TEORİ Dergisinin Ocak sayısı yine önemli makalelerle dopdolu. Dergide Mehmet Ulusoy’un “Milliyetçilik-Halkçılık bölünmesi ve Emperyalizm milliyetçiliğinin temelleri”, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın “Milliyetçilik”, Ziya Gökalp’in “Halkçılık”, Zenun (Ziynetullah Nuşirevan)’un “Milliyetperver bir adam sosyalist olabilir mi?”, Dr. Arda Odabaşı’nın “İlk Türk ‘Halka Doğru Gitme’ eylemi ve ilk ‘Halka Doğru Gidenler’ ”, Koç Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübü Başkanı Efe Can Gürcan’ın “Çin’de yeni çalışma kanunu hazırlıkları ve tepkiler” yazıları ile Nuri Türkeş’in İngilizceden çevirdiği “ÇKP Merkez Komitesi Ekim 2006 kararları” yer alıyor.
Aşağıda makalelerin özetlerini sunuyoruz.
Milliyetçilik-Halkçılık bölünmesi ve
Emperyalizm milliyetçiliğinin temelleri
Mehmet Ulusoy
I. GİRİŞ VE GENEL ÇERÇEVE
Karşıdevrim sürecinin ürettiği siyasi ve kültürel saflaşma
İşçi Partisi’nin yeni Tüzüğünün “Temel İlkeler” maddesinde yer alan, “Türk Devrimi’nin Milliyetçi, Halkçı ve Bilimsel Sosyalist birikimini, Parti’nin Tüzük ve Programı temelinde kucaklaması” ilkesi, içinden geçtiğimiz devrimci sürecin en temel belirleyenidir. Ancak, hayatın dayattığı bu ihtiyacın saptanması ve programa alınmasıyla, bilince ve eyleme dönüşüp gerçekleşmesi aynı şey değildir. Çünkü sorunun gerisinde, büyük kopukluklar, ideolojik çarpıklıklarla biçimlenmiş yanılgılar, önyargılar, trajik anılar, acı olaylar var. Kökleri 1940’lara kadar uzanan bu sorunlar, ilk bakışta, birliğin büyük engeller taşıdığı kanısını uyandırmaktadır; oysa bugün yaşadığımız nesnel zorunlulukların ve görevlerin yanında, bunlar, aksine birlik isteğini ve gerçekleşmesini olumlu yönde kamçılayan, destekleyen, bölünmenin büyük zararlarını, ulusal devletin ve milletin yıkımını getireceğini kanıtlayan önemli tarihsel tecrübelerdir.
Bugün, emperyalizm işbirlikçisi ya da yeni Tanzimatçı cephede; biri kendini sol ve ilerici, diğeri milliyetçi-muhafazakâr ya da milliyetçi-mukaddesatçı ve sağ olarak tanımlayan, kendi içlerinde parçalı da olsa, başlıca iki siyasi akım var. CHP kökenlilerinin kitlelere karşı söyleminde Atatürkçülüğü de elden bırakmayan birinci akımın belirgin niteliği, çağdaş uygarlık hedefini, demokratikleşmeyi, laikleşmeyi, kalkınmayı vb Batı’yla bütünleşmede (bugün AB’ci olmada) görmesidir. Emperyalizm işbirlikçisi bu sözde “sosyalist”, “ilerici” “sol” ve sosyal demokrat akım, her türlü ulusallığa ve ulusçuluğa karşı soğuktur veya açıkça düşmandır; dünya sermayesinin günümüzdeki enternasyonalizm programı olan küreselleşmeyi, emekçi sınıfların ve ezilen ulusların enternasyonalizmiymiş gibi göstermektedirler. Sözde “milliyetçi” ikinci akımın belirgin özelliği ise, Batı karşıtlığını aydınlanma ve çağdaşlaşma karşıtlığıyla özdeşleştirerek ortaçağ kurumları bekçiliği; her türlü halkçı, devletçi, kamucu girişimi ve en önemlisi, en küçük bir antiemperyalist tutumu komünizm ve Sovyetler Birliği taraftarlığı ile özdeşleştirerek, yerli işbirlikçi ve emperyalist yabancı büyük sermayenin bekçiliği konumunda bulunmasıdır. Bu kötü konumun, yer yer ırkçılığa, şoven milliyetçiliğe varan aşırı Türkçü söylemle maskelenmesi; Türkçülük adına, başta bölgemizdekiler olmak üzere, dünyadaki, emperyalizm tarafından ezilen uluslara ve onların antiemperyalist ulusal hareketlerine düşmanlık yapmış ve yapıyor olmasıdır. Kısacası, emperyalizm milliyetçiliğidir; Türkçülüğün kökenindeki antiemperyalist, antifeodal ve halkçı özelliklerden kopmasıdır. Maalesef, son yetmiş yıllık tarihimizin Türkçülük ve milliyetçiliğine, bu akımdaki bu kopma ve olumsuz yöndeki evrilme damgasını vurmuştur. Kemalizm kökeninden Batı liberalizmine ve işbirlikçiliğine doğru evrilme, İkinci Dünya Savaşı yıllarında başlayıp Soğuk Savaş döneminde ivme kazanarak, küreselleşme döneminde doruğa ulaşmıştır. İkinci enternasyonal kökeninden beslendiği ve onunla bağı, ondan kalan tortular ölçüsünde sosyalizm safında da, Batı merkezlilik şeklinde başlayıp, Sovyetler’deki yozlaşma ve geri dönüş yıllarında gelişen ulusallık, ulusalcılık ve antiemperyalizmden kopma, Sovyetler’in çöküşü sonrasında, Batı kapitalizminin ebedi zaferini ilan ettiği yıllarda doruğa tırmanmıştır. Maalesef yıllar yılı Türkiye’nin siyasi tablosuna damgasını vurmuş olan Sol ve Sağ görünümlü bu yapay kamplaşmanın karşısında ise, Kemalist Devrim’in antiemperyalist halkçı geleneğini sürdüren Kemalistler ve Bilimsel Sosyalistler yer almıştır ve almaktadır.
Milliyetçilik
Prof. Dr. Alpaslan Işıklı
Hiçbir deyimin tek bir anlamı yoktur. Tüm sözcükler gibi, deyimler de çok değişik anlamlarda kullanılırlar.
Herhangi bir deyimin, zamanın akışı içinde değişik anlamlar kazanması mümkün olabileceği gibi, belli bir deyimin, değişik toplumlarda veya değişik koşullarda farklı anlamlara geldiği de görülebilir.
Bazen de bazı deyimlerin, kasıtlı olarak tamamen ters anlamda bir olguyu ifade etmek üzere kullanıldığına tanık olabiliriz. Tarih boyunca, geniş halk kitlelerini peşlerine takarak felâkete sürüklemiş olanların, çoğu zaman, gerçek kimliklerini ve gerçek emellerini bazı genel kabul görmüş deyimlerin arkasına saklama kurnazlığına başvurdukları görülmüştür. Milliyetçilik, bu amaçla istismar edilmiş ve edilmekte olan deyimler arasında en önce akla gelen bir tanesidir.
Milliyetçilik deyimini hiç hak etmediği bir biçimde çarpıtmış ve kendisine siper yapmış olan isimlerin en ünlüsü, herhalde Hitler’dir. Hitler’in başında bulunduğu partinin adı Milliyetçi Sosyalist İşçi Partisi idi. Gerçekte ise Hitler, yaptıklarıyla, Alman kapitalizminin emrinde tam bir emek düşmanı olduğunu hiçbir tereddüde yer bırakmayacak biçimde kanıtlamıştır. İktidarının arifesinde sendikalarla birlikte 1 Mayıs kutlamaları örgütleyen Hitler’in, iktidarı ele geçirdikten hemen sonra yaptığı ilk işlerden birisi de sendikaları kapatmak, sendika önderlerini ağır baskı altına sokmak, gerekirse gaz odalarına göndermek olmuştur. Özünde, Hitler’in bütün yaptıkları, emperyalist devletler arasındaki paylaşım mücadelesinde Almanya’nın en çok payı alması ve acımasızca sömürülen emekçi kitlelerin başkaldırısı dolayısıyla sarsılan Alman kapitalizminin iktidarının, demokrasi dışı bir zorbalık rejimine dönüştürülerek onarılması ve korunması amacına hizmet etmekteydi.
Halkçılık
Ziya Gökalp
Niyazi Berkes, yüzüncü doğum yılları münasebetiyle Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’i ele aldığı “Unutulan Adam” başlıklı makalesinde, Akçura’yla Gökalp’in fikirlerini karşılaştırmakta ve yazısında iki duruma şaşırdığını bildirmektedir. Berkes’e göre Gökalp; anatomik yapı türü olarak “ırk”, dil akrabası olarak “kavim”, ve laik halk birimi olarak “millet” terimlerini daha Meşrutiyet yıllarında şaşılacak bir açıklık ve kesinlikle birbirinden ayırmıştır. Ziya Gökalp ırkçılık karşıtıdır. Niyazi Berkes, “...eski Osmanlı düşün geleneğinde de zaten böyle bir kavram..” yoktur, diyor. Osmanlılığın kendisi ırkçılığa aykırı bir oluştur. Dolayısıyla “ırkçılık bayraktarlarının onu kendilerine pir saymaları...” da şaşırtıcıdır.
Ziya Gökalp, Meşrutiyet yıllarında tanımladığı bu kavramları Milli Mücadele arifesinde “Halkçılık” ideolojisi ile birlikte ele alarak geliştirmiştir. Bizde hakçılıkla ilgili ilk yazı olması bakımından ayrıca değer taşımaktadır.
Yazı, Yeni Mecmua’nın 14 Şubat 1918 tarihli 32. sayısından alınmış olup, yeni harflerle ilk kez Teori’de yayımlanmaktadır.
Eski yazıdan yeni yazıya aktaran: M. Erman Aslanoglu
Milyonlarca insanların masum kanlarını döken bu büyük harp, şüphesiz bir takım iyiliklere de sebeb olacakdı. Harbin başlangıcında birçoklarının hatırına gelen bu netice nihayet tezahür etti. Bu netice bir takım yeni mefkurelerin doğması, daha doğrusu eskiden beri mevcut olan bazı mefkurelerin yeni bir şiddet ve kıymet iktisab etmesidir.
Bu günkü harbin şiddetlendirdiği mefkureler iki kelimede icmal edilebilir: Halkcılık, milletcilik.
Bu iki mefkurenin yeni bir kuvvet ve hayatiyet kazanması, mütefekkirlere, tetkiki iktiza eden yeni meseleler arz ediyor.
Evvela bu yeni mefkureler milli ve beynelmilel hayatlar için muzır mı, yoksa faydalı mı olacak? Saniyen bu iki mefkure arasında aheng mi yoksa, tenakuz mu vardır?
Mütefekkirler, ictimai hareketlerin tabibleri, hıfz-üs-sıhhacılarıdır. Cemiyetin ruhunda kendiliğinden doğan temayülleri tesrî’ yahud tadile çalışmak, yani ictimai tabiatın hareketlerini tanzim etmek mütefekkirlerin borcudur. Bu vazife, ilmî bir usul, dindarâne bir samimiyetle yapılırsa, cemiyet doğru bir yolda yürür, yoksa en çıkmaz sokaklara sapar.
Milliyetperver bir adam sosyalist olabilir mi?
Zenun (Ziynetullah Nuşirevan)
Makale ve yazarı hakkında
Aşağıda okuyacağınız “Milliyetperver Bir Adam Sosyalist Olabilir mi?” başlıklı makale, İdrak gazetesinin 10 Mayıs 1335-1919 Cumartesi tarihli 12 numaralı nüshasının ikinci sayfasında yayımlanmıştır. İdrak, (ilk dergisinin ismiyle İştirakçi Hilmi veya Sosyalist Hilmi olarak tanınan) Hüseyin Hilmi yönetiminde, Mütareke döneminde (Nisan-Temmuz 1919) İstanbul’da toplam 33 sayı çıkmıştır. Şubat 1919’da kurulan ve Hüseyin Hilmi’nin başında bulunduğu, II. Enternasyonal çizgisindeki Türkiye Sosyalist Fırkası’nın yayın organıdır.
Makalenin altındaki imza “Zenun”dur (“Zenon” olarak da okunmuştur). Bu takma isim Ziynetullah Nuşirevan’a aittir. Adının ve soyadının Arap harfleriyle baş harflerinin birleştirilmesinden oluşur.
Rusya Türklerinden olan ve I. Dünya Savaşı öncesinde İstanbul’a gelip Dârülfünûn’da öğrenim gören Ziynetullah Nuşirevan, Mayıs 1916’da İstanbul’da kurulan Rusya’da Sâkin Türk Tatarlarının Haklarını Müdafaa Cemiyeti’nin yöneticilerindendir. Türk Yurdu dergisinin yazarları arasındadır ve 1915–1917 yıllarında bu dergide çok sayıda yazısı yayımlanmıştır.
II. Meşrutiyet döneminde Türkçü akım içinde yer alan Ziynetullah Nuşirevan’ın Mütareke döneminden itibaren sosyalist saflarda yer aldığı görülmektedir. Sosyalizmi 1919’da benimseyen Ziynetullah Nuşirevan, İstanbul’da Aralık 1918’te Dr. Hasan Rıza’nın başkanlığında faaliyete geçen Sosyal Demokrat Fırkası’nın merkez komite üyesidir. Yayın organı olmayan, II. Enternasyonal çizgisindeki bu partinin muhalefet kanadında yer almıştır.
22 Eylül 1919’da resmen kurulan ve Dr. Şefik Hüsnü’nün genel sekreteri olduğu Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (özellikle Ethem Nejat) ile yakın ilişkisi olduğu görülmektedir. III. Enternasyonal çizgisindeki TİÇSF’ye de katılmış olabilir.
1920’de Anadolu’ya geçen Ziynetullah Nuşirevan, Ankara’da B.M.M. Matbuat ve İstihbarat Müdiriyet-i Umumiyesi’nde Rusça mütercimi olarak çalışmıştır. 1920 yazının başlarında Anadolu’da oluşan, III. Enternasyonal çizgisindeki gizli/hafî (resmî olmayan) Türkiye Komünist Partisi’nin ve TKP’nin legal hali olarak 7 Aralık 1920’de resmen kurulan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın önde gelen üyelerindendir. TKP’de merkez komite üyeliği, THİF merkez komitesinde Basın ve Propaganda Şube Başkanlığı görevlerini yürütmüştür.
İlk Türk “Halka Doğru Gitme” eylemi ve
ilk “Halka Doğru Gidenler”
Dr. Arda Odabaşı
Türk Halkçılığı’nın beslendiği kaynaklardan biri olan Narodnizm’in (Rus Halkçılığı)(1) en dikkat çekici yönlerinden biri, 1873-1874 yıllarında gerçekleştirilen büyük “halka doğru gitme” kampanyasıdır. Rusya’da 1873-1874’te binlerce devrimci genç, “halka doğru” şiarıyla; köylü giysileri giyerek ve büyük bir coşkuyla kentlerden köylere (yani halka doğru) gitmişlerdir. Çarlık rejimini devirmek ve ülkeyi kurtarmak için köylüleri ayaklandırmayı hedefleyen bu kendiliğinden hareket başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da o güne dek tarihte benzeri görülmemiş çarpıcı bir örnek olarak kalmıştır.(2)
Daha II. Abdülhamit döneminde Narodnizm’den beslenmeye başlayan Türk Milliyetçiliği/Halkçılığı, 1908 Devrimi ile başlayan II. Meşrutiyet döneminde düşünsel/kuramsal ve örgütsel düzlemde dikkate değer bir gelişme göstermiştir. Dahası, ilk “halka doğru gitme” eylemine de bu dönemde girişilmiştir. Başka bir deyişle, düşünce sahasında belli bir olgunluğa ulaşan halkçı Türkçülük akımı fiiliyat sahasına da geçmiş ve doğrudan doğruya halka yönelmiş, halka gitmiştir.
Çin’de yeni çalışma kanunu hazırlıkları ve tepkiler
Efe Can Gürcan
Koç Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübü Başkanı
Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) hükümetinin yaklaşık iki yıldır sürdürdüğü yeni çalışma kanunu hazırlıklarını tamamlamakta olduğu şu sıralar, ÇHC gündemi keskin tartışmalarla sarsılıyor.
ÇHC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Ulusal Halk Meclisi’nin ilk olarak 2004 yılında gündeme taşıdığı çalışma kanunu reformu, 2005 yılının aralığında Ulusal Halk Meclisi’nce gözden geçirilmişti. 2006 yılının başlarında ise halkın da kitlesel olarak dahil edildiği genel tartışmaya açıldı (Walsh, 12 Eylül 2006).
Şüphesiz, çalışma kanunu reformu tartışmalarının ulusal aktör ve sınırları aşması, halk ve akademisyenlerden sonra devreye bir de uluslararası kuruluşların girmesi tartışmanın keskinliğini artıran önemli bir etken. Öte yandan biz, bu tartışmaların ÇHC’de kaçınılmaz bir sürecin yöneyleri olduğunu gözlemlemekteyiz.
ÇKP Merkez Komitesi Ekim 2006 kararları
İngilizceden çeviren Nuri Türkeeş
ÇKP 16. Merkez Komitesi 6. Genel Toplantısı 8-11 Ekim tarihleri arasında Pekin’de toplandı.
ÇKP MK’nin 195 üyesi ve 152 yedek üyesi toplantıda hazır bulundu. ÇKP Merkez Disiplin ve Denetim Komisyonu Daimi Komite üyeleri ve ilgili bazı bölüm yöneticileri de oy hakkı olmaksızın toplantıya katıldılar.
Genel toplantıya ÇKP Merkez Komitesi Politbürosu başkanlık yaptı. ÇKP MK Genel Sekreteri Hu Jintao genel toplantıda önemli bir konuşma yaptı.
Genel toplantı, ÇKP Merkez Komitesi Politbüro’sunun görevlendirdiği Hu Jintao’nun sunduğu çalışma raporunu dinledi ve tartıştı ve “Sosyalist Uyumlu Toplumun inşa edilmesine ilişkin bazı ana konularla ilgili ÇKP Merkez Komitesi kararlarını” benimsedi. Wu Bangguo Genel Toplantıda karar taslağı üzerine açıklayıcı bir konuşma yaptı.