Osman Şahin’in Köy Enstitüleri tutanağı
Köy Enstitüleri’ni benim bildiğim en güzel anlatan kitaptır Bozkır’da Vivaldi. Osman Şahin’in büyük yazarlığını o hikâyelerinde de görürsünüz.
Aslında toplumsal süreçleri bütün insani derinlikleriyle romanlarda ve hikâyelerde buluruz. Balzac okumadan Fransız toplumunu, Goethe okumadan Alman aydınlanmasını, Dostoyevski okumadan Rusya’yı devrime götüren süreci, Lu Hsun’la tanışmadan Çin Devrimi’ni anlayamayız.
Türkiyemizin son 2 yüzyıllık serüveni de kayda geçmiştir. Raporlarda veya belgelerde değil, asıl romanda, hikâyede ve şiirde. Bozkır’da Vivaldi’de işte o eserlerdendir.
Attila İlhan’da çağdaşlaşma ve köylü
Köy Enstitüleri, bizim Kemalist Devrimimizin yarattığı kurumlardandır. Bir bozkır halkının köy öncülerini üreten bir kurumdur.
Attila İlhan Köy Enstitüleri’ne ve köylüye takılırdı. Çağdaşlaşma ile köylüyü karşı karşıya koyardı. Oysa bir köylü ülkesinde, devrim en sonunda köylünün devrimidir; köylünün çağdaşlaşmasıdır. 20. yüzyılın bütün devrimleri köylü ülkelerinde oldu; sanayileşmiş ülkelerde değil.
Köylü ülkesinin devrim diyalektiği
Rus, Türk, Çin, Kore, Vietnam, Küba vb, hepsinin malzemesi köylüydü. Asya, Afrika, Güney Amerika ülkelerinin devrimcileri, köylü olmayan bir halk ısmarlayamazlardı ki!
Zaten burjuva devrimleri de, 18. ve 19. yüzyılda krallıkları ve feodalizmi yıkarak köylüyü özgürleştirmediler mi?
Bozkır ve Vivaldi, işte bu diyalektiği çok güzel yansıtıyor. Köylü ve demokratik devrim!
Bizim dünya uygarlığıyla buluşmamız
Ama yalnız geri ve yoksul olanın özgürleşmesi ve aydınlanması değil.
Bozkır ve Vivaldi’de, bizden olanın dünyaya açılması da var. Bozkırın denizlere ve okyanuslara açılması, Dört Mevsim’e kavuşması gibi. Bizden olan uluslararası uygarlıkla buluşuyor. Bu de ulusal ile uluslararasının diyalektiği.
Atlantik’te boğulan devrimimiz
Köy Enstitüleri’ni ABD emperyalizmi ve gericilik boğdu. İkinci Dünya Savaşı sonrasından bugüne uzanan Atlantik sürecinin muhasebesinde, Köy Enstitüleri çok öğretici bir örnektir.
1945 sonrasının Atlantik partileri CHP ve DP, Köy Enstitüleri’ni elbirliği ile yıktılar. Kemalist Devrim’in yıkımı öyle başladı. Atlantik süreci işte bizi buraya getirdi. Hâlâ Atatürk Cumhuriyeti’nden söz edenlere ben şaşıyorum. Kabul etmek zorundayız: Köy Enstitüleri’ni yıkarak başlayan karşıdevrim, bir Gladyo-Mafya-Tarikat Cumhuriyet’i kurmuştur.
Namus mayası
Fichte’nin dediği gibi, yıkılsa bile her devrim, toplumda bir miras bırakıyor. Köy Enstitüleri, bir bozkır halkını emekle, akılla, bilimle ve aydınlanma namusuyla mayaladı.
Köy Enstitülü çok eğitimci ve aydın tanıdım. Tek tek düşünüyorum, içlerinde namuslu olmayan tek bir insan hatırlamıyorum. O kuşağın hâlâ yaşayan temsilcilerini bulmanızı, tanımanızı öneririm. Örneğin Mehmet Başaran ağabeyi!
Güçbirliği İstanbul 3. bölge adayı Ümit Ülgen’in kayınpederi Hasan Arabacı ağabey nasıl unutulur. Gerçek bir halk önderiydi. Nerde yaşadıysa, toplumun toprağından sürekli onun erdemleri filizlenir.
Köy Enstitüleri, toplumumuzu emeğin erdemleriyle mayalamıştır. Yeni kaybettiğimiz Kocaeli’nin namuslu ve devrimci aydını Ruşen Hakkı, Köy Enstitülü değildi; ama mayası Köy Enstitülü’ydü.
Emek Vatan Namus seferberliğinin mayası
Köy Enstitüleri’nin emek ve namus mayası, toplumumuzun derinliklerinde saklıdır. Hepimizin hamurunda vardır o maya! Önümüzdeki devrimde bize çok gerekli olacak.
Kemalist Devrim’in ikinci büyük atağının en önemli görevlerinden biri, Büyük Aydınlanma ve Eğitim Seferberliği’dir. Emek, Vatan, Namus Seferberliği de diyebilirsiniz. İşte orda Köy Enstitüleri, önemli tecrübedir ve esin kaynağıdır.
GÜNÜN KİTAPLARI:
Osman Şahin, Bozkır’da Vivaldi ve Fay Kirby, Köy Enstitüleri.
YARIN: Büyük Aydınlanma ve Eğitim Seferberliği.