Ergenekon Davasının 141. Duruşmasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Genel Sekreter Av. Nusret Senem ve Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek avukatları çeşitli konularda açıklamalarda bulunarak, Perinçek, Senem ve Çiçek’in derhal tahliye edilmelerini istediler.
Mahkeme Başkanı Köksal Şengün'ün karşı oyu ile Mahkeme tahliye istemlerini reddederek, duruşmayı 19 Nisan'a erteledi.
• AV. MEHMET CENGİZ:
“Geldiğimiz noktada, ‘kuvvetli suç şüphesinin varlığı’ tersine dönmüştür. Bu CD’lerin kanunsuz bir arama ve uygulama sonucunda dosyaya ithal edildiği konusunda ‘kuvvetli suç şüphesi’ doğmuş ve bu husus şüphenin ötesinde Ankara C. Başsavcılığı’nca iddianameye dönüştürülmüştür. Haklarında delil kalmayan Perinçek, Senem ve Çiçek derhal serbest bırakılmalıdır.”
• AV. HASAN BASRİ ÖZBEY:
“Doğu Perinçek, hakkında ileri sürülen sadece beş delil vardı ve beşi de yok hükmündedir. Hükme esas alınamayacak, dosyada tutulamayacak bu sözde, çöpten toplanmış, çürümüş ‘delillerin’, psikolojik savaş malzemelerine konu edilen iftira ve uydurmaların, tutukluluğun devamına gerekçe yapılması hukukla, vicdanla, adaletle açıklanamaz.”
• AV. SERVET BORA:
“Zifiri karanlığın sonundayız, şafak sökmek üzeredir. Büyük Milletin, Gazi Paşanın buyurduğu gibi mutlaka tarihi vasıtaya müracaat edecektir. Bu tarihi vasıta her zaman geçerlidir. Şimdi daha fazla geçerlidir.”
• AV. OSMAN AYDIN ŞAHİN:
“Silivri’de özel mahkeme kurduk diyen Tayyip Erdoğan, Beşir Atalay ve AKP hakkında Anayasa’nın 100. Maddesi gereğince işlem yapılmasının sağlanması için gerekli başvurular yapılmalıdır”
• AV. HÜSEYİN GÖKÇEARSLAN:
“İzinsiz tanıklık yapan Mehmet Eymür ile onun ifadesini alan savcılar ve emniyet görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulsun”
İşçi Partisi Genel Merkezi’nde 21 Mart 2008 günü yapılan aramanın kanunsuz olduğunu tespit eden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 10 polis şefi hakkında kamu davası açtığını belirten Av. Mehmet Cengiz şunları söyledi;
“İşçi Partisi binalarında ve müvekkillerin konutlarında yapılan yasadışı aramalarda bulunduğu iddia edilen binlerce belge, CD ve bilgisayar kayıtlarına, yasaya aykırı yöntemlerle el konulmuş olsa da; itiraz etmiyor, bunların hepsini kabul ediyoruz.
İtiraz ettiğimiz ve müvekkillere ait olmadığını, aramalarda bulunmadığını, dosyaya sonradan ithal edildiğini söylediğimiz 4 adet CD vardır. Bu CD’ler İddianamenin, hatta yalnızca bu İddianamenin değil, tefrika halinde çıkarılan diğer iddianamelerin de temel dayanağı olarak sunulmuştur.
“Yargıtay’a saldırı”, “NATO tesislerine sabotaj”, “Büyükanıt’a suikast” gibi afakî ve dayanaksız çıkarsamalarla suçlama konusu yapılan bu CD’lerin müvekkiller ait olmadığı, aramalarda bulunmadığı yargılama sürecinde açıkça anlaşılmıştır:
1. Bu CD’ler arama tutanaklarında yoktur, aramalarda bulunlar arasında yazılı değildir.
2. Bu CD’lerden birinin içeriği (Yargıtay krokisi), 24 Mart 2008 tarihli Taraf gazetesinde, 21 Mart 2008 günü İşçi Partisi Genel Merkezi’nde yapılan aramada bulunduğu iddiasıyla yayınlanmıştır. Haberde yer alan ve ele geçen bu CD’de bulunduğu iddia edilen “Yargıtay krokisi”nin, aramadan 8 gün önce, 13 Mart 2008 günü Taraf gazetesinin İstanbul bürosundan Ankara bürosuna fakslanmış olduğu ve daha İstanbul’a getirilen arama çuvalları açılmadan, 23 Mart 2008 günü baskıya verildiği saptanmıştır (Ek-1).
3. Bu CD’lerin dosyadaki ilk izine, Savcı M. Ali Pekgüzel’e ait olduğu anlaşılan el yazılı notta rastlıyoruz. Bu tarihsiz notta şöyle denilmektedir:
“İşçi Partisi Genel Merkezi’nde yapılan arama sırasında ele geçirilen CD’lerin incelenmesi sırasında ‘Yargıtay’ isimli dosya içinde 1 adet Yargıtay binasına ait kroki ile ‘Krokinin Açılımı’ isimli dosyada krokinin açıklaması görülmüştür.” denilmektedir.
Bu not, önce 22 Ocak 2009 günlü duruşmada gündeme gelmiş. Bir ay sonra 23.02.2009 günü tekrar gündeme gelip de el yazısının incelenmesi ve suç duyurusu yapılması istendiğinde, bir ay boyunca sessiz kalan Savcı M. Ali Pekgüzel, 24 Mart 2009 günlü oturumda söz alarak, bu notun kendisine ait olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.
4. Daha önce de arz etmiştik. Ankara C. Başsavcılığı’nca yürütülen konuyla ilgili soruşturmada, İşçi Partisi Genel Merkezinde yapılan ve CD’lerin bulunduğu iddia edilen aramayı yöneten Başkomiser Mehmet Yayla, Komiser Serdar Özer ve Komiser İbrahim Karabulut, İşçi Partisi Genel Merkezinde yapılan aramada el konulan CD’lerin üzerine Av. Mehmet Cengiz ve ve Av. Nusret Senem’in paraflarının alındığı belirtilmiştir.
Mahkemenizce bu husus araştırılmış, bu CD’ler emanetten getirtilmiş ve incelenerek, bunların üzerinde herhangi bir imza bulunmadığı saptanmıştır.
5. Şimdi bu husus, yani bu CD’lerin sonradan dosyaya ithal edildiği hususu, şüphenin ötesine geçmiş, aramayı yapan görevliler hakkında iddianameye dönüşmüştür. Bu iddianame, Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesi’nce de kabul edilmiş bulunmaktadır.
İşçi Partisi Genel Merkezinde yapılan aramanın baştan sona kanunsuz olduğunu saptayan Ankara C. Başsavcılığı, bununla da yetinmemiş, yetki sınırlarını tecavüz ederek arama talebinde bulunan İstanbul C. Savcısı ve aramaya karar veren İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi hakkında Adalet Bakanlığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuştur.
Ankara C. Başsavcılığı, söz konusu CD’lerin dosyaya ithal edildiği anlaşılan İstanbul’daki Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerinin bu eylemlerinin soruşturulmasını da İstanbul C. Savcılığı’ndan istenmiştir.
Şimdi Mahkemenize sunacağımız bu İddianamede, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Kürsüsü’nce hazırlanan Bilirkişi Raporu ile dosyadaki diğer belgele, bu CD’lerin bulunduğu iddia edilen aramanın baştan sona kanunsuz olduğunu göstermektedir (Ek-2).
Ancak, ayrıntısına girmiyoruz. Çünkü amacımız, bir usul tartışması yapmak değil, maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır.
Daha bu olgular ortaya çıkmadan, bu sözde kanıtın sıhhatinden Heyetinizce de kuşku duyulmuş olacak ki, Mahkemeniz resen CD’deki el yazıları ile müvekkil Nusret Senem’in el yazılarının karşılaştırılmasını istedi. Ancak gelen cevabi yazıda, dijital ortamdaki el yazılarının incelemesi için gereken teknik olanaklara sahip olunmadığı belirtildi.
Kanımızca böyle bir incelemeye de gerek yoktu. Açınız bakınız: Bu CD’lerdeki yazılar ile müvekkilin el yazıları arasında en küçük bir benzerlik yoktur. Bu husus, ilk bakışta zaten görülebilmektedir.
Nitekim daha soruşturma aşamasında bu yönde inceleme yapılmış olup Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi Başkanlığı’nın 22 Nisan 2008 tarihli Ekspertiz Raporu’nda “dokümanlardaki el yazılarıyla Hayati Özcan, Hikmet Çiçek ve Nusret Senem isimli şahısların mevcut mukayese el yazıları VSC-2000 ve diğer optik cihazlar yardımıyla karşılıklı olarak incelenmiş ve neticede; aralarında kaligrafik ve karakteristik özellikler yönünden ilgi ve irtibat tespit edilememiş”tir denilmiştir (Ek-3).
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde, tutukluluk için aranan birincil ve temel koşul, “kuvvetli suç şüphesinin varlığı”dır.
Şimdi geldiğimiz noktada, “kuvvetli suç şüphesinin varlığı” tersine dönmüştür. Bu CD’lerin kanunsuz bir arama ve uygulama sonucunda dosyaya ithal edildiği konusunda “kuvvetli suç şüphesi” doğmuş ve bu husus şüphenin ötesinde Ankara C. Başsavcılığı’nca iddianameye dönüştürülmüştür.”
Av. Hasan Basri Özbey de, Doğu Perinçek hakkında sadece beş delil ileri sürüldüğünü, bunlarında çürütüldüğünü ve kanuna aykırı olan bu kanıtların çöpe atılması gerektiğini belirterek şunları söyledi:
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek hakkında İddianamede ileri sürülen suçlamalara dayanak olduğu iddia edilen sözde “delil”lerin, delil olma niteliğine haiz olmadıkları, suçla ilgili olmadıkları, hükme esas alınamayacakları tartışmasız olarak ortaya çıkmıştır.
Huzurdaki davanın dosya kapsamındaki iddia ve delillerden öte yargı dışı psikolojik savaş yöntemleriyle sürdürülmeye çalışıldığı vakıadır.
Öte yandan tahliye taleplerinin “mevcut delil durumu, yoğun şüphenin devam etmesi” gibi gerekçelerle reddedildiği de malumdur. Bu nedenlerle suçlamaların “delili” diye dosyaya eklenen unsurları yeniden sıralamak ve değerlendirmek zorunlu hale gelmiştir.
Hukuk sistemimiz, kanunlar ve hukukun tanımladığı, suça, suçlamaya dayanak kılınabilecek, yasal yol ve yöntemlerle elde edilmiş, hükme esas alınabilecek delilleri öngörmektedir.
Doğu Perinçek’e yöneltilen suçlamalara dayanak kılınan “deliller” şunlardır:
1. TUNCAY GÜNEY MÜLAKATI
Ergenekon iddialarının ve özellikle Doğu Perinçek’e yöneltilen suçlamaların temel ve neredeyse tek dayanağı “Tuncay Güney Mülakatı”dır. “Tuncay Güney Mülakatı”nda anlatılanlar bütünüyle yalan. Doğru olsa idi, kanuna aykırı elde edilmiş demez, usul kurallarına sığınmaz kabul ederdik. Çünkü müvekkiller, burada halka hesap veriyorlar, başları dik, alınları açık.
Ancak külliyen yalandır. Yalan oldukları öyle sözle, lafla değil resmi belgelerle, mahkeme kararları ile kanıtlanmıştır.
Öte yandan Türk Hukukunda “mülakat” olarak adlandırılan bir kanıt yoktur. “Tuncay Güney Mülakatı”nda imza yoktur, kimin, nerede, ne zaman yaptığına dair kayıt yoktur.
Tuncay Güney, televizyonlarda canlı olarak yayınlanan çok sayıda açıklamasında bu “mülakatta” söylediklerinin hemen tamamını inkâr etmiş, zorla alındığını itiraf etmiştir.
Tuncay Güney’in yalan ve iftiralardan ibaret mülakatının, aslında yok olduğu, kanunsuz yolla elde edildiği Mahkemenizce de tespit edilmiştir.
Diğer yandan nerede Tuncay Güney? Neden hakkında dava açılmayarak korunmaya devam ediliyor?
2. MİT’İN ERGENEKON ŞEMASI
Şemada 69 isim var. 6 ismin üzeri açıldı. Mahkemeniz, 63 ismin üzerini açmayıp sakladı ve saygınlık korumasına aldı. Tuncay Güney’in yalan ve iftiralarına dayanarak rapor ve şema hazırlayan MİT ve bağlı olduğu Başbakanlık, bu bilgilerin “saçma sapan”, “bilgi kirliliği”, “maksatlı propaganda” olduğunu resmen açıkladı. MİT’in “Ergenekon Şeması”nda yer alan 69 isimden altısının üzeri açıldı. İsmi açılan 6 kişiden, 4’ü tahliye edildi. Kalan 63 kişi hakkında ne soruşturma ne dava var! Değil suçlanmaları, Mahkemenizce saygınlıklarının zedelenmesi olasılığı bile hesap edildi.
3. İŞÇİ PARTİSİ BELGELERİ
İddianamenin, İşçi Partisi yöneticilerine yönelttiği suçlamanın birinci ve temel kanıtı Tuncay Güney'in Mülakatı ve belgeleridir. Ancak bunlar artık yok, aslında yoklardı da!..
Bunun dışındaki bütün kanıtlar, İşçi Partisi'nin programları, kararları, açıklamaları ve faaliyetidir. İşçi Partisi’nin belgeleri, yasal ve meşru! Suç yok!
Kaldı ki; suç olup olmadığını değerlendirecek olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi. Bunlarla ilgili Mahkemenize düşen bir görev ve yetki bulunmamaktadır.
Burada görülen dava, İşçi Partisi'ni kapatma davası mıdır?
4. TELEFON KONUŞMALARI
Telefon konuşmalarında tek bir suç unsuru yok. Bütün konuşmalar İşçi Partililerin vatanseverlik kayıtları. Hiçbir telefon konuşmasında suç yok!
5. DÖRT CD
Bu dört CD’nin İşçi Partisi’nde ve müvekkillerde bulunmadığı kesin.
İddia edilen belge ve CD’lerden hiç biri, Doğu Perinçek'in cezai sorumluluğu kapsamındaki bir yerde bulunmamıştır. Arama tutanakları ortadadır. Bu yoğun disklerin hiçbiri Arama Tutanakları'nda bulunmuyor.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın arama yapan 10 polis şefi hakkında aramanın bütünüyle kanunsuz olduğunu tespit ederek açtığı dava bunu bir kez daha ortaya koydu.
Öte yandan bizzat Mahkemeniz bunu tespit ederek tutanağa kaydetti.
Bütün bunlara karşın, savcılar çöpten toplanan kanıtlarla uydurma ve yalanlara dayanma gayreti içindedir. Bu iddianın, zavallılık ve çaresizliğinin geldiği noktadır. Hukuk dünyasında eşi görülmemiş biçimde savcılığın 10 uydurmayı geri çekmek, düzeltmek sorunda kaldıkları malumdur… İşbu dosyada delil kalmayınca Savcılar, Poyrazköy, Kafes iddianamelerinde yine çöpten toplanan uydurma delillerle psikolojik savaşı sürdürmektedir. Bakın gazete manşetlerine; “Başkan Perinçek’in emrindeyiz”, “Kalan muhimmatı dağıtın” yalan ve uydurmanın bini bir para… Servis edilen uydurmalar, iftiralar gazete manşetlerini süslemeye devam etmektedir. Bu kabul edilemez.
Hükme esas alınamayacak, dosyada tutulamayacak bu sözde, çürümüş “delillerin”, psikolojik savaş malzemelerine konu edilen iftira ve uydurmaların, tutukluluğun devamına gerekçe yapılması hukukla, vicdanla, adaletle açıklanamaz.
Buna karşın Sayın Doğu Perinçek’in tutukluluk halinin devamına karar verilmesi düşünülemez, kabul edilemez bir hukuk katliamı olacaktır.
Tüm bu gerekçeler ve açıklamalar Sayın Nusret Senem ve Sayın Hikmet Çiçek için de aynen geçerlidir. Aynı etki ve sonuçlara sahiptir.
Haklarında suçlamaya dayanak kılınabilecek yasal hiçbir kanıt bulunmayan müvekkiller İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem ve İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek’in bihakkın tahliyelerine karar verilmesini dileriz.”
Av. Osman Aydın Şahin: Tayyip Erdoğan, Beşir Atalay ve
AKP hakkında yasal işlem yapılsın
AKP tarafından, Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla Ocak 2010’da yayınlanan “Demokratik Açılım Süreci” başlıklı broşürde “Gerekli hallerde farklı mahallerde özel amaçlarla sorgulama ve yargılama yapılabilir. Şu anda Ergenekon davasının Silivri’de görülmesi… bunun en tipik örneklerindendir.” sözleri yer almıştı.
26 Şubat 2010 günlü oturumda, bu sözlerin sadece Mahkeme üyelerinin şahsına ilişkin olmayıp Türk Yargısına hayâsızca saldırı olduğunu, görmezden gelmenin mümkün olmadığını belirterek, anılan broşür getirtilerek, Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticileri hakkında yasal işlem yapılmasını talep etmiş idik.
Sayın Mahkemeniz, duruşma arasında verdiği ara kararıyla, bunun davaya bir yenilik katmayacağı gerekçesiyle talebimizi reddetmişti.
Bu ara kararınıza yanıt, bu karardan aldığı cüretle AKP’nin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dan geldi. Hükümet Sayın Mahkemenizin, özel ve ayarlanmış olduğunu yineledi.
AKP Genel Merkezi’nin 15 Mart’ta Küçükçekmece’de düzenlediği “Türkiye Buluşmaları” adlı programda konuşan Beşir Atalay, “suçluların” Silivri’de yargılandığını ve “Danıştay saldırısını kimlerin yaptırdığının ortaya çıktığını” iddia etti.
Atalay şunları söylüyor:
“Danıştay saldırısını kim yaptırmış? Hükümet mi yaptırmış? Hükümetin mi sorumluluğunda? Şimdi kimin yaptırdığı açığa çıktı değil mi? İstanbul’da, Silivri’de özel bir mahkeme kuruldu. Orada büyük bir yargılama var. Danıştay’da hâkimi katleden kişi de, diğer suçlular da şimdi Silivri’de. O komploların, o karanlık oyunların içinde bunun nasıl yapıldığı şimdi orada soruşturuluyor. Yani o günlerde çok özel olarak kurgulanmış Danıştay saldırısı Ergenekon dosyası içinde Silivri’de yargılanıyor. Kimin yaptırdığı da ortaya çıktı.”
Siz burada kovuşturma yapmaya devam edin. Usulü işlemleri tamamlamak gerekçesiyle Danıştay sanıklarını tekrar tekrar ama gereksiz yere dinlemeye, Ankara’da çözülmüş hususları yeniden çözmeye çabalayın… Nafile, Bakan Atalay, davanın içine girmiş, çoktan hüküm kurmuş ve bunu ilan etmiştir. “Özel Mahkeme”ye de, AKP’nin hükmünün altına imza atmak kalıyor.
Tayyip Erdoğan’dan sonra Beşir Atalay’ın kanunsuz tavrı önlenebilirdi.
26 Şubat 2010 günlü talebimiz kabul görse ve AKP’nin, Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımladığı Türk Yargısına saldırı içeren broşürünün getirtilmesine karar verilseydi, Atalay ve diğerleri Mahkemenizi zan altında bırakan, toplumda Mahkemenize olan güvenini sarsan beyanlarda bulunma cüretini gösteremezlerdi.
Başından bu yana hükümet mevzilerinden, ABD, Avrupa Birliğinden ve çeşitli, çevrelerden mahkemenize müdahaleler olduğunu buna izin verilemeyeceğini, Mahkemenizin bu hukuk dışı kanunsuz müdahalelere izin vermemesi gerektiğini ifade ettik. Örneğin Avrupa Birliği’nin son müdahalesi üzerine, tepki gösterilmesi gerektiğine ilişkin talebimiz hakkında karar vermek üzere AB kararının Türkçe çevirisinin getirtilmesine karar verdiniz. Ancak halen bir karar oluşturulmuş değildir. Bu tür istekler zamana yayılarak unutturulmaktadır.
Şimdi Bakan Atalay’ın, milletin gözü önünde yapılan bu açıklamalarına “önce kayıtlar gelsin sonra bakarız” şeklinde yaklaşmak kabul edilemez. Bu durum mahkemenizi zan altında bırakmaya devam etmektedir.
Türk Yargısı, iktidarın, kanunsuz müdahaleleriyle kuşatma altındadır. Mahkemeniz ise açıkça yönlendirilmekte ve baskı altında tutulmaktadır. Türk Yargısı, bu kuşatmaya isyan etmektedir. Sizden Tayip Erdoğanların, Beşir Atalayların kuşatmasına, size dayatılan Gladyo hukukuna karşı çıkmanızı, Türk Hukukunun gereklerini yapmanızı istiyoruz. Bu tavır, sizler için bir takdir sorunu olmayıp, Anayasal görevdir.
Sayın Mahkemenizden, Anayasayı ihlal ederek, yargı bağımsızlığına müdahale eden, adil yargılamayı eylemli olarak etkileme girişimlerini sürdüren Recep Tayyip Erdoğan, Beşir Atalay ve AKP hakkında, Anayasanın 100. maddesi ile TBMM İç Tüzüğünün 107.maddesi ve ilgili mevzuat uyarınca işlem yapılmasının ve cezalandırılmalarının sağlanması için gerekli başvuruların yapılmasını talep ediyoruz.
Av. Hüseyin Gökçearslan ise, Mehmet Eymür’ün izinsiz olarak
ifade vermesi hakkında işlem yapılmasını istedi. Gökçearslan şunları söyledi:
26.10.2010 günlü oturumda talebimiz üzerine yazılan tezkereye MİT Müsteşarlığı’ndan verilen yanıtta, Mehmet Eymür’ün ifadesinin alınması için kurumca izin verilmediği, izin talebinde de bulunulmadığı bildirilmiştir.
2937 sayılı kanununun “Tanıklık” başlıklı 29. maddesinde; “Görevin gizliliği ve Devletin çıkarlarının zorunlu kıldığı hallerde MİT mensuplarının tanık olarak dinlenebilmesi, MİT Müsteşarı’nın iznine bağlıdır” deniliyor.
MİT Müsteşarlığı cevabi yazısıyla, soruşturma aşamasında ifadesine başvurulan Mehmet Eymür ile yasaya aykırı olarak ifade almış bulunan 188109 ve 204677 sicil numaralı görevliler ile CMK’nun 251. maddesi uyarınca soruşturmadan doğrudan sorumlu olan ve bu ifadeyi kanıt olarak dosyaya sunan savcılar, 2937 sayılı Kanun hükümlerini ihlal etmişlerdir.
Öte yandan yasaya aykırı yolla elde edilen Mehmet Eymür ifadesi, delil niteliğinde değildir.
Bu nedenlerle; yasaya aykırı olarak alınan ve dosyaya eklenen Mehmet Eymür ifadesinin dosyadan çıkarılmasına; Mehmet Eymür ile yasaya aykırı olarak ifade almış bulunan 188109 ve 204677 sicil numaralı görevliler ile CMK’nun 251. maddesi uyarınca soruşturmada doğrudan sorumlu olan ve bu ifadeyi kanıt olarak dosyaya sunan savcılar hakkında işlem yapılması için ilgili mercilere suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesini dileriz.
Av. Servet Bora ise şunları söyledi:
Şu vatan yaptığımız ve kanla suladığımız coğrafya, bir taraftan Asya, bir taraftan Avrupa, bir taraftan Afrika ve de Kafkasya’yla çevrili ve büyük Milletimizin kısrak başı gibi girdiği Anadolu toprağı bir rüzgar memleketidir. Bu vatan dün ve bugün işgalcilerin iştahını çekmiştir. Hemen söyleyeyim ki; bu Millet bu coğrafyada değil de Avustralya’nın bir köşesinde mukim olsaydı Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana bin türlü cefayı çekmeyecekti. Bu bizim kaderimizdir. Öyle bir kader ki; sarı ırktan olmadığı için Asya, Hıristiyan olmadığı için Avrupa ve de 600 sene İslam’ın kılıcını ehli saibe karşı kullandığı için Araplar karşımızdadır.
Meselenin fazla ayrıntısına girmeden 1914-1922 arasındaki Türk’ün canhıraş mücadelesini ne Batı, ne Amerika hazmedememiştir. Dün de böyleydi, bu gün de böyledir.
Lozan Barış Anlaşması’nı bir türlü hazmedemeyen Amerika, bu gün de Cumhuriyeti ve Türk Zaferini hazmedememiştir. Bu konuda Amerika Temsilciler Meclisi Üyesi D. Upshaw (Apşov), 1927 yılında Meclis’te yaptığı konuşmada aynen;
“Lozan Anlaşması Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerinde oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün –ki bu diktatör Mustafa Kemal’dir-, zekice yürüttüğü politikaların bir toplamıdır. Bu canavar savaştan bıkmış bir dünyaya tüm uygar uluslara onursuzluk getiren bir anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk Zaferi dediler ve büyük sermaye grupları, ticaret erbabı ve bazı din temsilcileri bile Türkiye’nin uygar uluslar masasında, uluslar arası bir konuk durumuna yücelterek, Amerika’yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler.”
Arz ettiğim bu ifadeden de anlaşılıyor ki ve bugünkü ortamda tahlil ettiğimizde Amerikan yayılmasının ve despotizminin hala devam ettiğini kabule etmek durumundayız.
Ortadoğu’nun, daha doğrusu Orta Asya’nın anahtarı Anadolu coğrafyası üzerindeki emelleri apaçık ortadadır. Birinci Dünya Harbi’nde bile Amerika’nın bu rolü çok açık olduğu halde her nedense tarihçiler tarafından gözlerden saklanmıştır. Hatta “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”nde belirttiği “vatanın her köşesi cebren ve hileyle” sözündeki hile, hiç hesapta yokken müstevlilerin Yunan’ı kullanmasıdır.
Hile de sökmedi; Mustafa Kemal önderliğinde bu Millet çılgına döndü. Şair Necip Fazıl, Tohum isimli eserinde, bu canhıraş mücadeleyi şöyle ifade ediyor;
“Kemik, çeliği kesti; kağnı tayyareyi geçti!”
Batı, Lozan’a rağmen Türk Milletini hiç affetmedi. Dün Osmanlı’ya oynanan oyun biraz önce sözlerini naklettiğim Apşov’un lisanıyla Amerika tarafından oynandı ve oynanmaya devam ediyor.
Kanla ve irfanla Cumhuriyetimizi kurduk. Bugünkü çok karanlık tabloya rağmen Cumhuriyeti ne pahasına olursa olsun yaşatmak isteyen büyük Türk Milleti vardır. Bu hedefi Gazi Mustafa Kemal, Ocak 1923’de İzmit’te gazetecilerle yaptığı bir toplantıda kısaca şöyle anlatıyor:
“Bu memleketi şu istikamete sevk ederken bir şey yaptığımızı ifade etmeliyiz. Daima muteber ve mevzubahis olan ekseriyettir. BU MİLLETİN EKSERİYETİ BİZİMLE BERABERSE, FIRKA DEYİNİZ, NE DERSENİZ DEYİNİZ, YÜRÜTMEK MÜMKÜNDÜR. Ekseriyet beraber değilse grup deyiniz, heyet deyiniz buna istinaden inkılâpta muvaffakiyet mümkün olmaz… O zaman inkilabın temini için tarihin gösterdiği vasıtaya müracaat edeceğiz.”
Gazeteciler“Kanunda böyle bir şey yok ki!”deyince Gazi Paşa:
“İnkılâbın kanunu mevcut kanunların üzerindedir. Bizi öldürmedikçe ve bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız inkılâbı teceddüt kerane bir an bile durmayacaktır. Bizden sonra ki devirlerde de bu hep böyle olacaktır.”
Bu gazetecilerle görüşmeyi bugüne uygularsak büyük millet, Cumhuriyet Devrimi’nden dönüşü kabul etmeyecektir. Bilhassa bir milat tayin edecek olursak 2002’den beri bu hükümetin yürüttüğü politikalar bildiğiniz gibi eş başkanlık politikalarıdır. Yani bugünkü iktidar Amerika’ya; “bu Cumhuriyete siz düşmansınız, tabii ki ben de düşmanım, beraber olacağız” sözünü vermiş gözüküyor. Zira iktidara gelirken Cumhuriyet ve Atatürk’e karşı bütün söylemleri iltibasa meydan vermeyecek şekilde, propaganda yapmışlardır. Nitekim kim ki Amerika’ya karşı, kim ki PKK ile 30 yıldır çarpıştı, kim ki bu hayasız politikalara karşı çıktı, bütün siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler, komutanlar huzurunuzda bedel ödüyorlar.
Şuna inanıyorum ki, saatin sarkacı solda ve sağda aynı açıyı yapar. İnanıyoruz ki, hıyanet de, ama en kısa zamanda hesap verecektir.
Şu anda bir karanlık tablo çizdim ama maalesef doğrudur. Şunu da ifade edeyim ki zifiri karanlığın sonundayız, şafak sökmek üzeredir. Yani Büyük Millet, Gazi Paşanın buyurduğu gibi TARİHİ VASITAYA MÜRACAAT EDECEKTİR. Bu tarihi vasıta her zaman geçerlidir.