Demokrasiler, bütün dünyada kılıçla gelmiştir.
1640’ta İngiltere’de General Cromwell’in kılıcıyla.
1776-1789’da Kuzey Amerika’da General Washington’un süngüleriyle.
1789’da Fransa’da Kral 14. Louis’yi giyotine gönderen Robespierre’lerin devrimci eylemiyle.
1861-1865’te ABD iç savaşında köleci efendilere karşı bu kez Lincoln’ün süngüleriyle ve iç gericiliği ezerek.
1871’de Almanya’yı birleştiren Prusyalı General Bismarck’ın ordusuyla.
1905, 1908, 1909, 1911’de Rusya, Türkiye, İran ve Çin’deki ihtilallerle.
1917 Şubatında Rusya’da Çarın tahtını devirerek, arkasından Ekim’de İşçi-Köylü ve Asker Sovyetlerinin silahlı gücü ve dört yıllık iç savaşla.
1920’de Türkiye’de Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu ihtilaliyle, İstiklâl Savaşının süngüleriyle.
Bu devrimci demokrasi dizisinin 20. yüzyıldaki devamı bu sayfalara sığmaz.
Başka türlü de gelemezdi
Demokrasi, ancak ve ancak kılıçla gelebilirdi.
Çünkü demokrasi; toplumların krallardan, çarlardan, padişahlardan, şehinşahlardan, senyörlerden, lordlardan, beyden, ağadan, cennetin tapusunu satan kiliseden, kardinallerden, ruhbandan, halifeden, şeyhten kurtulmalarıdır.
Özgürlük, Taha Akyol’ların tanımladığı gibi, Ortaçağa özgürlük değildir; Ortaçağ’ın tahtı ve tacıyla yıkılması ve tasfiyesidir. Özgürleşme, bir toplumun gündemine geldiyse, kılıç da gündemdedir. Çünkü krallara dilekçe arz ederek, beylerden lütuf dileyerek bir özgürleşme görülmemiştir ve görülemezdi de. Bunu her halk kendi tecrübesiyle yaşamış ve evlatlarını kurban vererek öğrenmiştir.
Yeni Ortaçağ’da yeni demokrasi tanımı
Emperyalizm çağında “demokrasi” baş aşağı çevrilmiştir. Bu yeni tanıma göre, “demokrasi”, emperyalist ülkelerde tefeci sermayesinin diktası ve Ezilen Dünyada Ortaçağ kurumlarına itaattir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’li ideologlar tarafından geliştirilen yeni teoriye göre, demokrasi, kulların, yanaşmaların, müritlerin önüne konan sandıktır. Hele 1990 sonrası küreselleşme döneminde özgürlük, etnik topluluklara, mezheplere, Ortaçağ ilişkilerine özgürlüktür.
Ellerinden kılıçlarını aldınız mı
CIA’ya bağlı vakıfların ve sivil toplum kuruluşlarının yaydığı bu yeni demokrasi teorisinde, demokrasi getiren bütün devrim önderleri, aforoz edilmiş ve diktatör ilan edilmişlerdir. Yeni teoride demokrasinin kılıcı mahkûm edilmiştir. Çünkü kılıçsız kalınca, demokrasinin gelmesi olasılığı da ortadan kalkmaktadır. Cromwell’in, Robespierre’in, Washington’un, Lincoln’ün, Bismarck’ın, Garibaldi’nin, Bolivar’ın, Resneli Niyazi Bey’in, Sun Yatsen’in, Lenin’in, Mustafa Kemal Paşa’nın, Mao’nun, Kim İl Sung’un, Cemal Abdülnasır’ın, Castro’nun, Lumumba’nın, Ho Şi Minh’in, Mugabe’nin, Chavez’in ellerinden kılıçlarını aldınız mı, demokrasi tehlikesi de kalmaz. Bu nedenle son devirlerdeki Talat Paşa ve Atatürk düşmanlığının özü, aslında demokrasi düşmanlığıdır. CIA istasyon şefi Graham Fuller’lerin ve yerli müritlerinin “Kemalizmin sonu” fetvaları, aslında Türkiye’de demokrasi adına kazanılanları yıkma programıdır ve uygulanmıştır. Bu demokrasi düşmanlığının en birinci propaganda teması şudur:
YARIN: Taha Akyolların liberalizmleri nerede ve ne anlama geliyor? İstiklâl gelirse, hürriyetin başına ne gelir? Liberalizmin son kölesi.