Tayyip Erdoğan, ne zaman kameraları toplayıp hayır-hasenat “şovları” yapsa, aklıma hep Şahnâme’deki o dizeler gelir.
Fakirin onuru
Şiir olarak tam aklımda değil, özeti şöyle: Feridun’un annesi Ferânek, oğlu padişah olunca, yardımları el altından dağıtıyor. Firdevsî, o tarihte “fakirlerin de zenginlerden farkı kalmadı” diye yazıyor (Şahnâme, s. 104). İnsanlığın büyük sınıfsızlık özlemi!
Fatih Sultan Mehmet için de tarihler, aynı hikâyeleri anlatır. Ramazan’da fakirlere yardımın hava aydınlanmadan, kimselerin sokaklarda olmadığı bir zamanda, kimin gönderdiğini duyurmadan, gizlice götürülmesini ferman buyurmuştur. Fakirin de korunacak bir onuru vardır.
Doğunun feodal geleneği
Doğu geleneğinde yardımın iki altın kuralı binlerce yılı aşarak yakın zamanlara kadar gelmiştir.
Birincisi, kimin yardım ettiği bilinmeyecek. Yardımı alan, yardımda bulunana borçlu hissetmeyecek kendisini. İyiliği denize atacaksın, balıklar kimin attığını öğrenemeyecek!
İkincisi, kime yardım edildiği de toplum tarafından bilinmeyecek. Yardıma muhtaç olanın onuru, toplum katında korunacak.
Yardım, insan ezme ve aşağılama aracı olmayacak!
Beyazcamlardan Tayyip Erdoğan’ın kameralara poz vererek fakir çocuklara oyuncak dağıtmasını izlerken, Doğu’nun o feodal geleneğini düşlüyorum. Tayyip Erdoğanların sıcak para faizciliğiyle ve borsa vurgunculuğuyla yarattığı o gözü doymayan ve görgüsüz mafya-tarikat zümresi bu iklimlerin tarihine ne kadar yabancı! Bunlar, dağıttıkları sadakanın dahi rantını hesaplıyorlar. Kamu hizmeti ve kamu yararı gibi Cumhuriyet kurumlarının çökertilmesinden sonra yaşadığımız yabancılaşma, çok ürkütücüdür.
Neo-Cemaat kültürünün kurbanları
Ramazan, eskiden geleneksel iyi ahlakın hatırlanmasıydı. Şimdi televizyonlar sayesinde, Ramazan’ın da bir şaşaa, bir gösteriş, bir reklâm ayına dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz.
Feodalizmin bir asaleti vardı. Feridunların, Fatih Sultan Mehmetlerinin feodal görgüsünün yerini, şimdi açgözlü ve gösteriş düşkünü bir görgüsüzlük almıştır.
Yalnız “yardımseverliğini” televizyonlardan ve gazetelerden reklâm eden tarikat rantçıları değil, sadakaya kameralar önünde ibiş ibiş gülerek el uzatan yığınlar da bu yeni cemaat kültürünün kurbanlarıdır. Çadırlarda ailece bedava yemek yiyen kalabalıkların bakışlarında büyük manevi çözülmemiz okunuyor.
Yeni Ortaçağ mı?
Dünyanın Ortaçağa geri döndüğü sık sık belirtiyor.
Ama bu Ortaçağ, Feridunların veya Fatih Sultan Mehmetlerin Ortaçağı değildir. Feodallerin yine de kuluna verdiği bir değer varmış. Sistem, yalnız çıplak zor üzerinde değil, kullara dağıtılan adaletle yaşıyormuş.
Özgürlük çadırından
sadaka çadırına
Emperyalizmin güdümündeki mafya-tarikat rejiminde, çadırlara tıkılıp önlerine birer sanayi tepsisi konan kalabalıkların, insan kavramıyla yan yana getirilecek bir değeri, bir onuru bulunmuyor.
Anadolu’ya özgürlüğün otağı olan çadırlarda gelen bir halk, şimdi sadaka çadırlarına tıkılmakta ve aşağılanmaktadır.
İnsan haklarından en çok söz edilen bir zamanda, insan onurunun feodal çağın bile çok aşağılarına düşmesi, ilk bakışta garip gelebilir. Ancak çürüyen kapitalizm, mafyalaşan emperyalizm, insanlığın gelmiş geçmiş en onur kırıcı sistemidir.
Tarihte hiçbir sistem, bu kadar çıkarcı, insanı bu kadar aşağılayan bir hakim sınıf yaratmamıştı.