmıştır.
Sistemin tipik hâkim zümresi: Mafya
Bu sisteme bağlı bütün ekonomilerde aynı olayı görüyoruz. Türkiye’nin hâkim sınıfına bakınız: Sıcak para komisyoncularından, dolar ve borsa vurguncularından, hortumcu ve tarikat rantçılarından oluşuyor. Sistem, işçi çalıştırarak kâr elde eden sanayici ve tüccarı kenarlara itmiştir. Kaynaklar, kâra değil, vurguna yönelmektedir. Üretim ekonomisi bu nedenle çökmüştür.
Tefeci sermayenin payı
Borsada büyük vurgun umutları varken, dolar ve avro değiştirerek büyük kaynaklara el koymak varken, kim fabrikayla, üretimle, verimlilikle uğraşacaktır! Kuşkusuz bütün dünyada üretim yapılıyor. Ancak üretilenlerin paylaşımında büyük payı, sanayici ve tüccardan önce, tefeci sermaye kapmaktadır. ABD’nin dolar ve bono ihraç ederek elde ettiği büyük soygun da en sonunda o mali sermayenin vurgunudur. Yağma ile kârı birbirine karıştırmamak gerekiyor.
19. yüzyılın kapitalisti, faizin sıfırlanmasını istiyordu. Marks da önemle belirtmiştir, eğer kapitalizm gelişmesini tutarlı olarak sürdürseydi, faiz ortadan kalkardı. Günümüz kapitalizminde faiz ve yukarıda anlattığımız yağma, kaynakların paylaşımında en büyük hacimlerdir. Yalnız dünyada değil, Türkiye’de de büyük sanayici diye bilinen holdinglerin bilançolarını dikkatli incelediğimiz zaman, en büyük gelir kalemlerinin devlet bonolarından elde edilen faizler olduğunu görüyoruz.
Bu nasıl kapitalizmdir?
Bu sistemde kaynaklar verimliliğe göre dağılır mı?
Sermayenin üretime değil, faizciliğe, bono ve tahvil istifçiliğine, borsa vurgunculuğuna ve uyuşturucu - beyaz kadın ticareti gibi “suç ekonomisine” yöneldiği bir sistemde üretici güçler ve üretim gelişebilir mi?
Bu sorular, yalnız ekonominin soruları değildir, aynı zamanda bize doğru program ve siyaset üretmek için ipuçları da vermektedir.
YARIN: SANAYİCİ VE TÜCCAR YAŞANAN SÜRECİN NERESİNDE