Doğu Perinçek: “Hiç kimse göğe diri diri çıkamaz”

         Bu başlık, 28 Haziran 2011 günlü Rota’nın başlığı olacaktı. Güncel gelişmeler nedeniyle bugüne kaldı.

 

Cenazesi ortada bırakılan bilge

         Bin yıllık bir sözdür başlıkta okuduğunuz. Firdevsi, Şahname’ye yazmış. 23 yıl emek verip eserini 1004 yılında bitirince, Sultan Mahmut Gaznevi’ye sunuyor. Gerçi Gazneli Mahmut Şahname’nin değerini ilk başta bilmiyor. Her beyit için 1 dirhem olmak üzere Firdevsi’ye 20 bin dirhem ihsan ediyor. Firdevsi hamama gidip içki içiyor ve Sultan Mahmut’un 20 bin dirhemini oradakilere dağıtıyor. Sultan Mahmut, Şahname’nin değerini 17 yıl sonra anlayıp, 1021 yılında Firdevsi’ye bir kervan yükü armağanlar yolluyor. Ama kervan Tüs şehrine girerken, şehrin Rejan kapısından da Firdevsi’nin cenazesi çıkmaktadır. Çünkü Tüs şehrinin önde gelen din adamı Ebü-l Kasım-i Gurgâni, dünyanın en büyük şairinin namazını kıldırmamış ve cenazesini Müslüman mezarlığına gömdürmemiştir. Şike parasına “caizdir” fetvası veren hocaların tarihi binlerce yıllıktır. Her neyse, Firdevsi’nin cenazesi Tüs şehrinden çıkartılarak, kendisine ait bir bahçede toprağa veriliyor.

         Firdevsi’nin kızının adını bilmiyoruz. O’na bu köşede “Mercan” adını verelim. İşte o kız, Padişahın kervan yükü hediyesini kabul etmiyor, “Benim bunlara ihtiyacım yok” diyor. Kervan yükü ihsanlara boyun eğmeyen erdemlilerin tarihi de binlerce yıllıktır.

 

Millet münewerleriyle birlikte başını sallıyor

         Bin yıl sonra bugünün Türkiye’sine bakıyoruz, televizyonlar, gazeteler, kitaplar; “göğe diri diri çıkılacağını” anlatıyor.

         Koskoca bir millet mürekkep yalamışlarıyla ve cemaatleriyle başını sallıyor. Bütün sandıklar açılıyor ve içtihatlar tek tek sayılıyor. Bütün oylar, “Göğe diri diri çıkılabilir” diyor. “Çıkılamaz” olduğunu bilenler, köşelerine saklanıyor.

         İşte o 28 Haziran günü bu köşeden, bin yıl önceki Firdevsi’yi örnek alarak halka seslenmek istedim:

         Hiç kimse göğe diri diri çıkamaz!

         Firdevsileri olmayan bir çağ yoktur.

         Erdemler, zulüm ocaklarında, ızdırap ateşiyle demlenir.

 

Ön Asya’nın altın çağı

         7–15. yüzyıl arasındaki 8 yüzyıl, Ön Asya’nın altın çağlarıdır. O zamanlarda, yalnız İslam âlemi değil, Çin’e kadar bütün Asya, uygarlığın merkezidir. Hele 9–12. yüzyıllarda felsefe akımları birbirleriyle çarpışır. Firdevsileri “Müslüman mezarlığına” gömmeyen yobazlar vardır; ama O’nun değerini geç de olsa anlayan padişahlar da vardır.

         İslam âleminin o bilim ve uygarlık çağında, “Melikuşşuara”, yani “Şairlerin Hükümdarı” diye anılan Büyük Şair Bahar, Firdevsi’nin Şahnamesine şu değeri biçer:

         Şahname hiç abartısız Kur’an’dır Acemin

         Tüs bilgesinin rütbesi de peygamberlik rütbesi

         Bilgelerin ve âlimlerin erdemleri ve buluşlarıyla göğe yükseldikleri bir çağdın söz ediyoruz (Bilim ve Ütopya dergisi, o çağı anlatan çok içerikli sayılar yayımlandı).

 

Yeniden Firdevsiler çağı

         Samir Amin de aynı görüştedir; Batı karanlıklar içinde boğulurken, kapitalizm ve aydınlanma, 10. ve 11. yüzyılda Ön Asya ve Çin’den yükselecek gibidir. Ancak yeni uygarlık, bir önceki çağın uygarlığının en geliştiği yerden değil, kenarlardan yükseliyor.  En gelişmiş olmak, bir ileri sisteme sıçramanın da duvarı oluyor. İleri olan geriye dönüşürken, geri olan ilerinin öncüsü oluyor.

         Bugün bu olayı bir kez daha yaşıyoruz. Atlantik çağı batıdaki tepelerin ardından batarken, güneş kapitalist uygarlığın kenarında kalan Doğudan yükseliyor. Bir bakıma dünya, yeniden Firdevsiler çağına girmektedir. İşte Çin, işte Hindistan!

Türkiye’de dünya yeniden öküzün boynuzlarında

         Aslında Türkiye, 20. yüzyılın başında 1908 Hürriyet ve 1920 Mustafa Kemal devrimleriyle bu yeni çağın habercileri arasında yer almıştı. Atatürk zamanında, hiç kimse diri diri göğe çıkamıyordu. Şimdilerde ise, Ebü-l Kasım-i Gurgâniler, tepsi gibi düz olan yeryüzünü yeniden öküzün boynuzları üzerine oturtmuşlardır. Artık iki dünya vardır. Biri 6 yılda yaratılan dünya, diğeri ise, 4 milyar yıllık dünya.

 

Değişmeyen tek galip

         Ancak hangi dünya olursa olsun, en sonunda herkes için, Firdevsi’nin diliyle şu büyük gerçek geçerlidir:

         “Sonuçta hiç kimse bu dünyada kendi vücudundan daha büyük yere sahip olamaz.”

         Firdevsi, pırlanta yüzüklerini ve “üçe kapatarak” aldıkları komisyonları koymak için, kefenlerine cepler diktiren açgözlü servet düşkünlerine söylüyor bunu.

         O servetle tahakküm kuranların, bilim ve uygarlığa karşı hınçları ise, binlerce yıldır tükenmemiştir.

         Bir sınıf savaşıdır; bir uygarlık savaşıdır bu.

         Ve elbette hakikat savaşıdır.

         Savaşın, her anında, o an kim galip gözükse de, aslında değişmeyen tek galip vardır:

         “Hiç kimse göğe diri diri çıkamaz!”

         Bu yazımı Ulusal Kanal’a armağan ediyorum.

 

 

OKUNACAK KİTAP: Firdevsi, Şahnâme, çev. Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, Nisan 2009. Diğer çeviriler çok eksiktir. Bu çeviri 1070 sayfa. Fakat okuyucunun gözü korkmasın, her bölüm ayrı ayrı okunabilir. Batı aydınlanmasını derinden etkileyen Doğu hazinesindendir.