Televizyonları açtığım zaman, Atatürk’ün o sözü hatırıma geliyor:
“Türk milleti birçok asırlar, ne yatığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin mânâsını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.” (Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El yazıları için bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.23, s.20)
Yalnız ve yalnız ezberler ve kalıplar
O zamanlar televizyon yoktu. Bugün var. Düğmeye basıyoruz, sabah namazı vakti üzerine saatlerce tartışmalar. Bir başka düğmeye basıyorsunuz, teravih namazı üzerine yine saatlerce tartışmalar.
Hayattan esinlenen ve hayata yönelik bilgiler ve görgüler değil!
Yalnız ve yalnız ezberler!
Yalnız ve yalnız kalıplar!
Yalnız ve yalnız o kalıpların nakli!
Hayatla ilgisi olmayan, eleştirel aklı reddeden, biricik ispat aracı olarak kitapları ve beyanları kabul eden içi boş, bomboş tartışmalar.
Birkaç saat sonra yine aynı ekranlarda, bu kez kimin eli kimin cebinde programları, kim kiminle ne yapmış, kim kimi aldatmış vb vb.
Aynı insanlar, evet aynı insanlar yine saatlerce, bu kez de bu iğrenç dedikoduların esiri oluyorlar.
Mafya ile tarikatlar arasındaki ideolojik beraberlik, ekranlara böyle yansıyor.
Bu televizyonlara adeta esrar çeker gibi bağlanan bir ahalinin beyninin sulanmaması mümkün değil!
Çöküş alâmetleri
Türkiye, fırtınada dümeni kırılmış bir gemi gibi meçhullere seyrederken, bütün iletişim araçları tek merkezden programlanmış gibi yığınları budalalaştırma görevi yapıyorlar. Yaptıkları tek iş, toplumu bugün yaşanan gerçeklerden ve önünde yığılan sorunlardan kopararak sanal âlemlere çekmek!
Bütün toplum adeta bir ayinde bir meczubun hareketlerini izleyerek başını sallamakta, titremekte ve cezbe halinde dönmektedir.
Bir toplumun, bırakalım 22. yüzyıla ulaşmayı, 10 yıl daha böyle hu çekerek dönmesi mümkün değildir.
Hayattan kopan bir toplumu bekleyen yalnızca çöküştür.
“Aç kalan putunu yer”
Toplumun budalalaştırılması, yabancı güdümlü mafya-tarikat zümresinin saltanatı için şarttır.
Ama o saltanatın sürmesi için bir şart daha var. O da üretimi yapacak emekçidir; kamu hizmetini yürütecek kamu çalışanıdır; sistemin çarkını çevirecek, tekniği kullanacak insandır!
O insanın beynini sulandırdığınız zaman, çark da dönmez. Ve Hz. Ömer’in kendi tecrübesine dayanarak söylediği gibi, “Aç kalan insan putunu yer.”
Toplum da, doğanın bir parçasıdır ve ne kadar çürürse çürüsün, en sonunda tıpkı doğa gibi kendini tazeler; tazelemiştir; tazeleyecektir.
Bütün sistemler çökerken, meleklerin cinsiyetini tartışmıştır. Ama o melekler, o sistemi, budalalaştırdığı ve ezdiği toplumun elinden kurtaramamıştır.
İntihar saldırısı
Televizyonlardaki o programlar, bir yönüyle karanlıklara yuvarlandığımızı yansıtıyor. Ama aydınlık bir haber de var o karanlıklarda! Toplumu budalalaştıran bir sistem, kendi çıkmazında debelenmektedir. Özgürlüğü boğanlar, üretici gücü boğanlar, kendi bataklarında boğulmuşlardır. Hayatla savaşanların varacağı başka bir yer yoktur.
Aydınlık gazetesi ve Ulusal Kanal’ı boğma girişimleri, en sonunda bir intihar saldırısıdır.