TEORİ'DE BU AY: Atatürk’ün particiliği ve Milli Hükümet Programı Tartışmaları

Teori Dergisinin Ağustos ayı sayısında İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi Tugay Şen’in önemli bir incelemesi yer alıyor; “Atatürk’ün Particiliği”.Bunun yanı sıra dDergi de ağırlıklı olarak Milli Hükümet Programı tartışmalarına yer verilmiş. Tartışmaya Prof...

Tarih:

Teori Dergisinin Ağustos ayı sayısında İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi Tugay Şen’in önemli bir incelemesi yer alıyor; “Atatürk’ün Particiliği”.Bunun yanı sıra dDergi de ağırlıklı olarak Milli Hükümet Programı tartışmalarına yer verilmiş. Tartışmaya Prof. Dr. Alparslan Işıklı, Şefik Çakmak, Yıldırım Koç, Deniz Yalçın ve Fazıl Ceylan yazılarıyla önemli katkıda bulunuyorlar. Dergide ayrıca Av. İlknur Kalan’ın “Çalışma hayatı, hukuk ve kadın” başlıklı incelemesi, İsmail Durna’nın “Köylüler İşçi Partisi'ni bekliyor” başlıklı yazısı da yer alıyor. Yazılardan kısa özetleri aşağıda sunuyoruz.

Atatürk’ün particiliği
Tugay Şen
İP Başkanlık Kurulu Üyesi

Mustafa Kemal, Nisan 1906’da yapılan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti Selanik şubesinin kuruluş toplantısında arkadaşlarına şöyle seslenir:
“Arkadaşlar! Gerçi bizden evvel birçok teşebbüs yapılmıştır. Fakat onlar muvaffak olamadılar. Çünkü işe teşkilatsız başladılar. Biz kuracağımız teşkilat ile bir gün mutlaka ve ne olursa olsun muvaffak olacağız. Vatanı, milleti kurtaracağız.”(1)
Mustafa Kemal’in hayatı boyunca bir devrimci programı, stratejisi olmuştur. Stratejisini Suriye’de örgütlenme çalışmaları yürüttüğü dönemde, Beyrut’ta arkadaşlarına açıklar:
“Dava, yıkılmak üzere bulunan bir imparatorluktan önce bir Türk devleti çıkarmaktır”(2)
Daha 1905 yılında Mustafa Kemal’in programı “bir Türk devleti” kurmaktır. Fiili kuruluş tarihi olan 23 Nisan 1920’yi esas alırsak, bu program, ilk açıkladığı tarihten 15 yıl sonra hayata geçmiştir.
Geliştirdiği devrimci programı uygulamak için iktidar olmanın şart olduğunu bilmektedir. İlk teşkilat faaliyetlerine başladığı Harbiye dönemindeki hedeflerinde dahi iktidar olmak bulunmaktadır. Gözü hep iktidarda olan Mustafa Kemal, iktidar olmak için ne gerektiği sorusuna
da doğru yanıtı vermiştir: Teşkilat, yani parti. Çünkü devrimci programı hayata geçirmek için kuvvet gerekir, toplumsal kuvvet de ancak teşkilatla olur.
Harbiye yıllarından ölümüne kadar içinde yer aldığı teşkilatlar, bazen parti adını taşımasa da siyasal parti niteliğindedirler. Bu sonuca varmamızın nedeni, bu teşkilatların hepsinin, hangi adı taşırsa taşısın iktidarı hedeflemiş olmalarıdır.
Devrim mücadelesinde geriye düşüşlerin yaşandığı dönemler hep olmuştur. Birinci Dünya Savaşı yenilgisi üzerine de, Türkiye’de İttihat ve Terakki’nin kısmen dağılması nedeniyle bir teşkilatsızlık yaşanır. O günlerde gazeteci Refi Cevat (Ulunay) Bey, Mustafa Kemal’e sorar:
“Paşam, milli mukavemet. Güzel. Ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla?”
Mustafa Kemal’in bu soruya yanıtı, o gün de “teşkilatla!” olmuştur:
“Eksik olan şey, teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse, vatan da millet de kurtulur.”(3)
Mustafa Kemal’in teşkilata, yani partiye verdiği önem, savaş dönemi için de geçerlidir. Salt askeri bakımdan değerlendirilirse, savaş koşullarında belirleyici olan silahlı gücün durumudur denilir genelde. Ancak Mustafa Kemal, bu koşullarda bile “önce teşkilat” demiştir. Bunu Ali Fuat Cebesoy, hatıralarında “öncelik partinin mi, silahlı gücün mü örgütlenmesindedir” şeklinde bir tartışma yaşadıklarını anlatarak belirtir.(4) Mustafa Kemal’e göre iktidarı ele geçirecek ve orduyu yönetecek bir parti kurulmadan, silahlı gücün bir etkisi olmaz. Önce iktidarı alacak teşkilatı kurup geliştirmiş, ardında da teşkilatın ordusunu şekillendirmiştir.
İstibdat döneminden Jön Türk devrimine, Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden Kurtuluş Savaşı zaferine ve Cumhuriyet’in kuruluşuna uzayan inişli çıkışlı bir dönem. Bu uzun süre boyunca da, Harbiye sıralarından son nefesine kadar teşkilatlı ve teşkilatçı olan Mustafa Kemal. Bu çalışmada, söz konusu dönemleri ve Mustafa Kemal’in teşkilat faaliyetini birlikte ele alarak; hem devrimci liderin çok üzerinde durulmayan bir yönünü incelemiş, hem de bugün için sonuçlar çıkarmış olacağız.

Milli Hükümet Programı Önerisi üzerine
Prof. Dr. Alparslan Işıklı

“Milli Hükümet Programı Önerisi” bugüne dek genellikle karanlıkta kalmış bulunan pek çok önemli tespiti içeriyor. Öneride, devletimizin ve cumhuriyetimizin dünya tarihi ve insanlığın gelişim süreci içindeki müstesna yeri, açıklıkla belirtilmiş.
Cumhuriyetin temelinde yatan Atatürkçü ideolojinin 1789 ve 1917’nin muhteşem bir sentezi olduğunun bilinmesinin büyük önemi var. Yakın tarihe damgasını vurmuş olan bu iki büyük olay, Atatürk devriminde somutlaşan bir kaynaşmanın sonucunda tüm mazlum uluslar için sarsılmaz bir umut kaynağı oluşturacak kapsamda bir kurtuluş hareketi düzeyine ulaşmıştır.
Atatürkçü yapılanma ve yöneliş, tüm dünyanın, liberalizmin -yani 19. yüzyıl vahşi kapitalizminin- pençesinde ağır ekonomik bunalımlarla boğuştuğu bir dönemde, Cumhuriyetimizin her alanda tarihinin en parlak başarılarını gerçekleştirmesini sağlamıştır. Bu temel sayesindedir ki ülkemiz, büyük ekonomik bunalımlarla bağlantılı olarak patlak veren dünya savaşlarının ikincisinin dışında kalmayı da başarabilmiştir.


Milli Hükümet, ama kimin hükümeti veya kim için hükümet
Şefik Çakmak

Milli hükümet emperyalist sömürüye karşı bir direniş, bir refleks olduğu ölçüde anlam ifade eder. Temeli, felsefesi antiemperyalist politikalar uygulamak olmayan milli hükümet faşizmi koltuğunun altında saklayacak, çalışan kitleleri ezmek için fırsat kollayacak, milli nitelik içi boş bir kavram olarak emperyalizmin hizmetinde olacaktır. Bu nedenle milli hükümet denince ama kimin hükümeti, kim için hükümet soruları yanıtlanmak zorundadır.

Sanayi devrimi ile birlikte Batı ülkeleri büyük bir atılım içine girmişler, sanayi devriminin öncüsü bu ülkelerin üretim güç ve yetenekleri aşırı artmış, sonuçta bu ülkeler aşırı sermaye birikimi nedeniyle önemli sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır.

Kapitalist üretim biçiminden önce üretim, makine ve teçhizata yani sermayeye (kapitale) çok sıkı bağlarla bağlanmış değildi. Üretimde başat öge emekti. Makine teçhizat kullanmadan da, veya çok az makine teçhizat kullanımı ile, daha da önemlisi makine teçhizat kullanımında durmadan yeni teknolojiler yaratılma gereği duyulmadan üretimin sürdürülmesi mümkündü. Kapitalist üretim biçimi üretimde sermaye ve teknolojiyi öne çıkarmıştır.


Milli Hükümet Programı Önerisi üzerine görüşler
Yıldırım Koç

Milli Hükümet Programı Önerisi, içinde bulunduğumuz koşullar çerçevesinde gerçekçi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, ulusumuzun ve işçi sınıfımızın çıkarlarını koruyucu ve geliştirici niteliktedir. Türkiye’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını, laik ve demokratik cumhuriyeti korumanın tek yolu, bu nitelikte bir programın hayata geçirilmesidir.

İvedilikle yapılması gereken, bu programın hayata geçirilmesi için gerekli gücün toplanması, örgütlenmesi ve demokratik bir biçimde kullanılmasıdır.

Bu süreçte, bu program önerisinin bazı maddeleri üzerinde çalışma yapılabilir, bazı değişiklikler ve eklemeler gündeme gelebilir. Ancak bugün için aslolan, genel çizginin doğruluğu ve uygunluğudur.

Türkiye bugün ABD emperyalizminin ve Avrupa Birliği emperyalizminin ekonomik, toplumsal, siyasal ve dolaylı olarak da askeri saldırısı altındadır. Bu saldırı, emperyalist güçlerce dayatılan programlar açığa çıktıkça her geçen gün daha geniş kitlelerce kavranmaktadır.


Milli Hükümet Programı, uluslararası ortam ve dış politikamız
Deniz Yalçın
İP Uluslararası İlişkiler Bürosu Sekreteri
Bağımsız Dış Politika-Kamucu Ekonomi Denklemi
İşçi Partisi tarafından Haziran ayında ilan edilen Milli Hükümet Programı’nda en önemli bileşenlerden birisi dış politika. Programda yer alan ekonomik kalkınma, eğitim, sağlık, tarım politikaları gibi alanlarda önerilen kamucu perspektifin örgütlenebilmesi ile anti-emperyalist, bağımsızlıkçı dış politika çizgisi arasında nedensellik bağı var. Dolayısıyla neo-liberalizm’in savunucuları nasıl Atlantik çizgisinde buluşuyorsa, Avrasya çizgisinde buluşanlar da kamucu ekonomiyi örgütlemek zorunda. Geçmişte bağımsızlıkçı, antiemperyalist dış politika yaklaşımının kaçınılmaz olarak halkçı-devletçi ekonomi politikaları ile birlikte yürüdüğünü bizzat yaşadık. Kemalist Devrim, Devrim’in Sovyetler Birliği ile dostluğu ve uygulanan devletçi ekonomi politikaları, kuşkusuz ki birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan pratiklerdi.

Bugün için de bu anahtar kuralın değişmediğini, hatta daha da kesinleştiğini görmek mümkün. Latin Amerika’da Venezüella, Bolivya, Küba eksenli gelişmelere bakıldığında da aynı formülü görüyoruz: Emperyalizm karşıtı dış politika, emperyalizm karşıtı ekonomi programı ile birlikte yürüyor. Aynı saptamaları giderek ABD’nin hegemonya sahasından çıkan Afrika ülkeleri için de yapabiliriz. Asya ise yükselen bu kamucu uygarlığın beşiği konumunda ve Rusya, Çin, Hindistan, İran ekonomileri kamucu niteliklerini korudukları oranda emperyalizm karşıtı çizgide birleşmekte, birbirlerine yakınlaşmakta.



Milli Hükümet Programı önerisinin
“Vergi Reformu” bölümü üzerine düşünceler
Fazıl Ceylan
Yeminli Mali Müşavir,
İP Ulusal Strateji Merkezi Üyesi

Giriş
İşçi Partisi önderliğinde 21 Ocak 2006 Tarihinde Ankara’da toplanan Öncüler Toplantısı’nda Milli Hükümet Programı Önerisi tartışmaya açılmıştır.

Programın III. bölümündeki “Herkese İş Halka Refah” başlıklı paragrafın “Vergi Reformu” başlıklı alt paragrafında bir takım öneriler yer almaktadır. Sözkonusu öneriler tarafımızca incelenmiş ve bu çalışmamızla önerilere katkıda bulunmaya çalışılacaktır.

I. Vergi olgusunun ekonomideki yeri ve önemi

Vergi, kamu finansmanının en sağlam kaynağıdır. Finansman aracı olma yanında doğru olarak kullanıldığı sürece makro ve mikro politikaların gerçekleştirilmesinde teşvik edici veya cezalandırıcı olarak kullanılabilmesi yönüyle son derece önemlidir. Sektörel veya bölgesel politikalarda tayin edici bir rol oynayabilmekte, üst gelir gruplarından toplanan kaynakların yeniden dağıtımıyla ülkede sosyal adaletin gerçekleştirilmesinde yararlı olabilmektedir. Bu arada hemen şunu belirtelim ki vergilerin toplanmasında bir optimum seviyenin gözetilmesi zorunludur. Bu seviyenin üzerinde bir vergi toplama gayretine girilmesi, özel sektörün elinde yeni yatırımlara yöneltebileceği potansiyel kaynağın küçülmesine yol açabileceği gibi ülke dışına sermaye kaçışına da neden olabilmektedir. Bugün dünyada hangi siyasal sistemde yer alırsa alsın devletlerin kişi veya kurumlar üzerindeki vergi yükünü mümkün olabildiğince düşük tutma eğilimi mevcuttur. Ayrıca hemen şunu belirtelim ki yüksek oranda vergi yüksek vergi hasılatı demek değildir. Yüksek vergi hasılatını yüksek oranlı vergiler uygulayarak değil, vergide etkinlik prensiplerini disiplinli bir şekilde uygulayarak sağlamak mümkündür. Yüksek oran uygulanması kayıtdışılık eğilimini güçlendirmekte, neticede vergi kaçağını arttırmaktadır. Bugün Türkiye’de istihdam üzerindeki vergi ve sigorta primi gibi yüklerin aşırı yüksek olması, firmaları bazı faaliyetlerini yurtdışına taşımalarına neden olmaktadır. Türkiye bu manada sermaye ihraç eder, yabancı ülkelerin istihdamına katkı sağlar bir ülke durumuna gelmiştir. Bunun son derece sakıncalı bir durum olduğunu izaha gerek yoktur.


Çalışma hayatı, hukuk ve kadın
Av. İlknur KALAN

1. Giriş

Yazımda, çalışma hayatına kadının katılımı konusunda Cumhuriyet döneminin bir muhasebesini yapacağım. Ardından gerek Türkiye’de, gerekse dünyada kadın bakış açısıyla “küreselleşme”nin çalışma hayatına etkilerini inceleyeceğim. Cinsiyet ayrımcılığı ile bu etkiler arasındaki ilişkileri sorgulayıp, sergileyeceğim.

“Küreselleşme”nin felsefesi postmodernizmin feminizmle ilişkisi ve bu ilişkinin hukuk alanında nasıl ortaya çıktığı, ne anlama geldiği konusunda ortaya çıkmış bilimsel görüşlerin değerlendirmesini yapacağım. “‘Küreselleşen’ dünyada kadınlar hukukun öznesi olabilecekler mi?” sorusunun cevabını arayacağım. 4857 Sayılı İş Yasası kadınlar açısından neler getiriyor? Özellikle ‘esnek istihdam biçimleri’ açısından yeni yasal düzenlemenin değerlendirmesini yapacağım. Son olarak da, çalışma hayatına girişin kadını güçlendirici rol oynaması bakımından sosyal-siyasal sistemler üzerine görüşlerimi sunacağım.

Köylü Bürosu’nun Merkez Komitesi’ne Raporu
İsmail Durna
İşçi Partisi Köylü Bürosu Başkanı
Köylüler işçi partisini bekliyor
Son birbuçuk ay içinde Bergama'nın Örlemiş, Pınarköy, Çamköy, Narlıca, Sarıdere, Örenli, Göçbeyli, Alibeyli, Çamköy, Çamtepe, Y. Kınklar, Feriz1er, Armağanlar, Gaylan, Çalıbahçe; Menderes'in Çileme, Ataköy; Kemalpaşa'nın Sarılar, Ovacık, Gökkaya, Cumalı, Halilbeyli, Yeşilköy, Sinancılar, Hamzababa; Selçuk'un Gökyaka; Kuşadası'nın Yaylaköy; Milas'ın Derince, Ağaçlıhöyük, Çamovalı; Kiraz’ın Karaman, Yeniköy; Çivril'in Karabedirler; Osmancık'ın Kumbaba, Çampınar, Gökgözler, Girinoğlan, Tekmen, Çiftlikler, Evlik, Umaç, Ağıroğlan, Başpınar, Fındıcak; Dodurga'nın A1pagut Hamamözü'nün Çayköy, Hıdırlar, Karakaya, Gümüşhacıköyü'nün Kırca ve Kuzalan; Nazilli’nin Bayındır köyleri dolaşıldı. Toplam 34 köyde köy kongreleri yapıldı ve Köylü başkan ve yöneticileri seçildi. 12 köyde sadece köylü başkanları belirlendi. 5 köyde ise konuşmalar yapıldı. Toplam 10 köy muhtarı İşçi Partisi’ne üye oldu.