Doğu Perinçek: Attilâ İlhan ve Halit Refiğ’in namus mirası

         Pendik’ten Bakkal Ümit Vehbioğlu arkadaşım, bana yazdığı mektupta çok güzel söylüyordu:

         “En büyük eylem namuslu kalmaktır.”

 

İnönü’nün tarihî eylem çağrısı

         Buradaki eylem kavramı, namusun bir eylemsizlik değil, etkin bir müdahale olduğuna işaret ediyor. Sessiz kalarak, namuslu kalınamıyor.

         İnönü de, Cumhuriyetin namusu adına, Ümit Vehbioğlu ile aynı konumdadır:

         “Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmak mecburiyetindedirler.”

         Bu, bir eylem çağrısıdır!

         Tarihî bir eylem çağrısı ve tarih boyunca geçerli bir çağrı.

 

Namussuzlar diktası

         Bugün Türkiye bir namussuzlar diktası altındadır. Yürürlükte olan, bir namussuzlar rejimidir. Türkiye, namusun bu kadar çiğnendiği bir dönem görmemiştir. Hile, tertip, yalan, pusu, tuzak, kahpelik, kalleşlik: İktidarda olan yöntemler bunlardır. Son Oda TV İddianamesi ve ekleri, aslında yürürlükte olan rejimin namussuzluk eylemlerinin son dosyasıdır.

 

         Bu koşullarda namus, köşeye çekilerek korunacak bir nitelik değildir. Artık hiç kimse görmezden gelerek, duymazdan gelerek, susarak namuslu kalamaz.

 

Urartuların namosu bizim namusumuz oldu

         Yanımda sözlükler yok, hatırladığım kadarıyla namus sözcüğünün kökü Urartu diline kadar uzanıyor. Namos, kanun demek. Bilindiği gibi Urartular, Mittaniler ile akrabaydılar, Asyalı bitişgen bir dilleri vardı. Hitit uygarlığı önemli ölçüde Mittani etkisiyle kurulmuştu. Onların namos’u bizim namusumuz oldu.

 

         Namus, Türkiye halk kültürünün en temel kavramlarındandır. Alevî-Bektaşi kültürü, işte o halk namusunu bugünlere taşımıştır. Unutmayalım, 15. yüzyıl Anadolusunda Türklerin hepsi Alevî-Kızılbaş idi. Köy topluluğu, bugünlere kadar o namusun kalesi olmuştur.

        

Namus birikimi

         Namusun en önemli özelliği, bir başkasına danışmaya ihtiyacınız olmadan bize yol göstermesidir. Kuşkusuz o yol gösterici, doğuştan değil, toplum için elde ettiğimiz birikimle var oluyor. Namus, bu açıdan toplumun binlerce yıllık emeğinin birikimidir; binlerce yıllık tecrübeden süzülüp gelir. Bizim manevi hazinemizdir.

 

Namusun temelindeki emek

         Namusun, tarih boyunca, çeşitli sistemler içinde yeniden tanımlandığı bir gerçektir. Ancak namusun her daim geçerli bir ekseni var. O da emektir. Toplum, sömürücüler tarafından yönetilse bile çarkını emekle çevirir. Emeksiz yaşanamaz, emek olmasa sömürü de olmaz. Bu nedenle emekçileri ezen sistemlerde bile, namusun en sonunda gidip emeğe dayandığını görüyoruz. Çünkü emekçileri ezen sınıflar da, varlıklarını emeğe borçludurlar. O nedenle her toplum, emek ile namus arasındaki ilişkiyi bir türlü kurar. Hiç olmazsa bir Nasrettin Hoca bulur, yine kurar.

 

         Özel çıkarın, kâr peşinde koşmanın ve para kazanmanın, en temel güdü olduğu bir toplumda, namuslu kalabilmek bir başarı oluyor. Oysa toplum çıkarının, elseverliğin (diğergâmlık) en yüksek ahlâk ilkesi olduğu bir toplumda, namuslu olmak sıradan bir yurttaş tavrıdır. Cumhuriyetin yetiştirdiği kuşaklar böyleydi. Cumhuriyet, namus ile emek, namus ile toplum kaygısı arasındaki tarihsel birliği tazelemiş ve ideolojik bağlantıları kurmuştu. Bugün Cumhuriyetimizi kaybederken, namusun da ayaklar altında kaldığına tanık oluyoruz.

 

Namus diye diye gittiler!

         Yüzeysel solcular, namus gibi kavramlara dudak bükerler. Bilimsel sosyalist değil, ekonomisttirler. Erdemleriyle, ahlâkıyla, bütün manevî değerleriyle kültür ile üretim ilişkileri ve üretim güçleri arasındaki bütünlüğün farkında değillerdir.

 

         Türkiye Solunda namus kavramının ağırlığını tartan Attilâ İlhan ve Halit Refiğ olmuştur. Halit Refiğ dostumuzu, üç yıl önce bugün kaybetmiştik. Attilâ İlhan ile birlikte bize namusu bıraktılar.

 

Aşk namus vatan!

         Onların kültürümüze kattıkları en büyük değer, namus kavramını hem tarihsel ağırlığıyla, hem de Cumhuriyetin kazandırdığı yeni değeriyle yeniden tanımlamış olmalarıdır. Elbette eserleriyle.

         Attilâ İlhan’ın “parolası, vatan, işareti namus”tu.

         Halit Refiğ ise, sinemasını üç sözlükle özetlerdi: “Aşk, namus, vatan!” Bu üç sözcük, onun merhabası gibiydi. Değerli eşi Gülper Refiğ ile birlikte evimize konuk geldikleri akşam salona girince, daha oturmadan ellerini iki yana açmış ve “Burada benim filmlerimdeki gibi, aşk, namus ve vatan” var demişti.

        

Aydınlık emeği başa oturttu

Aydınlık, namus ve vatanın başına emek kavramını oturttu.

         Sıralama şöyledir: Emek, namus, vatan.

         Her değerin başı emektir. Emek, insan olmanın tanımıdır.

         Emek varsa, namus vardır.

         Emek ve namus varsa, vatan vardır.

         Vatan, taş ve toprak değildir.

         Vatanı emekle ve namusla yaparız.

        

Kalkın ey ehli namus!

Attilâ İlhan ve Halit Refiğ’in vurguları, şimdi daha büyük anlam kazanmadı mı?

         Cumhuriyeti yıkan Mafya-Tarikat zümresi, bugün namusu da ayaklar altına almıştır.

Cumhuriyetin emeği ezilirken, namus ve vatan da gidiyor.

Demek ki, İnönü’nün namus sahiplerine “cesur olun” çağrısı hâlâ geçerlidir.

         Hiç kimse köşesine çekilerek namuslu kalamaz. Ancak namussuzlar diktasına karşı mücadele edenler namuslu kalabilir.

         Ekim ayının ilk 11 gününde namus timsali insanlarımızı yitirmişiz.

         10 Ekim 1987’ de Behice Boran’ı.

         11 Ekim 1971’de Hikmet Kıvılcımlı’yı.

         10 Ekim 2005’de Attilâ İlhan’ı.