KAYIT DIŞI DİPLOMASİ
Francis Ricciardone’nin adını bilerek öne yazdım. Çünkü ilişkinin türü, sıralamayı da belirlemektedir.
Türkiye tarihinde bir ilk yaşanıyor, fakat kimse hayret etmiyor. Utku Çakırözer dışında haber yapan bile olmadı (Cumuhuriyet, 25 Şubat 2011). Abdullah Gül, ABD Elçisi Ricciardone ile 18 Şubat 2011 günü tek başına görüşüyor. Dışişleri Bakanlığı görevlileri ve tutanak yazıcıları kapı dışarı! Buluşma baş başa, devletten de milletten de gizli.
Bizde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı bile, istisnalar dışında yabancı büyükelçilerin muhatabı değildir. Diplomasi geleneğinde, yabancı elçiler devlet başkanı tarafından güven mektubunu sunarken, bir de veda görüşmesi için kabul ediliyor. Bunun dışında ikili görüşme pek ender. Cumhurbaşkanının yabancı elçilerle baş başa gizli görüşmesini, Türkiye Cumhuriyeti tarihi kaydetmiyor. Kayıt dışı diplomasi! Ve kayıt dışı “Cumhurbaşkanlığı”!
ÖZEL SÖZLEŞMELER TARİHİ
“İlk yaşanıyor” derken, Türkiye’nin devlet tarihi ile özel sözleşmeler tarihini birbirinden ayırmamış oluyoruz. Oysa ayırmak gerekir.
Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı iken, 2 Nisan 2003 günü, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile “İki sayfa dokuz maddelik anlaşma” yapmıştı. Abdullah Gül’ün itirafıyla “gizli” olan bu anlaşmayı hukuken bir yere koymak gerekirse, imdadımıza “hizmet sözleşmesi” kavramı yetişiyor. İşte yalnız Abdullah Gül’ü bağlayan bu sözleşmeden ne TBMM’nin haberi vardı; ne de milletin. İki ay sonra kendisi, Sedat Sertoğlu’yla görüşmesinde ağzından kaçırdı. Abdullah Gül’ün bu itirafını, Vatan gazetesi “Ortadoğu’da bütün rejimler değişecek” manşetiyle vermişti (24 Mayıs 2003).
İTİRAF DİZİSİNİN DEVAMI
“Gizili anlaşma” o kadar somut ki, sayfa ve madde sayısı belli! 13 Temmuz 2003 günü içeriği konusunda yaptığımız açıklamayı yeniden okudum. Bütün maddeleri arkada kalan sekiz yıl içinde uygulanmış ve uygulanıyor. Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Kıbrıs Açılımı, Ege Açılımı, diye bildiğimiz açılıp saçılmaların hepsi var.
İtiraf dizisinin devamı da var. Üç yıl sonra Abdullah Gül, bu kez Radikal’in manşetinden açıkladı: “BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz.” (14 Mart 2006). Gizli anlaşmanın devamı, bir buçuk milyon müslümanın kanıyla yazılmıştı.
REFAH PARTİSİ’NDEKİ SİCİL KAYDI
Rahmetli Necmettin Erbakan’ın arkadaşları, Abdullah Gül’ün künyesi hakkında, daha 1997 yılında çok önemli saptamalarda bulunmuşlardı: ‘ABD ile Abdullah Gül arasındaki ilişkiler iç içe, hatta Abdullah Gül, Refah'ın ABD'deki temsilcisi mi, yoksa ABD'nin Refah Partisi içindeki temsilcisi mi, burası karışık’ diyorlardı (Cumhuriyet, 16 Şubat 1997). Bu parlak sicil nedeniyle olsa gerek, CIA’ya bağlı Rand Corporation raporunda, Abdullah Gül’ün dışişleri bakanlığına getirileceği, daha 1997 yılında, beş yıl öncesinden belirtiliyordu. Daha sonraki raporları belki Wikileaks yayınlar, millet de bilgisini genişletir.
KENDİLERİ DE İNANMIYOR
Bekir Coşkun, “Abdullah Gül benim Cumhurbaşkanım değil” diyordu. Bizim görüşümüz farklı: Abdullah Gül, Türkiye’nin cumhurbaşkanı değildir.
Biz, Türkiye Cumhurbaşkanlığını, ABD ile hizmet sözleşmesi ilişkisinden dikkatle ayırıyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin AKP hakkındaki kararı dikkatle okunmalıdır. Orada, AKP’nin Cumhuriyet yıkıcısı faaliyetin odağı olduğu saptanırken, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın bireysel sorumluluklarına da hükmediliyor.
Cumhuriyeti yıkıcılığı Anayasa Mahkemesi hükmüyle saptanmış bir cumhurbaşkanı! Devlet ve hukuk dediniz mi, böyle olmalı!
Bakın, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül de, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı ve cumhurbaşkanı olduklarına inanmıyorlar. İkide bir, “Ben cumhurbaşkanı olarak”, “Ben başbakan olarak” demek ihtiyacını duyuyorlar.
Siz hiç Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün, Celal Bayar’ın, Cemal Gürsel’in ve diğer cumhurbaşkanlarının “Ben Cumhurbaşkanı olarak” diye başlayan bir cümlesini okudunuz mu?