Doğu Perinçek: Devrimci Cumhuriyetten Mafya-Tarikat rejimine

Yarın 29 Ekim.
Aslında bizim Cumhuriyetimiz 23 Nisan 1920’de devrimle kuruldu.
Ve 1937 yılında Devrimci Cumhuriyeti Anayasamıza yazdık. 5 Şubat 1937 günü 3115 sayılı kanunla yapılan değişiklikle, Cumhuriyet Devriminin temel programı, 1924 Anayasasının 2. maddesine kondu:
"Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve İnkılâpçıdır."
Anayasa, 10 Ocak 1945 günlü kanunla Türkçeleştirilirken, "İnkılâpçı" sözcüğü, "Devrimci" olarak değiştirilmiştir. Yazması da okuması da, ne güzeldi: "Türkiye Devleti, Devrimcidir."


1945’teki batılılaştırma
Özeti, devrimle kurulan ve devrimle ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti, devrimci bir devlet olduğunu Anayasasında ilan etmişti.
1961 Anayasasını yapanlar, Atatürk’ün bıraktığı anayasanın 2. maddesini batılılaştırarak şu hale soktular:
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve 'Başlangıç'ta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
1961 Anayasası’nın bu formülü, 1945 uzlaşmasının hukuka geçirilmesi idi.
Aslında halkçılık, devletçilik ve devrimcilik, 1945’te terk edilmişti. 1961’de ise anayasadan çıkarılmış oldu. Denebilir ki, "insan haklarına dayanan millî, demokratik, sosyal hukuk devleti" ilkeleri, aynı işlevi görmektedir. Öyle değil.

 

Atatürk’ün “Arasız devrimler” yol göstericiliği
En önemlisi, devletin devrimci olması Anayasadan çıkarılmıştır. O zaman millî, demokratik, sosyal hukuk devleti hedefine ulaşma olanağı da dinamitlenmiş olmaktadır. Çünkü Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimiyle en güçlü atılımını yapan çağdaşlaşma süreci, ancak devrimci uygulamalarla tamamlanabilirdi.
Sen devrimini devam ettirmezsen, sana karşıdevrim yaparlar. Atatürk bunu çok iyi görmüştü. Büyük Nutuk ve Bursa Nutku başta olmak üzere, en büyük dikkat ve kararlılığı, karşıdevrime fırsat vermemek ve Ortaçağın toplumsal-ekonomik zeminini temizlemekti. Emperyalizm, o zemine dayanarak Türkiye’yi yeniden denetim altına alabilirdi. Bu nedenle Büyük Devrimcinin 1935 yılı Mayıs ayında toplanan CHP 4. Büyük Kurultayı konuşmasındaki “Arasız devrimler” vurgusu tarihsel önemdedir (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 27, s. 205). Lenin’in Türkçeye “kesintisiz devrim” diye çevrilen kavramıyla özdeştir ve daha güzel Türkçedir.

 

Halkçılık ve devletçiliğin Türk Devrimine özgülüğü
İkinci Dünya Savaşı sonrasının "insan hakları, demokrasi ve sosyal devlet" kavramları, hiçbir zaman, bizim devrimimizin halkçılık ve devletçilik ilkelerinin işlevini göremezdi ve görememiştir. Hatta 1945 sonrasının Atlantik mühürlü “demokrasi” kavramı ile Türkiye Devriminin ilkeleri birbirine cepheden karşıdır. Onlar, Batının emperyalist sistemine aittir. Bizimkiler ise, emperyalizme karşı mücadele içinde üretilmiştir.
Bugün, dünya gericiliğinin merkezi olan ABD ve diğer emperyalistler, işgal eylemlerini bile, "insan hakları ve demokrasi" bayrağı açarak yürütüyorlar. 1640 İngiliz, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız Devrimlerinin devrimci demokrasisi, 20. yüzyılda Batı emperyalizmi tarafından iğdişleştirilmiş ve özellikle ABD emperyalizminin kirli çıkarlarıyla uyumlu hale getirilmiştir.
Hatta birçok örnekte görüldüğü gibi, "demokrasi" ve "insan hakları" Ezilen ve Gelişen Dünyaya karşı bir sopa gibi kullanılmaktadır. CIA ve Soros gibi örgütlenmeler, "Sivil toplum kuruluşlarını" o tabela altında kurmaktadır. Oysa halkçılık veya devletçilik, hele devrimcilik, emperyalist Batı modelinin dışındadır. Halkçılık, bizim devrimci demokrasimizdir. Devletçilik de, bizim kamuculuğumuzdur.
Türkiye, 1945’ten bu yana ABD güdümlü sahte “demokrasiyle” devrimini kaybetti ve bir Gladyo Mafya-Tarikat rejimi kurdu! Devletsizleştirildi ve milletsizleştiriliyor.
Artık buradan ancak bir devrimle çıkılabilir. Devrimle çıkılacaktır!