Soyadı bir insana bu kadar yakışabilir!
Arslan Başer ağabeyi bir sözlükle tanıt deseler, “kafalıydı” derim.
Son yıllarda ayakları vücudunu taşıyamaz olmuştu. Ama kafası dipdiriydi. “Özledim görüşelim” diye arardı. Yatakta yatan saçından tırnağına kadar beyindi sanki, onunla konuşurken bu duyguya kapılırdım. Beyni, olağanüstü bir direnç içindeydi. Yüreğinin atışlarıyla değil; beyninin o saat gibi işleyişiyle yaşıyordu.
Pratik iktisatçı
O’nu Türkiye İşçi Partisi’nden 1960’lı yıllardan neredeyse yarım yüzyıldır tanıyorum. Kuşkusuz gönül insanıydı; çok güçlü bir halk sevgisi vardı. Halkın devrimci aydınıydı. Ama bunların hepsinden önce kafalıydı; birikimli bir iktisatçıydı.
Onun iktisat bilgisi, yalnız teorik değildi; pratikti. Türkiye’nin maliye sistemini çok iyi bilirdi. Bütün iktisadi siyaset önerileri, hep pratikti. Devletin iktisada halk için müdahale araçlarına hakimdi. İktisadın sınıflar üstü olmadığını, sınıfsallığını bütün tahlil ve önerilerinde kuvvetle görürdünüz.
Toplantıya ilk gelir
en son giderdi
İşçi Partisi’nin Halkçı-Devletçi Ekonomi Programı’nın yapılmasında Prof. Dr. Erol Manisalı dostumla birlikte büyük emeği geçti. Her toplantıya ilk gelen ve son ayrılan Arslan ağabey olmuştur. Heyecanla tartışır; fikirlerini açık açık söyler; doğru bulmadığı görüşlere açıkça tavır alırdı; açık yürekliydi.
Lenin ve Gramsci’nin tanımladığı aydındı; gerçek öncüydü; başka deyişle Parti üyesiydi. 1960’lardan beri hep örgütlüydü; partiliydi. Onun Parti giriş kartında imzamın olması, benim için gurur kaynağıdır.
Krizi en önce gördü
2009 ekonomi krizini Türkiye’de Ali Kocatürk ile birlikte ilk gören, en doğru tahlil eden, Arslan Başer ağabey olmuştur.
Bu bunalımın ölümcül olduğunu hep vurguladı. Kapitalizm iflah olmaz bir çöküşün eşiğine gelmişti. İnsanlığın geleceğinin sosyalizm olacağını sanki eliyle tutuyor gibi gösterirdi.
Önümüzdeki adım ve büyük gelecek
Arslan ağabeyin en önemli özelliği, ayağının yere basmasıydı. Kafalı olması, bastığımız zemini çok iyi tanımasından geliyordu. Bir toplum, ancak önündeki sorunları çözerdi. Türkiye de hâlâ Milli Demokratik Devrim aşamasındaydı; yani Kemalist Devrimi tamamlama göreviyle karşı karşıya idi. Atatürk’ün devrimci programını özetleyen Altı Ok’un çok iyi formülleştirildiğini hep vurgulardı. Ama Türkiye orada kazık çakmayacaktı. Emekçilerin yönettiği sosyalist bir Türkiye ve sınıfsız bir dünya kaçınılmazdı.
Tek tesellim şudur: Arslan Başer Kafaoğlu ağabey gözü arkada gitmedi. Türkiye’nin ufkunu, insanlığın geleceğini O’nun kadar açık ve kesin gören çok az insan görmüşümdür. O nedenle geleceğe, insanlığa, Türkiye halkına, Partisine ve biz arkadaşlarına büyük güvenle, gönül huzuruyla bizlere veda etti.