Eğitimci, Yazar Mahiye Morgül, Tekel direnişçilerine ilişkin gözlemlerini yazdı. Morgül'ün yazısını sunuyoruz.
Üretim aracına gözü gibi bakan yapıcı sınıf
3 Şubat 2010 günü, onlarla birlikte bir günlük açlık grevi yaparak açlık grevindeki TEKEL İşçilerine destek verdim. 22 Ocak’ta da pankart yazıp gittim, aralarında dolaştım, grupların ocak başlarına misafir edilmiştim. 3 Şubat günü ise, Tokat çadırındaki kadın işçilerin arasında sabahladım. Çadırları dolaşıp sohbetlere katıldım. Onları dinledim, onlarla dertleştim.
Tokat TEKEL’de 3 bin işçi çalışırmış. 20 yıllık işçi Yücel, “Benim makinemi aldıkları zaman…” diye başlıyor söze. Makinesini evladı gibi sevdiğini anlıyorum. Geçen yıl söküp Samsun’a Amerikan sigara tekeli Tobakko’ya götürmüşler. Makineler yenilenmiş ve hepsinin parası da bize ödettirilmiş. Taktıkları gibi söküp götürmüşler, devredilmiş fabrikayı satın alan Amerikan şirketine.
“Makinem” dediği makinesini anlatmasını istedim. Gözleri hüzünleniyor anlatırken. Bir bebeği bakar gibi bakarmış makineye. Her gün makinenin sabah temizliğini yapar, akşamdan sıkılan yağların taşmış kısımlarını temizler, her malzemeyi birer birer yerleştirir güne öyle başlarmış. Tıkır tıkır işlemelidir makine, hiç aksatmamalıdır. Ekmek teknesidir o makine…
Çıkartıyor cep telefonunu, video filmini çekmiş makinenin, uzatıyor bana. Makinesini çalıştırırken, onu sabah üretime hazırlarken çekmiş. Bana göstererek anlatıyor, “Bizim önceki makinelerimizin kullanma süresi 15 yıl idi. Biz onları öyle temiz kullandık ki, 20 yıl aynı verimlilikte çalıştırdık. Yeni makineleri getirdiklerinde, onlar daha hızlı üretiyordu ama eski makinelerimiz eskimemişti. O zaman da çok üzülmüştüm. Bunları söküp götürdüler Samsun’a. Hepimiz ağladık. Kapanacağımızı o zaman anladık…”
Tayyip kadın işçilerimizin kararlılığından korksun
Hafta sonu iki kızını da alıp kocasının yanına gelmiş Nazmiye. 6.sınıftaki kızı test çözmekle meşgul, soluk ışıkta kıvrılmış bir kenara. Küçüğü 2.sınıfta, tatil ödevi Pollyanna’yı bitireceğim diye uğraşıyor, gözlerinde iri mercekli gözlükle. Annesi, kitabın içindeki okunaksız yabancı isimlerden şikâyetçi, çocuk durmadan annesine soruyor nasıl okuyacağını. Onları çizip üzerine, “Fatma nine, Ayşe teyze gibi adlar koyun” dedim. Arasında sesli harf olmayan tuhaf adlar koymuşlar, eskiden böyle değildi. Çocuklarımızı mahveden bir sisteme geçirildiğimizi anlatıyorum annesine. “Anlamlı bir tek soru yok, cevabı tek olan bir soru da yok. Yorum yapmakla geçiyor, kurallar bilgiler açık net verilmiyor” diyor annesi. Fark etmiş aileler, ama nedenini anlayamıyorlar. Bu zihinsel çökertme TEKEL’i çökertme kadar önemli.
Belli ki kızlarına iyi bir anne ve iyi bir öğretmendiler. Ona önerilerim oldu. “Haftada bir günü çocuklarla birlikte köyde geçirmeyi planlayın, doğayla iç içe olmak onları kurtarabilir. Gerçek hayvanları, gerçek tabiatı görsünler. Bu kitapları da okul müdürünün masasına bırakın, o da veliler istemiyor diye bakanlığa baskı yapsın. Dersi öğretmen tahtaya yazsın, çocuklar defterine yazsın. Siz iktidarı alıp bana görev verin, sosyal müfredata göre yenisini hem de uzun yıllar kullanılacak kitaplar yazalım” dedim.
Tokat çadırında sabaha kadar birbirimizi ısıtarak dip dibe sokularak uzandığımız Turhallı Duygu, kocasıyla birlikte burada. Kocası hemşerim çıktı, Cimil’li (Rize İkizdere) Akkaş’lardan. “Kocan Deniz Gezmiş’in köylüsüdür” dedim. Çadırın diğer tarafında uzanan kocasını gösterdi, gözlerimizle selamlaştık. İnanılır gibi değil, bu kadar mı Deniz Gezmiş’e benzer! Kesinlikle bir akrabalık vardı. Duygu, kocasıyla birlikte burada olan sayısız direnişçi kızımızdan biriydi.
Tokatlılar Tek-Gıda İş Başkanı Mustafa Türker ile ayrıca gurur duyuyor. “Bizim aramızdan çıktı” diyorlar. Mustafa Türker, adı Türk işçi hareketi tarihine yazılacak bir işçi lideri bugün, onun hemşerisi olmak elbette Tokalıların haklı gururudur.
Diğer yanımda Nurşen, bana yer açmıştı gece. Şekerli sıcak su hizmetimizi de o yaptı. Açık öğretimden ana sınıfı öğretmenlik diploması var. “4-C’ye gidersem beni özel eğitime verecekler” dedi. Yıllar önce aldığı diplomayla hiç ilgisi yoktu. Ona orda üçüncü sınıf insan muamelesi yapacaklarından endişeli, istemiyor bunu. Eğitim yazılarımın ve kitaplarımın içinde kayıtlı olduğu bir CD verdim ona, dilerim işine yarar.
Sabah Tokat yerel televizyonundan çadıra geldiler, beni çektiler, başımda kırmızı kurdele vardı, destek için açlık grevi yaptığımı haber edeceklerdi. Arkasından başka fotoğrafçılar geldi çekti. Galiba ilk destek açlık grevi yapanlardandım. 60 yaşında bir 68’li eğitimci yazarın desteği direniş notları arasına giriyordu.
Az sonra sobanın yanına, iki yabancı kız geldi oturdu, aynı model desenli beyaz türbanlıydılar. Türban mağduru olduklarını anlatmaya başladılar, kimse onları dinlemedi. Karşıdan bir işçi kadın, o da normal başörtülüydü, “7 yıldır başbakanları var, neden mağduriyetlerini bitirmedi, şimdi mağdur biziz” cevabını verdi. Herkes dışarı çıktı, yanlarında kimse kalmadı.
Getirdiğim kırmızı bereler sahiplerini buluyor. Beşinci kırmızı bere Bursa İnegöl’den Banu kızıma kısmet oldu. İnegöl çadırında Muşlu Nazan, Adıyamanlı Fahriye, Bursalı Banu sohbeti derinleştirdik.
Nazan, “Keşke daha önce direnseydik.” dedi. Dertliydi, kocası bu gece iki çocuğunu getiriyordu, bundan memnun değildi, sıkıntılıydı. Kocası TEKEL İşçisi değildi. Açlık grevinin akşamı onu Adana’ya kayınvalidesinin yanına götürecekti, direnişi terk etmek istemiyordu. Kocasından telefon geldi, az sonra burada olacaklardı, “Çocukları arabada bırakma buraya getir” dedi. Yandaki kızımız kulağıma, “Biz bir de kocalarımıza karşı mücadele veriyoruz…” diye fısıldadı. Nazan’ın yüzünü hiç unutmayacağım, kocası az sonra geldi, yanında çocuklar yoktu, çadırın dışına çıktılar, arkadaşları da, adamın etrafını sardılar, konuşmaları duyulmuyordu, kocası gülüyordu, ama Nazan hiç gülmüyordu. Kocasına burada olmak istediğini bakışlarıyla anlatıyordu. Akşamdan beri baş ağrısının nedeni demek oydu, açlık değildi. İstemeye istemeye çocuklarının yanına arabaya gitti ve oradan da Adana’ya kaynanasının yanına. Direnişi desteklemeyen bir kocayla o gece o uzun yollar nasıl geçerdi acaba?
Nazan’ı o akşam birine verdiği bir cevaptan unutmayacağım. Başkent Üniversitesinden bir genç gelmişti çadıra, ona “Haberal’ı arayıp soruyor musunuz?” diye sormuştum. Genç bana, “Bana ne Haberal’dan” dedi. Nazan bu cevabı sevmedi, gence sitemli bir bakış attı. Başı ağrıyordu, ama fişek gibi bir sesle ,“Lütfen bir daha ‘bana ne’ demeyin. Ben bu güne kadar, ’bana ne’ dediğim için çok pişmanım. Keşke daha önce olanlara bana ne demeseydim.” Derin hüzünle söyledi bunu. Dokunsan ağlayacaktı. Sonra kocası gelip onu götürürken anladım ki, ailesi ondan “bana ne” demesini istiyordu. Başka çadırlarda dinlediklerimden de anlıyorum ki, direnişe gelemeyen kadın işçilerin pek çoğunun aynı şekilde “aile baskısı” sorunu vardı.
Kadın işçilerimizin cesaret, kararlılık ve akıllılığından gururlandım. Her biri Türkiye’yi, TEKEL’i Tayyip’in bakanlarından, bürokratlarından çok daha iyi yönetecek ufuk genişliğine ve iş-üretim bilgisine sahipler. Tayyip korksun kadın işçilerimizin bilinçli kararlılığından…
Aydınlarımız da direniş çadırı açmalı
Üç gün sonra on kadar kadın erkek genç memur dayanışmacı gönüllü olarak, destek için bir günlük açlık grevi başlattı. Malatya çadırında kalacaklardı. Her çadırı dolaşarak destek mesajlarını verdiler. Samsun çadırındaydım onlar içeri girdiğinde. Adlarını sordum, mesleklerini sordum, söylemediler. Tayyip bürokratlarının intikamına karşı bir önlemdi tutumları. Kutladım kendilerini.
Samsun çadırında 3 günlük açlık grevinden çıkmış olanlar vardı. Onlara da, “Kasımpaşalı ne demektir?”, anlatmam için ısrar ettiler. Demek pek hoşlanmışlar benim benzetmemden. Matematik kitabındaki matematiksizlikleri anlatıyordum ki Eğitim Fakültesinden bir akademisyen girdi içeriye. Beni drama çalışmalarımdan tanıyordu, sordu. “Bıraktım dramayı, otizm yapan ders kitaplarını yakıyorum şimdi” dedim. Yırtıp bir sayfa uzattım sobanın önündeki kardeşimize. “Hayır, yakmayın” dedi akademisyen, işçi onu dinlemedi, yaktı, az önce anlattıklarımı çok iyi anlamış ve yine bir sayfa yakmıştı.
Akademisyen bey, kendisi Dünya Bankasının 2005 eğitim programı üzerinde çalışmış, savunuyor onu. Ama OTİZM yapan sonuçlarının belli ki farkında değil. Eğitim Fakülteleri de yakında kapanacak, hiç biri kürsüsünde kalamayacak, verdiği dersi parayla almak isteyen öğrenci bulursa, köşe başında sözüm ona “akademi” adıyla sertifika veren kurs yeri açacak, hiç biri bunu bilmiyor.
TEKEL işçisine destek vermeye gelmiş birçok aydın, maalesef kendi kurumunun başına geleceklerden habersizler. Teknik ve Mesleki Eğitim Fakülteleri kapandı bu yıl, sırada kendileri var, bunu bilmiyorlar, görmüyorlar. Bilseler, bir direniş çadırı da kendileri için açarlar!
Hatay çadırında “medeniyetler” muhabbeti vardı. 68’i merak ediyorlardı. Sorular sordular.
68'de şu anda TEKEL direniş çadırlarının olduğu Sakarya’nın ara sokaklarında biz Amerikan askerleriyle burun buruna gelirdik. Siyah camlı arabayla geçerler, buraya on metre mesafedeki TUSLOG binasına girerlerdi. Miting günlerimizde Amerikan askerlerini nasıl kovaladığımızı ve Sıhhiye’deki Amerikan Bankasını nasıl taşladığımızı anlattım.
Tuslog’u buradan taşıdılar, binasını önce MİT’e, sonra Kültür Bakanlığına devrettiler. Amerikan Bankasının tabelasını Amerikan Türk Dış Ticaret Bankası yaptılar, taşlanmasını önleyemediler, sonra Türk Dış Ticaret Bankası yaptılar, binası yıkılınca ortadan kalktı.
TUSLOG yerinde şimdi Kültür Bakanlığı Sergi Salonu (DÖSİM) var. Maltepe ve Küçük Esat’taki Amerikan asker binaları da boşaltıldı, ortalıkta Amerikan askeri dolaşamaz oldu. Barış gönüllülerini de kovduk, sadece 3 günlük Gazi Eğitim direnişimiz onları tüm Türkiye’den kovmaya yetmişti.
Akçaabat çadırındaydım. Kadırga yaylasında başlayan ABD-İsrail hava üssü hazırlıklarından haberliler. Ama şimdi TEKEL konusuna odaklanmışlar. Kadırga yaylasının öte yakasında Bayburt ve Bayburt TOKİ evleri var. Bayburt’a yaptırılan TOKİ evlerinden Kadırga üssüne bir servislik mesafe kalır. Kadırga Amerikan-İsrail üssünün, temizlik işçisinden bavul taşıyıcı hamala kadar uşaklara ihtiyacı olacak… Ya bu üssün yapımı engellenir, ya da orada hizmetçi olmaya engel olunamaz!
Direniş sürüyor. Hükümetin inadı da sürüyor, gündemi Emine’sinin türbanına çevirtme çabası da sürüyor.
4 Şubat Genel Direniş gününde Rize Çay-Kur fabrikalarından, bir de Elbistan Şeker Fabrikasından gelen haberlere ayrıca çok sevindim. Çok haklı olarak diyorlar ki: “Sıra bize gelmeden 4-C’yi yırtmalı!”
Yiğit TEKEL işçisi, kadın ve erkek sevgili kardeşlerim, direnişiniz kutlu, yarınlarınız umutlu olsun!
Selam olsun serpilip yeşerene, selam olsun Türkiye İşçi Sınıfına!