Türkiye, düşmanını tanımak zorundadır!

Türkiye yeniden, hemen her gün şehit vermeye başladı. İçimize kadar girmiş bir sinsi düşman, bir yandan elimizi, kolumuzu ve gözlerimizi bağlamakta, bir yandan da evlatlarımızı vurarak hedefine ulaşmaya çalışmaktadır.

Türkiye, varlığına ve geleceğine yönelik bu...

Tarih:

Türkiye yeniden, hemen her gün şehit vermeye başladı. İçimize kadar girmiş bir sinsi düşman, bir yandan elimizi, kolumuzu ve gözlerimizi bağlamakta, bir yandan da evlatlarımızı vurarak hedefine ulaşmaya çalışmaktadır.

Türkiye, varlığına ve geleceğine yönelik bu büyük saldırı karşısında bugün tamamen savunmasız bir konumdadır. Bir ülke, dost ve düşmanlarını doğru olarak saptamadan hiçbir savunma tedbiri alamaz.

Bugünün Türkiye’si, ne yazık ki tam da bu durumdadır.

Stratejik müttefik mi, stratejik düşman mı?
Türkiye’nin en temel sorunu, “stratejik düşmanı”nı “stratejik müttefik” olarak görme gafletini hala sürdürmesidir.

Amerika, Türkiye’nin stratejik düşmanı olduğunu bağıra çağıra ilan etmektedir. Dışişleri Bakanı Gül Amerika’da iken, bu ülkenin Silahlı Kuvvetler Dergisinde, Türkiye’nin parçalandığını gösteren bir haritanın yayınlanmasının başka bir anlamı yoktur.

Harita’nın yayınlanmasından sonraki günlerde Amerika’nın eski büyükelçilerinden ve Kürt sorunu uzmanlarından Peter Galbraith, “Türkiye’nin, toprakları üzerinde kurulacak bir Kürdistan’ı kabul etmek zorunda kalacağını” söyledi.

Ne, Galbraith kişisel görüşlerini açıklamaktadır; ne de Amerikan Silahlı Kuvvetler dergisi, her isteyenin istediğini yazabildiği bir dergidir.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin olmazsa olmaz koşulu; Türkiye, İran, Irak ve Suriye toprakları üzerinde kukla bir Kürt devletinin kurulmasıdır. Toprak ve nüfus olarak hatırı sayılır bir büyüklüğe sahip ve önümüzdeki yıllarda Ortadoğu’da en önemli silah haline gelecek olan su kaynaklarına hakim böyle bir devlet; Amerikan strateji uzmanı Ralph Peters’in dediği gibi, “Bulgaristan’dan Japonya’ya kadar Batı’ya (Amerika’ya) en bağımlı ülke olacaktır”.

Çok doğru bir saptama. Böyle bir devletin, başka türlü ne kurulması mümkündür ne de yaşaması.

İsrail’e destek, Türkiye’ye köstek
Ve Amerika’nın, böyle bir devletin kurulmasından, hiçbir şekilde vaz geçemeyeceği, Büyükelçi Ross Wilson’un son açıklamalarıyla bir kez daha kanıtlanmıştır.

Büyükelçi, iki günde 13 askerimizin şehit olması üzerine gündeme gelen sınır ötesi harekat tartışmaları üzerine açıkça ve küstahça Türkiye’ye, “Böyle bir harekat yapamazsın!” demiştir.

Aynı Amerika bilindiği gibi bir askerinin kaçırılması üzerine Ortadoğu’yu yangın yerine çeviren İsrail’e, “meşru savunma yapıyor” diyerek arka çıkmış, hatta Güvenlik Konseyi’nden bir ateşkes kararının çıkmasını engelleyecek kadar fütursuzca hareket etmiştir.

Amerika’nın İsrail ve Türkiye politikaları arasında bir çelişme yoktur. Tam tersine iki politika birbirini tamamlamaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi, birinci olarak mevcut İsrail’in güçlendirilmesini, ikinci olarak yeni bir İsrail rolü oynayacak Irak’ın kuzeyindeki kukla devletin; Türkiye, İran ve Suriye’ye doğru genişletilmesini öngörür.

Onun için Amerika, bütün olanaklarıyla bir yandan İsrail saldırganlığını desteklerken, öte yandan kendi ordusunun dergisinde yayınlattığı makalede, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’ndan “işgal edilmiş topraklar” diye bahsederek gelecekte yapılacak bir askeri müdahalenin gerekçelerini oluşturmakta, ülkemize yönelik şiddet hareketlerine ise bugünden hamilik yapmakta ve Türkiye’nin kendini savunma hakkına karşı çıkmaktadır.

ABD ve işbirlikçileri kaybedecek!
Büyük Ortadoğu Projesi işte budur. Türkiye’nin başında ise, “Ben Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım”, “Diyarbakır’ı Büyük Ortadoğu Projesinde bir merkez, bir yıldız yapacağız” diyen bir başbakan bulunmaktadır.

Türkiye’nin; “stratejik düşman”ını, “stratejik müttefik” olarak görme aymazlığının yanı sıra en büyük sorunu; Ankara’da böyle bir Hükümetin işbaşında olmasıdır.

Böyle bir Hükümet işbaşında olduğu içindir ki Türkiye, Amerika’nın uğursuz faaliyetlerine karşı hiçbir tedbir alamamaktadır.

İktidar böyle iken, bugün muhalefet olarak ortada dolaşan partilerin tutumu da çok farklı değildir. CHP, MHP, DYP ve ANAP’ın; Türkiye’nin yüz yüze olduğu tehditler konusunda AKP’den farklı bir politikaları yoktur.

Ama Türkiye, bu partilerden ibaret değildir. Hatta bu partilerin tümünün, artık Türkiye’nin geçmişine ait partiler olduğunu söyleyebiliriz.

Sevindirici olan nokta şudur: Milletimiz, Türkiye üzerinde oynanan oyunların farkındadır. Yüzde doksanlara varan ABD karşıtlığı bunun kanıtıdır. Aynı şekilde yüzde 60’lara dayanan AB karşıtlığı da bir başka önemli kanıttır.

Türkiye’de yükselen eğilim, anti emperyalizmdir, ulusal bağımsızlıkçılıktır. Türkiye’nin yakın geleceğine damgasını vuracak olan bu dip dalgası, Amerika’yı da işbirlikçilerini de tarihe havale edecektir.

İşçi Partisi, yükselen ve geleceğimizi belirleyecek olan bu dip dalgasının partisidir. Bütün halkımızı, ülkemizin yüz yüze olduğu tehditlere karşı İşçi Partisi’nde örgütlenmeye ve mücadeleye çağırıyoruz.