Doğu Perinçek: Halka açlığı da sevdirebilirler mi?

Tanju Cılızoğlu, bizim basının söyleşi ustalarındandır. 18 Mart Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Dr. Ali Akdemir ile görüşmesi, son zamanlarda okuduğum en çarpıcı, en öğretici söyleşi.
Prof. Akdemir, Türkiye ekonomisini çağdaş bir ermiş diliyle anlatıyor. Hep öze, derindeki gerçek ilişkilere iniyor.

 

Halk ekonomiyi bilmemeli!
Ekonomi, halkın en büyük gerçeğidir. İnsanın maddi ihtiyaçlarını karşılamak için yürüttüğü faaliyetten daha insani ne olabilir? Ama gazetelerin ekonomi köşelerine bakınız, halka en yabancılaşmış yazarlara bu alanda rastlıyoruz.
Elbette öyle olması gerekiyor. Çünkü kodamanların felsefesinde, halk ekonominin yalnızca nesnesidir. Kapitalist teoriye göre, emekçi üretim sürecine işgücünü satarak girer. Değerleri yaratandır; ama yarattığı değerlerin nasıl paylaşılacağında söz sahibi değildir. O nedenle ekonomiyi bilmesi hiç gerekmez.

 

Günümüzün ekonomi politiği
Prof. Ali Akdemir, farklı bir iktisatçı, günümüz ekonomi politiğini halk için süzüyor; “Son 10 yılda, halka fakirlik sevdirildi.” saptamasında bulunuyor.
Akdemir’in sadaka ekonomisine ilişkin görüşleri şöyle:
“Halka sağlık ve yardım politikalarıyla fakirlik sevdirildi. ‘Yoksulum ama yoksul olmanın ayrıcalığını yaşıyorum’ der oldu. Yardım alma politikası, üretkenliği ortadan kaldırıyor. Toplumsal gelişimi, zenginliği frenliyor. Yardım verene tam bağlı, itaatkâr toplum böyle yaratılmış oluyor.”
Akdemir, söyleşide Neo-CHP’nin de yandaşı olduğu sadaka politikası ile zorbalık ve diktatörlük arasındaki ilişkiyi açıklıyor. En iyisi, yazıyı bulunuz ve inceleyiniz.

 

Halka onursuzluğu da sevdirdiler
Prof. Akdemir’in “Halka fakirliği sevdirdiler” saptaması, bizi şu sorunun önüne getiriyor: “Peki halka açlığı da sevdirebilirler mi?”
Çünkü bu sadaka ekonomisinin sürdürülebilirliği, açlığın da sevdirilmesiyle mümkün.
Bugün bu mafya-tarikat ekonomisi, Türkiyemizde çok büyük bir iftar çadırı kurmuştur ve halka fakirliğin ötesinde onursuzluğu da sevdirmişlerdir. Diktatörlük girişiminin ahali tabanında dayandığı ve geliştirdiği kültürel değer, işte bu onursuzluktur. Bir zamanlar el açmanın utanç sayıldığı bir toplumda, el açmadan yaşamanın enayilik olduğu yargısı geliştirilmektedir. Artık el açanlar başlarını önlerine eğmek yerine, pişkin pişkin sırıtmaktadırlar. “İslamilik” adı altında yayılan değer, şimdilerde budur.

 

Büyük iftar çadırının direği ne kadar sağlam
Önümüzdeki krizin bugünden gözüken verileri, büyük iftar çadırının ortadireğinin sallandığı işaretlerini veriyor.

 

Üretimin çöküşü, iftar çadırlarının sürdürülebilirliğini de tehlikeye sokmuştur. Ödemeler açığının haber verdiği deprem, önce çadırları yıkacaktır; arkasından gelecek artçı depremler, kıdem tazminatları, sosyal yardım fonları, sigortalar, sağlık yardımları sallanacaktır. Türkiye, en derin fay hatlarından birinin üzerindedir. Kaldı ki ekonomi dışı etkenler de, büyük sarsıntılara işaret ediyor.

 

Aşk, verem ve devrim çağı
Bu durumda, halkımızın ciddi bir bölümünün, yakında açlığın aşk teklifiyle karşılaşacağı tehlikesi ciddidir. Çareler üretmemiz gerekiyor.
Fakirliği severek yaşanabiliyor; sobada kömür var ve Noel Baba makarna torbasını getiriyor. Üstelik Neo-CHP, “Aile Sigortası” çözümüyle fakirin onurunu da kurtaracak.
Peki, açlığa âşık olarak yaşanabilir mi?
Eskiden verem ve aşk birbirinden ayrılmıyordu; romanlardan okuyoruz.
Âşıkların verem olduğu çağ, aynı zamanda devrimler çağıydı.
Gelin Dostoyevski ile bağlayalım:
“Kargaşalıkta Allah fakirden yanadır.”

 

YARIN: Konuya devam ediyoruz, BUGÜNKÜ KAPİTALİZM NE KADAR KAPİTALİST?