Doğu Perinçek: Beni alamazsınız!

         Yazıları ilgiyle okunan ve yankı uyandıran bir köşe yazarımız, seçimden sonra yolladığı mektubunda şöyle diyordu:

 

“Adımızı yazmaktan çekinir hale geldik”

         “Ben sizin Meclis’te olmanızı çok isterdim. Keşke bu konuda daha fazla destek verebilseydim, daha fazla yazı yazabilseydim. Ama yeni medya ortamını biliyorsunuz, artık adımızı yazmaktan çekinecek hale geldik. (…) Ne yazık ki, elimiz kolumuz bağlıydı. Yıllar sonra bu dönemi kim bilir hangi pişmanlıklarla, utançlarla hatırlayacağız.”

 

“Ben de korkuyorum”

         Deniz Harp Okulumuzun eski komutanı E. Tuğamiral Türker Ertürk’ün “Ben de korkuyorum” başlıklı yazısını okuyunca, duvarın bu tarafından öte tarafını iyi anlayamadığımızı fark ettim.

 

“Hepimiz Ergenekoncuyuz”

         Sonra aklıma Servet Bora ve bir grup aydın geldi. 2008 yılı yazında al ve doru atlarına binip Tekirdağ F Tipi surlarının önüne gelip, “Hepimiz Ergenekoncuyuz” diye bağırmışlar ve üstelik gazetecilere resim de çektirmişlerdi.

Halit Refiğ’in “berceste mısra”sı

         Halit Refiğ, bu meydan okumayı televizyon camına taşıdı.  Haber Türk televizyonunda Balçiçek İlter’in (o zaman Pamir’di) programında, “Beni de alın” dedi. Halit Refiğ, sonra Demirtaş Ceyhun, Hayati Asılyazıcı, Levent Kırca ve Hüseyin Haydar ile birlikte çok sayıda sanatçı ve yazarı da seferber ederek, Silivri kalesinin önünde, “Bizi de alın” diye gürlemişlerdi.

         “Berceste mısra” mı diyelim yoksa büyülü parola mı, Halit Refiğ dostum, işte onu bulmuş ve Türk aydınının önüne koymuştu:

         “Beni de alın!”

 

Beni alamazlardı, çünkü

         Bu kampanyaya nasıl katılabilirdim. Birden “beni de alın” dediğimi hatırlıyorum. Ancak beni alamazlardı ki, çünkü zaten duvarın bu tarafındaydım. Hatta “Beni de alın” diye bağırsam, herkes “Beni dışarı alın” diye anlayacaktı.

         O zaman keşfettim. Benim sloganımı, durumum belirlemişti:

         “Beni alamazsınız!”

         Bu sloganın iki vurgusu vardı:

         Beni içeri alamazlardı; zaten içerdeydim.

         Beni dışarı da alamazlardı. Çünkü daha sonra yayımlandı; ABD Dışişleri Bakanlığı kriptolarında, ABD’nin önündeki “engel” olarak mimlenmiştim.

 

Durumumuz çok sağlamdı

         O anda durumumun çok sağlam olduğunu anladım. İster duvarın bu tarafından bakın, ister duvarın öte tarafından bakın, beni alamazlardı!

         Geçende ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin Gaziantep’teki halıcının duvarında bile, İşçi Partisi Genel Başkanı’nın resmini aradığını okuyunca, konumumun sandığımdan da sağlam olduğunu saptadım. Onlar bizden korkuyordu.

         Biz, Tekirdağ, Silivri 4 Nolu, Silivri 1 Nolu duvarlarında Başkan Bush veya Obama’nın resimleri var mı diye merak etmemiştik. Biliyorduk ki, oralara onların resimlerini asmazlardı. Onlar bizim hayalimizi görüyor, ama biz onların hayaline rastlamıyorduk. Hayal görmediğimiz için kendimize güvenimiz arttı.

 

Duvarın iki tarafı

         Tekrar Halit Refiğ’in “Beni de alın” sözüne dönersek, bu söz fazlasıyla diyalektik. Duvarın hangi tarafından baktığınıza göre anlam kazanıyor. Duvarın bu tarafına geçtiğiniz zaman, kimse sizi alamıyor! Acaba duvarın o tarafında olmak mı yoksa bu tarafında olmak mı korkulacak bir durum?

         O zaman, ne seçkin yazarımız ve ne de Türker Ertürk Amiralimizin korkuları için hiçbir neden kalmıyor.

         Duvarın bu tarafına şöyle bir bakın, 3 parti başkanı, 43 general ve amiral, 8 milletvekili, 2 kulüp başkanı, yüzlerce aydın, subay ve milli sporcu olduk. Fikret Otyam ağabey, “5. Ordu” adını verdi. Kanımca en güçlü ordu, duvarın bu tarafındadır. Çünkü seçme birliklerden oluşuyor. Atatürk Devrimcisi!  Fenerbahçe dahi duvarın bu tarafındadır. Herkes Ergenekoncu oldu.

         Gazetelerden okuyorsunuz; hepimiz duvarın bu tarafında özgürce konuşuyoruz. İçimizde BOP Eşbaşkanlarına, hakimlere ve savcılara hakaretten yargılanmayan kalmadı. Hakaret eden yok. Her sözümüzden korkuyorlar.

         Bütün bunları, duvarın öte tarafındakileri duvarın bu tarafına geçmeye ikna için yazmıyorum. Yalnızca şunu söylemek istedim: Bu tarafta korkulacak bir şey yok!

 

Biz yıkalım diye

         Halit Refiğ dostumun “Beni de alın” gürlemesi, bir meydan okumaydı.  

         Bizlerin duvarın bu tarafından, “Bizi alamazsınız” deyişimiz de, bir başka meydan okumadır.

         Galiba çözüm de buradadır. Duvarın iki tarafından da meydan okununca, aramızdaki duvarın büyüsü bozulacak.

         Bakın nereye geldik: Bu duvar, taş duvar değil, korku duvarı!

         Duvarı, korkularımızla örmüşüz.

         “Korku İmparatorluğu”, diyorlar ya, bizim ördüğümüz duvarların üzerinde duruyor.

         “Biz”, o duvarlardan korkuyoruz. Duvarlar ise, bizden korkuyor.

         Çünkü duvarlar biliyor, biz yıkalım diye yapıldılar.