Doğu Perinçek: Hepimiz Odeniz!

Abdullah Gürgün’ün “İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine” başlıklı kitabı Kaynak Yayınlarından yeni çıktı. Son yıllarda çok az kitabı bu kadar tat alarak okudum. Çok sardı beni, elimden bırakamadım. Bu kitapta çok uzun bir Önsüzümü de bulacaksınız.

 

 

Kavimleri kavuşturan erdemli çabalar 

 

Türkçemizin en güzel özdeyişlerindendir: "Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur."

 

Abdullah Gürgün'ün kitabını okuduktan sonra, 'Dağ dağa kavuşmaz kavim kavime kavuşur' da denebilir.

 

Tarih, bize kavimler arasında dağlar olmadığını gösteriyor. İklimler, kıtalar, okyanuslar ve denizler, insanoğlu üzerinden hep birbirine karışmışlar. Kimi bağnaz, yobaz ve bencil türünden nasyonalistlerin göstermek istediği gibi, kavimler ve milletler arasında kalın duvarlar yok. Hele insanlık tarihinde ırklar ve birbirinden soyutlanmış kültürler aramak, budalaca bir gayret olarak gözüküyor.

 

Sokaktaki insanın omzuna dokunup, 'İsveçliler, Norveçliler, Danimarkalılar, bizim aşiretten geliyormuş haberin var mı' diyecek olsanız, size şaşkınlıkla bakacaklardır. Hele bir de, "Bir zamanlar Allahımız bile aynıymış, Tanrı-Kağan Oden'i biz yollamışız ta oralara" diye lafı uzatırsanız, başınıza gelecekler konusunda çeşitli olasılıklar bulunabilir.

 

Ancak öyle değil, Bering boğazını (Bu da Väring olmasın?) bile geçen atalarımız bizi bütün insanlıkla buluşturuyor; Kızılderili bile oluyoruz, Viking niye olmayalım?

 

Yörüklerimizden Gürgün'ün çalışması da işte öyle, Bering boğazını mı dersiniz, Väring boğazını mı dersiniz, ne derseniz deyin, işte o boğazları geçerek, dağları taşları aşarak, bizi çok büyük bir hakikatle buluşturuyor: Kavimler arasındaki dağlar aşılmak için vardır.

 

Gürgün, gurur duyduğum, has arkadaşlarımdandır; yoldaşımdır. Onu tanıdığım için söylüyorum. Bizi Oden'le tanıştırırken, kardeşimiz İsveçli ve Norveçli ile buluştururken, dünyada "herkes Türktür" gibi uçuk iddiaların peşinde değildir. Kavimler arasındaki dağları yerinden oynatarak, hepimizin insan olduğunu, bizleri ayıran ırklar olmadığını, dünyanın her yerinde akrabalarımız ve kardeşlerimiz bulunduğunu ve bütün bu kardeşlerin toplamının da insanlık olduğunu anlatıyor. İşte böyle bir dünyada, sarışın İskandinav insanlarıyla bile kız almış kız vermişken, Anadolu'da binlerce yıldır birlikte yaşayanların yabancılaştırılmasına ne demeli? Biz kimiz? Bu ayrılık gayrılık nedir? Yakamıza yapışıp bu soruyu da soruyor, Abdullah Gürgün kardeşimiz.

 

Gürgün, aynı zamanda bize ufukları tarih öncesinden beri dağların, denizlerin ve iklimlerin ötesinde olan bir kavim olduğumuzu hatırlatıyor. Türkün yörüklüğü, öyle şuradan şuraya yürümek gibi değil, atına atladı mı, soluğu Okyanusun kıyısında almış ve oralara kadar da, her ülkeye armut ağacı diker gibi kral dikmiş. İskandinav sagalarında var bu destan. Orhun Yazıtları'nda, Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tonyukuk atalarımız ikide bir söylüyorlar ya, "Koop ittik, tüz ittik, illi kıldık" diye. Yani birleştirdik (kooperatif!), düzene soktuk, devletli kıldık! Ural-Karadeniz bozkırındaki atlı çoban kültürünün birleştirme, örgütleme, düzenleme, devlet kurma yeteneğini de görüyoruz Gürgün'ün çalışmasında.

 

 

Biz Onu Kuzeylileri Kucaklasın Diye Yollamıştık

 

Bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anladım: Şu ölümlü kalımlı dünyada Enternasyonalizme en yetenekli, en birikimli millet kimdir diye soracak olursanız, Türkleri önde sayarım. Herkesle akraba olmak, herkesle harmanlanmış olmak, herkesle karışmış ve kaynaşmış olmak, bizim tarihimizin özetidir. Buradan ırkçılık mırkçılık çıkmaz, tek bir şey çıkar: Kardeşlik, insanlık, insancıllık, Enternasyonalizm! Okyanus kıyılarında bile destanlarımız okunuyor, bizden daha dünyalısı var mı?

 

Türk tarihi bize, eşsiz bir özgüven ve gurur yanında uluslararası kardeşlik kültürü sunuyor. 20. yüzyılın başından beri Ruslar, Çinliler, Hintliler, İranlılar, Araplar, Vietnamlılar, Koreliler, arkasından Afrikalılar ve Latin Amerikalılar ile birlikte, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Mazlumlar Dünyasının öncü konumlarında bulunan Türk milleti, insanlığın büyük kavuşmasının da öncülerindendir.

 

Abdullah Gürgün'ün bu çalışmasını merâkla, sevinçle ve gururla okuyacaksınız ve diyeceksiniz ki, biz Oden'i Okyanus kıyılarına gidip Savaş Tanrısı olsun diye göndermemiştik. Haklısınız, kabahat bizim değil, başına bir taç koyan, altına bir taht veren biz değiliz. Kuzeyli kardeşlerimiz öyle münasip görmüşler, hürmetimiz var.

 

Oysa biz, Oden'i Kuzeylileri kucaklasın ve ateşiyle (Od!) ısıtsın diye yollamıştık.

 

Oden, bizim kavimleri birbirine kavuşturan kahramanımızdır.

 

Bizimdi, hepimizin oldu.

 

Hepimiz, Odeniz!