TEORİ Dergisi Haziran sayısı özetler

TEORİ dergisinin Haziran sayısında Doğu Perinçek’in “ Sosyaldemokrasinin Kemalist Devrim’i reddi”, Ferit İlsever ’in “Merkez sağ ve merkez solun tükeniş tablosu”, Mehmet Akkaya’nın “Özelleştirmeci partilerin devlete ve halka karşı suçları” başlıklı yazı...

Tarih:

TEORİ dergisinin Haziran sayısında Doğu Perinçek’in “ Sosyaldemokrasinin Kemalist Devrim’i reddi”, Ferit İlsever ’in “Merkez sağ ve merkez solun tükeniş tablosu”, Mehmet Akkaya’nın “Özelleştirmeci partilerin devlete ve halka karşı suçları” başlıklı yazılar ile , Prof. Dr. Korkut Boratav’la söyleşi yer alıyor. Yazıların özetlerini aşağıda sunuyoruz.

Doğu Perinçek “Sosyaldemokrasinin Kemalist Devrim’i reddi”
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in “Demokrasi Kültürünü Geliştirme ve Yaygınlaştırma Derneği”nin 12-13 Mayıs 2004 günlerinde, İzmir Crown Plaza’da düzenlediği “Günümüz Evrensel Sosyaldemokrasi Anlayışı ve Türk Sosyaldemokrasisi Paneli”nde yaptığı konuşma ve sorulara verdiği cevaplar.

Sosyaldemokrasinin dünyadaki yeri
Sosyaldemokrasi, hepimizin bildiği gibi, 19. yüzyılda Avrupa’da emekçi hareketi içinde ortaya çıktı; Almanya’da 1890 Erfurt Kongresi’yle Marksist bir çizgiye girdi. Ancak Sosyaldemokrasi, 1900‘lerin başında dönüşüme uğradı; başkalaştı. Avrupa’daki emperyalist-kapitalist sistemin sol ayağı haline geldi. İşte bugün en tipik temsilcisi İngiliz Başbakanı Blair’dir. Sosyaldemokrasi, Avrupa hakim sınıflarının bir koludur ve sistemin ihtiyacına göre ülkelerinde iktidar koltuklarına oturtuluyorlar. Şu anda Avrupa ülkelerinin hangisinde iktidardalar, hangisinde değiller, çok da ilgimizi çekmiyor; bir şey fark etmiyor.

Ama, daha önemlisi, Sosyaldemokrasi Türkiye için bir çözüm müdür? Sosyal demokrasi 1900‘lerin başında dönüşüme uğrarken, yalnız ülke içi saflaşmada değil, dünya çapındaki cepheleşmede de bir yere oturdu. Bizim büyük devrimcimiz Atatürk’ün temel aldığı mazlum ve zalim milletler kamplaşmasında sosyaldemokrasi istikrarlı olarak düşman kampta cephe tuttu. Bilindiği gibi Lenin, Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünyanın emperyalist devletler ve mazlum milletler olmak üzere iki kampa ayrıldığını tahlil etmişti. Sosyaldemokrasi, insanlığa karşı emperyalizmin iki ayağından biri oldu. Bir ayak tutucular ve liberaller; diğer ayak da Sosyaldemokrasiydi. Dünyadaki Sosyaldemokrasi, bu konumuna uygun olarak, bizim milli kurtuluş savaşımıza karşı kendi emperyalistlerini destekledi. Avrupa Sosyaldemokratları, Sovyet devrimcilerini, Kemalist Devrim’i destekledikleri için suçladılar. Sosyaldemokratların suçlaması şöyle idi: “Bolşevikler yarı-feodal devrimci Kemal Paşa ile ittifak yaparak, emperyalist Bonapartçılar olduklarını ortaya koymuşlardır ve artık kendilerine proleter hükümet demeye hakları yoktur.”(1)

Türkiye sürecinde de aynı gerçeği görebiliyoruz. 1908 Devrimi’nden, II. Meşrutiyet’ten sonra, biliyorsunuz Türkiye’de bazı Sosyaldemokrat partiler kuruldu. Fakat bunlar, toplum hayatında çok etkili olmadı. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Sosyaldemokrasiyi temsil eden İştirakçi Hilmi’nin partisi vardı. İstanbul’da İngilizler’den para alıyordu ve İngiliz’in yanındaydı. Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı verirken ve devrim yaparken, İstanbul’daki Sosyaldemokrat parti, İngiliz altınlarıyla besleniyordu ve Kurtuluş Savaşı’na küfrediyordu.

Dünya çapındaki saflaşmada Sosyaldemokrat partilerin 20. yüzyıl boyunca aldıkları tavır böyledir. Bugün ezen-ezilen saflaşması, Kuzey-Güney kavramlarıyla da ifade edilmektedir. Yani dünya iki kutba ayrılmıştır. Bir tarafta, Kuzey’in zenginleri; ABD, AB, Japonya ve diğerleri var; öbür tarafta ise mazlumlar Dünyası dediğimiz, Güney’in yoksulları.

Küreselleşme programı, bilindiği gibi bu saflaşmada Kuzey’in programıdır. Yani Kuzey’in zenginleri, “Biz dünyayı yuvarlatıyoruz, küreselleştiriyoruz. Tek kutuplu, bizim efendiliğimizde, bir dünya kuruyoruz...” diyorlar. Sosyaldemokrasi dün olduğu gibi bugün de emperyalizmin safındadır; Küreselleşme programının hizmetindedir. Dünyada mazlum ülkelerin yanında olan tek bir Sosyaldemokrat parti bilmiyoruz.

Merkez sağ ve merkez solun tükeniş tablosu
Ferit İlsever
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Son yapılan ve milyonların katıldığı Cumhuriyet mitinglerinin sloganları, konuşmaları arasına özellikle bir sloganın sokulmaya çalışıldığına tanık olduk: “Merkez sağ, merkez sol birleşin!” Milletimizin, Türkiye’nin ağır tehdit altında olduğu koşullarda bütün kesimleriyle birleşerek büyük güç sergilediği bu eylemlere böyle bir talebin sokuşturulması katılanlarda soğuk duş etkisi yaptı. Ve sonra tartışma başladı: “ANAP ve DYP’nin birleşmesinden bize ne?”, “CHP ve DSP bu programlarıyla birleşse ne olur, birleşmese ne olur?”, “Milletin büyük bir gücü seferber etmek için coşkuyla desteklediği birleşin talebi saptırılıyor mu?” vb. Bu yazıda mitinglerin diğer siyasi sorunları ve mesajları üzerinde durmayacağız; yazıda “Merkez sağ ve merkez sol birleşin” talebinin gerçekler zeminindeki anlamını değerlendireceğiz. Merkez sağ ve merkez sol bugün hangi durumda? Bu noktaya niçin ve nasıl gelindi? Merkez sağ ve “sol”un birleşme, hatta var olma sorununun yanıtı, yukarıdaki soruların yanıtlarında bulunmaktadır.
Merkez sağ ve merkez sol çizginin yarım yüzyıllık Küçük Amerika sürecindeki köklü değişiminde dönüm noktası 12 Eylül 1980 darbesidir. Dolayısıyla, öncelikle merkez sağ ve merkez solun 12 Eylül’den sonraki seyrini inceledik. Sonra da bu seyri, 1954 seçimlerinden sonraki 50 yıllık siyasal süreç içinde değerlendirmeye çalıştık.

Yüzbinler “Bağımsız Türkiye” sloganını keşfetti
Prof. Dr. Korkut Boratav’la söyleşi

Teori: Son büyük kitle eylemlerinin kısa bir değerlendirmesini yapar mısınız?

Korkut Boratav: Cumhuriyet mitinglerine katılan yüzbinlerce insanı birleştiren ortak özlem ve talepler nelerdi? Bence, bunları, bağımsızlıkçı ve aydınlanmacı (negatif ifadesiyle, antiemperyalist ve siyasi İslam’a karşı) bir çizgi olarak özetleyebiliriz. Ay yıldızlı bayrak ve Mustafa Kemal’in portreleri, Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkma sembolleri idi. Benzer sembol ve sloganlardan hareketle, kalabalıkları ırkçı, şoven, faşizan, antidemokratik siyasetler doğrultusuna yönlendirmek mümkündür. Yakından izleyemedim; ama, miting kürsülerinden veya kalabalıkların içinden bu tür telkinler, yönlendirmeler yapılmış olabilir. Kitlelerin adeta kolektif bir tavır oluşturarak bu tür bir savrulmaya karşı sessizce ve sağduyuyla direnmiş olmalarından kıvanç duymalıyız. Öte yandan mitingleri bir CHP-DSP seçim işbirliği çağrısına dönüştürme çabaları kısmen başarılı olmuştur. Yüzbinlerce insanı burjuva siyasetinin kısır gündemine âlet etme gayretini yakışıksız buluyorum.
Bu son olumsuz öğeye rağmen, öyle sanıyorum ki, Cumhuriyet mitingleri, önümüzdeki yıllarda sosyalistler tarafından, yakın tarihimizin ilerici bir hamlesi olarak değerlendirilecektir. Bu kitle eylemlerinden tedirginlik duyan solcuları anlamakta güçlük çekiyorum (Öte yandan, başka solcuların da Taksim’deki 1 Mayıs gösterilerine katılmak isteyenlere karşı polisin uyguladığı vahşeti görmezlikten gelmesinin nedenlerini de anlayamıyorum). Cumhuriyet mitingleri sosyalistleri niçin rahatsız edebilir? Mitingi düzenleyen kuruluşlardan bazılarının yöneticilerinin sicillerine veya Genel Kurmay bildirisine dikkat çekilmesini “sol” eleştiriler olarak ciddiye almak mümkün değil. Ben, mitinglerin kolektif ruh hali ile ilgiliyim. Öte yandan sosyalist çevrelerden gelen iki eleştirel değerlendirmeyi tartışmak doğru olacaktır. Birincisi, sınıfsal bir tabana dayanmayan, daha da ilerisi antikapitalist olmayan bir antiemperyalizmin en azından eksik kaldığı; hatta yanlış olduğu iddiası... Bu iddiada gerçeklik payı vardır; ama, asıl hedefinin Cumhuriyet mitinglerinin kalabalıkları için değil; emperyalizm karşıtlığı görünüşü içinde Batı düşmanlığı yapan İslamcı çevreler olması şartıyla... Aydınlanmacı bir perspektif içinde, “Bağımsız Türkiye” sloganına sarılan yüzbinler, el yordamıyla kırk küsur yıl öncesinin devrimci dalgasını başlatan sloganı tekrar keşfetmişlerse, bu sloganın sınıfsal bağlantılarını onlara anlatmak sosyalistlerin işidir ve çok da güç olmaması gerekir.

Mehmet Akkaya
İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi ve Sendika Bürosu Başkanı
Özelleştirmeci partilerin devlete ve halka karşı suçları

SEKA ve TEKEL direnişleri ile işçi hareketi, taleplerine işçi olmayanların da kulak kabarttığı yeni bir dönem başlattı. 80’li ve 90’lı yıllarda ücretleri ve sosyal hakları için mücadele edenler şimdi “bağımsızlık” ve “vatan” diyordu. 15 yıldır süregelen bu uygulama ile sadece işçilere ve sendikalara zarar verilmediğini, esnafın, köylünün de yıkıma uğradığını, daha da önemlisi ulusal bağımsızlığımızın ve vatanımızın tehlikeye girdiğini görmeye başlamışlardı. Bunu ilk fark eden TEKEL ve SEKA işçileri, fabrikalarında oluşturdukları barikata herkesi çağırdılar. “TEKEL Vatandır”, “SEKA vatandır” çağrıları karşılığını çabuk buldu. Önce işçiler sökün ettiler, ardından memur, esnaf, kitle örgütleri ve köylü.
İşçi sınıfını ve bütün Türkiye’yi sarsan bir hareket başlamıştı. Akın akın bu mücadelelere destek yağmaya başladı. Çok geçmeden Seydişehir ile Erdemir’de olduğu gibi bütün bir kentin mücadelesi haline gelen eylemlerde; Telekom, Tüpraş, Petkim… vb vb bütün kamu kuruluşlarından “bağımsızlık” ve “vatan” sloganları yükselmeye başladı.

Özelleştirmeci partilerin iki yüzü
Değişen sadece işçilerin bilinci, talepleri ve diğer sınıflardan aldıkları destek değildi. Yeni durumun ve işçinin yarattığı etki, dalga dalga özelleştirmeci partilerin tabanını da sardı. Özelleştirmeci partilerin Seydişehir ve Ereğli’deki ilçe başkanları özelleştirmenin vatan hainliği olduğunu söylüyor, bu partilerin üyesi işçiler toplu istifa dilekçelerini Genel Merkezlere gönderiyordu. İşçilerin eylem çadırları, alışık olmadıkları yeni yüzleri de görmeye başladılar. DYP, CHP, MHP, DSP, SP, SHP, ANAP gibi özelleştirmeci partilerin, yani bu fabrikaları satan, işçilerimize vatan için seferberlik çağrıları yaptıran yıkımın sorumlusu hükümetlerdeki partilerin başkan ve yöneticileri de görünmeye başladılar eylemlerde.
İşçiler ve sendikacılar anlayamadılar önce sebebini. “Bunlar niye geliyor, yarattıkları enkazın keşfini mi yapıyorlar?” ya da “Biz tövbe ettik, hata yapmışız” diye günah çıkartmak için “Bakın programlarımızdaki kamu ve devletçilik düşmanı maddeleri de değiştirdik” mi diyorlar? Sebep hiçbiri değildi. Tabanlarını yitiriyorlardı, halk kendilerinden uzaklaşıyordu. Hemen işçilerin yanlarına gidip onların sloganına eşlik etmek, onlarla mendil sallamak gerekiyordu. Önce TEKEL, SEKA ve Seydişehir işçisinin, ardından diğerlerinin karşısında sıraya dizildiler bu partilerin yöneticileri. Ceplerinde herkes için sallayacak mendilleri vardı nasıl olsa.