Eylül ayı ile birlikte Türkiye olağanüstü gelişmeler yaşamaya başladı. Korgeneral Galip Mendi’nin Kandıra cezaevinde tutuklu olan emekli Komutanlara Genelkurmay adına yaptığı ziyaret, Hava Kuvvetleri Komutanı Aydoğan Babaoğlu’nun “Ergenekon’un ne olduğu daha belli değil” şeklindeki açıklaması, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının hep birlikte Güneydoğu’ya yaptıkları ziyaret, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının; Ergenekon Soruşturması kapsamında İşçi Partisi’nde yapılan aramada yasaların ihlal edildiği iddiasını ciddi bularak soruşturma başlatması, Zekeriya Öz hakkında Bakanlık müfettişlerinin yaptığı soruşturmanın tamamlandığı yönündeki haberler, Ulusal Kanal Genel Yayın yönetmeni ve İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever’in sağlık nedenleriyle de olsa tahliyesi vb….
Bütün bunlar yeni bir gelişmenin habercileri olarak ele alınabilir. Ama belki de en önemli olan veya daha doğrusu Türkiye açısından yeni bir sayfanın açılmasında en etkili olacak olan gelişmeler; Almanya’daki “Deniz Feneri” soruşturması ve Türkiye’deki Şaban Dişli olayının ortaya koyduğu AKP ile ilgili yolsuzluk dosyaları olacak gibi görünüyor.
DENİZ FENERİ OLAYI
İnkar edilemeyecek gerçek şudur: Tartışma götürmez belgelerle (Mahkemeye sunulmuş durumda) ortaya çıkmıştır ki, milyonlarca Euro’luk dolandırıcılığa adı karışan Zekeriya Karaman, Zahid Akman ve Mehmet Gürhan; Tayip Erdoğan’ın ya yıllar öncesinden yakın arkadaşlarıdır ya da son yılların gelişmeleri içinde yakın ilişki içinde olduğu isimlerdir.
Sebahattin Önkibar, Yeni Çağ gazetesindeki köşesinde 1993 yılında Melih Gökçek’in referansı ile o zaman RP İstanbul il Başkanı olan Tayyip Erdoğan’ın Zekeriya Karaman ve Zahid Akman ile birlikte Kanal 7 adlı yeni bir televizyon kanalının kuruluşu konusunda kendisiyle konuşmaya geldiklerini anlatır.
Zekeriya Karaman ve Zahid Akman patlak veren büyük yolsuzluk olayında adı en çok geçen kişiler. Zahid Akman, Almanya’da bu olayla ilgili olarak adı geçen hemen bütün kuruluşlarda yöneticilik yapmış.
93 öncesini bilmiyoruz ama Sebahattin Önkibarın tanıklığı ile 1993 yılından sonrası için, Akman ile Erdoğan arasındaki bir kader birliğinden bahsedebiliriz. Nitekim Zahid Akman Tayip Erdoğan tarafından devletin en önemli kurumlarından biri olan RTÜK’ün başına getirilmiş ve hakkında iddialar ortaya atılınca da Akman’ı cansiparane savunmuştur.
Zekeriya Karaman ise bütün bu milyonlarca Euro’luk dolandırıcılığın merkezinde görünüyor. Paraların ciddi bir kısmı doğrudan Karaman’a yani Kanal 7’ye aktarılmış.
Mehmet Gürhan ise Tayip ile Almanya’da omuz omuza fotoğraf çektirecek kadar yakın. Bugünlerde Frankfurt’taki Mahkemede Paraların bir cent’inin bile Tayyip’e gitmediğini kanıtlamak için çırpınıyor.
Dolaysıyla ortaya şöyle bir manzara çıkıyor. Tayip Erdoğan’ın yakın arkadaşları organize bir suç örgütü oluşturmuşlardır. Bu gerçeğin ortaya çıkmış olması, Tayip Erdoğan’ın her türlü ölçüyü kaybetmesine, hukuku unutmasına ve özlediği Ortaçağ düzenine ait bütün keyfilikleri ortaya koyan tutumlar içine girmesine yol açtı.
AYDIN DOĞAN İLE KAVGA
Tayip Erdoğan ve ittifak ettiği güçler son bir yıl içinde basını kontrol altına alma yolunda önemli bir mesafe aldılar. Fethullah’ın basın alanında ele geçirdiği yeni mevziler, Tayyip’in Çalık grubuna aldırdığı Sabah ve Atv, gene Tayyip’in baş destekçisi durumuna gelen Hedef grubunun Star’ı, hep beraber düşünüldüğünde basın yayın dünyasının yarısı Tayyip’in emrine girmiş oluyor.
Geriye kalan yüzde 50 de kararlı olarak İktidarın karşısında değil. AKP’nin hışmına uğramamak için, yapılan kanunsuzluklara göz yummalar bu cenahta da sık sık görülüyor.
Ama diktatörlük özlemcisi, gerçeğin birazcık da olsa yazılmasından hazzetmez. Bu tavrın uç noktası Abdülhamit’ döneminde “Yıldız”, “Burun” vb gibi sözcüklerin yazılması ile ilgili olarak anlatılan hikâyelerdir.
Tayyip’tede yavaş yavaş, “Abdülhamit semptomları” görülüyor.
Basından Doğan grubunun temizlenmesini amaçlayan bu kavga nereye kadar gidebilir? Bundan sonra Ertuğrul Özkök’ün büyük özlem ve istekle dillendirdiği “uzlaşma” olabilir mi?
Zor görünüyor. Bundan sonraki durak, ya bütün muhaliflerin temizlenerek veya sindirilerek Amerika’nın “Ilımlı İslam Diktatörlüğü”nün kurulması, ya da Türkiye’nin Tayip Erdoğan’dan kurtulması olacaktır.
BÜYÜYEN CEPHE
Son olarak Devlet Bahçeli’nin, “Deniz feneri” olayı üzerine Tayyip’in aldığı tavra gösterdiği tepki önemlidir. Devlet Bahçeli bilindiği gibi bugüne kadar en kritik anlarda Tayip Erdoğan’a sunduğu destek ile biliniyor.
2003 yılındaki erken seçimden Türban Yasası’nda verilen desteğe; ve nihayet Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine kadar her kritik noktada MHP desteğini esirgemedi.
İşte bu MHP, şimdi AKP’ye yönelik zehir zemberek bir suçlama yaptı.
AKP’nin yanında Amerika ve Fethullah var. Karşısında ise bütün Türkiye…
Bu tablodan AKP’nin zaferle çıkması mümkün görünmüyor. mbgultekin@ip.org.tr