İşçi Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek'in TEORİ Dergisinin 1 Kasımda bayilerde olacak yeni sayısında yayınlanacak olan "Tayyip Erdoğan’ların Anayasa Taslağı ve 2010 Anayasası" başlıklı makalesinin tam metnini aşağıda sunuyoruz.
I. ANAYASA VE DEVRİM
1. Anayasa nedir
Anayasa, bir devletin kurmak istediği toplum tasarımını saptadığı üstün hukuk belgesidir. Her devlet, stratejik hedefini, bu hedefe göre nasıl örgütleneceğini, organları arasındaki ilişkilerin esaslarını, kendisi ile yurttaşları arasındaki kamusal çerçevedeki ilişkileri anayasada belirler ve düzenler.
Bu nedenle anayasalar genellikle stratejik dönemlerin başlarında gündeme gelir ve kabul edilir. Başka deyişle anayasalar, genellikle devrimlerin ve karşıdevrimlerin ürünüdür. Her devrim, kuracağı toplumu tanımlar ve devleti de o kuracağı topluma göre yeniden örgütler. İşte bu stratejik görevin temel hukuki metni anayasadır.
Bu nedenle anayasanın batı dillerindeki karşılıkları, Constitutional Law, Droit Constutionel veya Verfassungsrecht (Kuruluş Hukuku), Grundrecht (Temel Hukuk). Bizde de Esas Teşkilat Hukuku kavramı buradan türetilmiştir.
2. İki strateji iki anayasa
19. yüzyılın ortalarından bu yana, 150 yıldır yaşadığımız stratejik dönem boyunca, Türkiye iki karşıt kampın mücadelesine sahne oldu. Karşı tarafta büyük devletler (19. yüzyıl sonlarından beri: emperyalizm) ve işbirlikçileri bulunmaktadır. Bizim taraf ise, köylü ve işçisinden millî sanayici ve tüccarına kadar milletin veya halkın güçlerinden oluşmaktadır.
3. Devrimci hareketlerin getirdiği anayasalar
- 1876 Birinci Meşrutiyeti ve Kanunu Esasi’nin ilanı
- 1908 İkinci Meşrutiyet’te Kanunu Esasi’nin yeniden yürürlüğe konması
- TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılması ve Cumhuriyet’in ilk anayasasının 20
Ocak 1921’de kabulü
- Kurtuluş Savaşı sonrasında devrimin sürdürülmesi için yapılan 20 Nisan 1924 Anayasası
- 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin getirdiği özgürlükçü 1961 Anayasası.
4. Emperyalist ve gerici haraketlerin anayasal düzenlemeleri
- 1838 İngiliz Ticaret Sözleşmesi ve 1839 Tanzimat Fermanı ve
1856 İslahat Fermanı
- 1877’de Kanunu Esasi’nin Abdülhamit tarafından yürürlükten kaldırılması
- 16 Mart 1920 günü Emperyalist devletlerin İstanbul’u fiilen işgali, 18 Mart 1920’de Meclisi Mebusan’ın toplantıların ertelenmesine karar vermesi, 11 Nisan 1920 Sultan Vahdettin’in Meclis’i dağıtma emrinin yayınlanması
- Atlantik Sistemine geçiş sürecinin başlaması (1945)
- 12 Mart 1971 Amerikancı darbesiyle 27 Mayıs Anayasası’nın budanması
- 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesiyle 1982 Anayasası’nın getirilmesi
- 22 Temmuz 2007 Turuncu Karşıdevrimi ve Tayyip Erdoğan’ın Anayasa girişimi.
Tayyip Erdoğan yönetimi ve anayasa girişimi, 12 Mart ve 12 Eylül sürecinin, Kenan Evren ve Turgut Özal’ların devamıdır. Anayasa taslağı’nın içeriği yanında gerekçesi de, Türk Devrimi’nin anayasal dinamiklerini ve ilkelerini hedef almaktadır. Gerekçe’ye göre, Türk tarihinde devrimlerle gelmiş olan anayasalar, “milletin hür iradesinin ürünü değildir.”
II. TAYYİP ERDOĞAN ANAYASASININ FELSEFESİ
1. Liberal, bireyci felsefe
Tayyip Erdoğan Anayasası, birey odaklıdır, liberaldir, emperyalizmin belirlediği içerikte “demokrat”tır.
- Millî devlete karşı emperyalist devletlerin, yerel yönetimlerin ve ortaçağ kurumlarının,
- Millete karşı etnik grupların, cemaatlerin ve tarikatların,
- Vatana karşı arsanın ve yerelliğin,
- Kamuya karşı özelin,
- Topluma karşı bireyin,
- Yurttaşa karşı kulun
yanındadır.
2. Felsefenin düzeneğe yansıması
1924 Anayasası, Esas Hükümler’den sonra devletin örgütlenmesine geçiyordu.
1961 Anayasası, özgürlükçülüğü esas alması nedeniyle, Genel Esaslar’dan sonra Temel Haklar ve Ödevler kısmını düzenledi. Devletin Temel Kuruluşu ise, Üçüncü Kısım’da düzenleniyordu.
1982 Anayasası, devletin kuruluşundan önce Temel Haklar ve Ödevler’i düzenleme çizgisini sürdürdü.
Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Taslağı’na gelince, İkinci Kısım başlığı: Temel Haklar ve Hürriyetler. Temel Haklar veya Temel Hürriyetler denmesi yeterdi. “Ödevler”i çıkartıp, hem “Haklar” ve hem de “Hürriyetler” vurgusuyla bireye odaklanmakta ve bireyin kamuya karşı ödevlerini yok ederek, millî devleti ve kamuyu tasfiye amacını başlıkta da ortaya koymaktadır.
Doğru olan Anayasa düzeneği, Genel Esaslar’dan sonra önce Devletin Temel Kuruluşu’nu, arkasından Temel Haklar ve Ödevler’i düzenlemektir.
Çünkü toplumların gelişme ve uygarlığa sıçrama sürecinde, devletin ve hukukun oluşması, hak ve hürriyet kavramlarından önce gelir. Devlet yoksa, hukukun yaptırım gücü, yani cebir kuvveti yoktur; dolayısıyla hak ve hürriyet de yoktur.
İkincisi, Cumhuriyet, Resbublika, yani kamu malı demektir. Arapça karşılığı da toplum (cumhur) sözcüğünden gelir. Önce kamu vardır, birey ancak kamunun örgütlenmesi ve hukuku sayesinde özgür olabilir. Kamunun çıkarı bireyin çıkarının önündedir.
III. ANAYASALARIN ESASI: CUMHURİYET’İN NİTELİKLERİ
1. Atatürk’ün 1937’de anayasaya koyduğu nitelikler
Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin tecrübelerini özetleyerek Cumhuriyet’in temel niteliklerini 1937 yılında Anayasa’nın en başına (Madde 2)
şöyle yazmıştı:
“Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”
Bu özlü saptama, Türk Devrimi’nin bir özetidir; aynı zamanda Devrimin temel programıdır; çağdaş bir toplum kurmanın olmazsa olmaz ilkeleridir. Dolayısıyla Altı Ok, Türk Devrimi’nin ve anayasanın temel niteliklerini özetler.
Devletin Anayasada belirlenmiş temel niteliklerine göre, yalnız Atatürk’ün partisi değil, kurulacak olan diğer partiler de Altı Ok çerçevesi içindeki farklılıkları temsil edeceklerdir. Devlet yönetimi, bu temel niteliklere uygun olacaktır.
2. 1961 Anayasası 1945’te oluşan fiilî durumu düzenledi
1945’te Atlantik sistemine geçişle birlikte Atatürk’ün Anayasa’nın başına yerleştirdiği “Temel nitelikler” değiştirildi. Yerine şu formül geldi:
1961: “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” (Mad. 2)
1982: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” (Mad. 2)
2007, Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Taslağı: “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” (Mad. 2)
1961 Anayasası, kuşkusuz özgürlükçü ve Atatürk devrimi çizgisinde bir anayasa idi. Ancak önemli bir yanlış yapılmış, devrimin temel programının büyüsüne dokunulmuştur. O Altı Ok’un Atatürk’ün ifadesiyle ve toplu olarak aynen sürdürülmesi gerekirdi.
O özet, öyle bir özetti ve öyle bir dokusu ve büyüsü vardı ki, Demokrat Parti iktidarı ona dokunmayı dile getirmedi. Başkaları da, bu cüreti gösteremezdi.
Devletin temel nitelikleri konusunda, 60 yıldır yapılanlar şunlardır:
1. Devrimcilik anayasadan çıkartıldı
Devrimcilik geleceğe dönük bir program iken, 1961 Anayasası’nda geçmişe bağlılık haline getirilmiştir.
Devrimcilik çıkartılmış, onun yerine Başlangıç bölümüne, Türk milettinin “Atatürk Devrimleri’nin tam şuuruna sahip olarak… demokratik hukuk devletini kurma” iradesi getirilmiştir.
Dikkat edilirse, burada hedef, bütün Batı anayasalarındaki gibi “Demokratik hukuk devleti”dir. Oysa Türk Devrimi, kendi amacını böyle ifade etmedi. Türk Devrimi, bağımsız, halkçı, laik, çağdaş, devrimci bir Türkiye kurmayı amaçlamıştı.
“Demokratik hukuk devleti”, bu büyük hedefin yanında çok yavan, çok batıcı ve çok tutucudur. Bütünüyle Batı’dan ithal edilmiş bir formüldür.
Atatürk’ün bıraktığı devrimcilik, geçmişte kalan “Devrimlere bağlılık” değil, geleceği kurmanın en temel tavrıdır. Atatürk, bunu başka konuşmalarında “Arasız devrimler” diye de ifade etmiştir. 1937’de bize bırakılan anayasa ile 1961 Anayasası’nın tavırları devrimcilik konusunda farklıdır.
Arkasından gelen karşıdevrimci girişimlerle 1971 ve 1980 düzenlemelerinde, Atatürk İnkılâp ve ilkeleri laf olarak korunmuş, fakat uygulamada Atatürk Devrimi’ne en ağır darbeler indirilmiştir. Böylece Tayyip Erdoğan’ların yolu açılmıştır. Şimdi getirdikleri Anayasa Taslağı’yla, Atatürk İnkılâbının lafını da kaldırmaktadırlar.
2. Sosyal Devlet Halkçılığın yerini tutmaz
Sosyal devlet kavramı, bizim halkçılığımızı ve devletçiliğimizi karşılamaz ve karşılamamıştır.
Sosyal devlet, Batı emperyalizminin işçi hareketine ve Sovyetler Birliği’nden gelen baskıya verdiği ödündür. Halkçılık ise, bizim kendi devrimci sürecimizde, Atatürk’ten de önce ürettiğimiz çözümdür.
Sosyal devlet, emperyalist sistemin içindedir; Halkçılık ise Ezilen Dünya’ya aittir ve sistemle mücadele içinde ortaya çıktı.
Bu nedenlerle 1961’de Anayasaya Halkçılığın yerine Sosyal Devletin konması bir ilerleme olarak değerlendirilemez.
3. Devletçilikten vazgeçmenin bedeli
Devletçilik, Türk Devrimi’nde belli bir dalgalanmada ortaya çıkmış güncel bir çözüm değildi; stratejik programın altı ilkesinden biriydi. Devletçiliğin 1937 yılında Anayasa’nın başına konması, Türk Devrimi’nin temel programı içinde olduğunu gösterir. Devletçilik olmazsa, Türkiye millî devletini geliştiremez; millet halinde kaynaşma sürecini tamamlayamaz; vatanın bütünlüğünü sağlayamaz; insanlarını refaha kavuşturamaz; çağdaş uygarlık hedefine ilerleyemez.
Bu nedenlerle Devletçilik, Türkiye için herhangi bir seçenek değildi; varolmanın ve çağdaş uygarlığa ilerlemenin şartıydı. Devletçilik, sanayileşmek, tarımı desteklemek, halkı yoksulluktan kurtarmak ve bölgelerarası dengeleri sağlamak için şarttı. Devletçilik, Türkiye’de özel kesim için de bir lokomotif görevi yaptı. Kamu mülkiyeti olmadan cumhuriyet olmaz. Devletçilik yalnız bir iktisadî çözüm değil, aynı zamanda bizim gibi Ezilen Dünya ülkelerinde cumhuriyeti cumhuriyet yapan bir gerekliliktir.
4. Milliyetçiliğin Türk Devrimi’ndeki özel tanımı
Milliyetçiliğin, Türk Devrimi’nde özel bir tanımı ve uygulaması vardır. Atatürk, Milliyetçiliği CHP 1931 yılı programında, iki unsurla tanımladı. Birincisi, ilerleme ve gelişme yolunda çağdaş uygarlıkla uyum içinde yürümek; ikincisi ise, Türk toplumunun özel karakterini ve bağımsız kimliğini korumaktı. Kısacası, çağdaş uygarlığa uyum ve bağımsızlık.
5. Altı Ok’un özgünlüğü ve bütünlüğü
Belki hepsinden önemlisi, Türk Devrim Programı’nın, kendi tecrübelerimiz içinde üretilmiş olması, dünyaya model oluşturması, yarattığı gelenek ve bütünlüğüdür. O tecrübelerden, o özgünlükten, o dünya ölçekli modelden, o gelenekten, o bütünlükten vazgeçilmesi tarihsel bir hata olmuştur. Tarihseldir çünkü, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Atlantik süreci içinde Atatürk Devrimi adım adım tasfiye edilmiştir. 27 Mayıs 1960 Devrimi, bu sürece bir cevap olarak gerçekleşti; ancak onun programında da bulanıklıklar vardı. Bu nedenle 1961 Anayasası, varolan sürecin içinde bazı çözümler üretti. Kuşkusuz çok yaralı oldu; ancak Türkiye’yi yeniden Atatürk devrimi rotasına sokamadı.
Cumhuriyet’in Atatürk tarafından özetlenmiş olan temel niteliklerinin 1961 Anayasası’na konmamasının nedenini saptamak gerekir. 1945’ten sonra Atlantik sistemi adım adım kurulmaya başladı; yeni bir rejime geçildi. Artık hedef, Küçük Amerika olmaktı. Bunu ilk kez İsmet Paşa’nın genç bakanı Nihat Erim’in dile getirmesi, sürecin başındaki oydaşmayı ve uzlaşmayı gösterir. İşte 1961 Anayasası, bir devrimle gelmiş olmasına ve o devrimin Atatürkçü karakterine rağmen, 1945 Oydaşmasının çerçevesini aşamamıştır. Bu nedenle 1961 Anayasası, hakim karakteriyle 1920 Devrimi’nin bir devamı, ama bazı yönleriyle de 1945’in anayasasıdır.
1945’te içine girdiğimiz Atlantik rejimi, çok partili bir parlamenter sistemi getiriyordu. Siyasal hayatta farklı tercihler olacaktı, bunun adına demokrasi deniyordu. İşte bu sahte demokrasiye göre, Türkiye halkçılık yolundan da gidebilirdi özel çıkarcılık yolundan da; devletçilik de bir tercihti, liberalizm de. Laikliğin yeni yorumları yapılabilirdi. Devrimcilik ise arkada kalan güzel bir hatıra olarak anlaşılmalıydı. Bu iki tercih aslında CHP’nin de “Küçük Amerika” seçeneğini benimsemesiyle tek tercihe, daha doğrusu tek yola dönüştü. Sahte demokrasi adı altında, Türkiye bağımsız ve egemen devlet geleneğini adım adım terketme yoluna girdi. Buna bağlı olarak Batı ile işbirliği yolundan Atatürk Devrimi’ni tasfiye süreci başladı. Başlangıçta bu tercih, “Tutan devrimler”, “Tutmayan devrimler” ayrımıyla uygulamaya kondu. “Tutmayan devrimler” mevzisi, CHP’nin de oluruyla veya sessiz kalmasıyla yıkıldıktan sonra, sıra “Tutan devrimlere” geldi. 1980’de hızlanan buz devrim yıkıcılığı, Türkiye’yi Tayyip Erdoğan’lar yönetimine sürükledi.
Bu farklı tercihler demetinin siyasal hayattaki ifadesi, çok parti idi. Atatürk, çok partiye karşı değildi; 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930’da Serbest Fırka girişimleri oldu. Hatta Serbest Fırka olayında Atatürk’ün inisiyatifi de görülüyor. Ancak bu tecrübeler şunu kanıtladı: Devrimin henüz tamamlanmadığı koşullarda, çok parti, kaçınılmaz olarak karşıdevrimin örgütlenmesini getirmişti.
Atatürk, bu çok parti ve en önemlisi 1930’larda devletçilikle gerçekleştirilen büyük ekonomik atılım tecrübesinden sonra, 1937’de Altı Ok’u devrimin temel ilkeleri olarak Anayasa’nın başına koydurdu. Çok parti bu çerçevenin içinde olabilirdi. Çünkü o Altı Ok, Türkiye devletinin ve toplumunun temelinden çekildiği zaman, ne millî devlet kalırdı, ne milletin birliği, ne Cumhuriyetin ekonomisi ve ne de yurttaşın özgürlüğü ve umutları. Nitekim bunların hepsi yıkıma uğradı.
1945’ten bugüne yaşanan 62 yıl, Atatürk’ü doğrulamıştır. Devrimden vazgeçmek, Karşıdevrimin yolunu açmıştır. Devrimin temel programı olan Altı Ok’un anayasadan çıkartılması, Türkiye’nin ezberinin bozulduğunu göstermektedir. Çünkü 1961 Anayasasını yapan ilericiler de, liberalizm rüzgarından etkilendikleri için Altı Ok’un Anayasa’dan çıktartılması tavrını paylaşmışlardır. Sonuç olarak, 27 Mayıs Devrimi’nin Karşıdevrimci gidişe isyanı kalıcı olamamıştır.
IV. TAYYİP ERDOĞAN ANAYASASININ İÇERİĞİ
1. Millî egemenlik üst devletlere devrediliyor
Bu Anayasanın en önemli özelliği, milletin egemenliğine, “milletlerarası veya milletlerüstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan sınırlamalar” getirmesidir (Madde5/4).
Yine daha önce Anayasada yapılan değişikliği sürdürerek, “milletlerarası antlaşmaların anayasaya aykırılığı için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacağını” hükme bağlamaktadır (Mad.67)
Öte yandan siyasal partilerin tüzük ve programlarının “millet egemenliğine aykırı olamayacağı” hükmü de anayasadan çıkartılmıştır (Mad. 38/1).
Bilindiği gibi, egemenlik “en üstün otorite” diye tanımlanır.
Bir otoritenin üstünde başka bir otorite varsa, artık o otoritenin egemenliğinden söz edilemez.
Tayyip Erdoğan Anayasası, milletin egemenliğinin üstüne, milletlerarası ve milletlerüstü kuruluşları ve yine başka devletlerle yapılan antlaşmaları koymaktadır.
Böylece milletin egemenliği, ABD, AB, NATO gibi devletlere ve milletlerüstü kuruluşlara devredilmektedir.
Özetlersek, milletin egemenliği, bugünkü fiilî duruma uygun olarak hukuken de ortadan kaldırılmaktadır.
Oysa egemenlik, paylaşılamaz ve devredilemez.
2. Milletin egemenlik Ortaçağ kurumlarıyla paylaşılıyor
Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Taslağı, millete ait olan egemenliği yabancı devletlere devretmekle kalmıyor, aynı zamanda etnik grup, tarikat, cemaat gibi Ortaçağ kurumlarıyla ve mafyayla paylaşıyor. Anayasa Taslağı’nda özgürlük perdesi altında cemaat ve tarikatlara sağlanan faaliyet alanı ve laikliği ortadan kaldıran düzenlemeler, sonuç olarak millete ait olan egemenliğin bu kurumlarla paylaşılması anlamına gelmektedir.
Yerel yönetimlere vergiden muaflık, istisna, vergi indirim ve oranlarında değişiklik yetkisi verilmesi de aynı amaca hizmet ediyor (Madde 41/4). Bugün yerel yönetimlerin Güneydoğu’nun birçok il merkezi, ilçe ve beldesinde PKK’nın ve yurdun birçok merkezinde tarikatların, cemaatlerin ve mafya çetelerinin denetimine girdiği dikkate alınırsa, bu yasadışı gruplara vergi yetkisi tanınmaktadır.
3. Devletin ülke ve milletiyle bütünlüğünün altı oyuluyor
1982 Anayasası’nda yer alan 14. madde, temel hak ve hürriyetlerin “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak” amacıyla kullanılmayacağını öngörüyordu. Tayyip Erdoğan’ların Anayasa Taslağı’nın “Birinci Alternatif”inde, bunlar yer almıyor. Tersine 13. Madde, bu konuda devletin elini kolunu bağlayan bir düzenleme getiriyor. 12. maddadeki bireysel özgürlüklerin “özüne dokunulamayacağı” hükmüyle de, aslında yasama organının devleti, milleti ve vatanı korumak için getireceği yasal sınırlamaların önü kesiliyor.
1982 Anayasası’nın siyasal partilerin tüzük ve programlarının “ülkenin ve milletin bütünlüğüne” uygun olmasını emreden hükmü (Mad. 68/4), Taslak’tan çıkartılmıştır (Mad.38). Ülke bütünlüğünün federasyon veya özerklik gibi çözümlerle ve milletin bütünlüğünün de “etnik grupların tanınması”yla parçalanmasının anayasal hazırlığı yapılmaktadır.
Taslak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesini, milletvekili dokunulmazlığına ilişkin düzenlemenin de dışına atmıştır. 1982 Anayasasının 83. maddesindeki “Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturulmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14üncü maddesindeki durumlarda” milletvekilinin meclisin kararı olmadan tutulabileceğini, sorguya çekilebileceğini, tutuklanabileceğini ve yargılanabileceğini öngörüyordu. Yeni Taslak, bu istisnayı ortadan kaldırarak, seçimden önce devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı suç işleyen milletvekilini de dokunulmazlık koruması altına almaktadır.
4. Yargı ve hakimler “tarafsızlaştırılıyor”
Türk Anayasa geleneğinde, yargının ve hakimlerin “bağımsızlığı” güvence altına alınır. Böylece yargı, yürütme organının ve hakim güçlerin müdahalelerine karşı korunur. Anayasa Taslağı, mahkemelere ve hakimlere bugüne kadar olmayan bir “tarafsızlık” getirmektedir (Mad. 106).
Anayasa Taslağı’nda, Türk yargısının millî devlete, cumhuriyete, milletin birliğine, vatanın bütünlüğüne ve kamu yararına karşı sorumluluğu “tarafsızlık” perdesi altında ortadan kaldırılmakta, bağımsızlığı zedelenmekte ve adaletin kamusal temelleri yıkılmaktadır.
5. Vatandaşlık tanımından Türk sözcüğü çıkarılıyor
Taslağın 35. maddesi, vatandaşlık tanımından Türk kavramını çıkartmıştır. Türk sözcüğü anayasa dışına sürülmekte ve hukukî değeri olmayan bir kavrama dönüştürülmektedir.
Taslağı yazanlar, Türk sözcüğünü çıkartalım derken, mantık kurallarına uymayan bir formül üretmişlerdir:
“Devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.”
Kısacası: ‘TC vatandaşı, TC vatandaşıdır.” gibi saçmalamak düzeyinde bir mantık hatası, Taslağa girmiştir.
Taslak, yalnız vatandaşlık tanımından değil, Anayasanın diğer maddelerinden de Türnk sözcüğünü çıkartmıştır. Örneğin yürürlükte olan Anayasadaki “Aile Türk toplumunun temelidir” hükmünden Türk sözcüğü çıkartılmıştır (Mad. 43).
Milletvekili yemininde yer alan “Büyük Türk milleti” sözcüğünden ise “Büyük” sözcüğü çıkartılmıştır.
Taslak, Türk milletiyle ve Türk milletinin büyüklüğüyle kavgalıdır.
6. Türkçeden başka dillerin anadil olarak okutulması getiriliyor
Türkçeden başka hiçbir dilin anadil olarak okutulamayacağı ilkesi kaldırılıyor, Türkçeden başka dillerde eğitim ve öğretim yapılması serbest bırakılıyor ve bu konunun kanunla düzenleneceği hükmü getiriliyor (Madde 45/5).
7. Kamu mülkiyeti, kamu ekonomisi ve kamu hizmeti etkisizleştiriyor ve tasfiye ediliyor
Bizim Anayasa geleneğimizde, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı öngörülmüştür. 1982 Anayasası dahi bu esası korumuştu (Mad. 35). Anayasa Taslağı, bu hükmü kaldırmıştır.
Bu Anayasa Taslağı’nın kamuya karşı özel çıkarcılığı esas alması, kamulaştırma, devletleştirme ve özelleştirme konusundaki hükümlere de yansımıştır. Kamulaştırma konusundaki düzenlemeye, eski anayasalarda bulunmayan “gerçek değer üzerinden ve bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım miktarı nakden” ödenmesi şartı eklenmiştir (Mad. 127).
Toprak reformu gibi hallerde, bedelin taksitle ödenmesini öngören hükümde küçük çiftçiyi koruyan peşin ödeme şartı kaldırılmıştır (Mad. 127).
Devletleştirme ile özelleştirmeyi düzenleyen hükümler arasındaki fark da, Anayasa Taslağı’nın kamu çıkarını özel çıkara feda eden felsefesini yansıtmaktadır. Devletleştirmede “gerçek değer üzerinden ödeme” şartı varken, özelleştirmede yoktur (Mad. 128).
1982 Anayasası’nda bulunan yurttaşlarımızın sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı (Mad. 56), çalışma hakkı ve hürriyeti (Mad. 48 ve 49), konut hakkı (Mad. 57) hak olmaktan çıkartılmıştır; devletin bu konuda gerekli önlemleri alacağı yolunda vatandaşa hak sağlamayan ve hukuki bir değeri olmayan dilekler konmuştur (Mad. 129). 1982 Anayasası’ndaki planlama (Mad. 166), kooperatifçilik (Mad. 171), işsizliği önlemek (Mad. 49), ücrette adalet (Mad. 55) gibi yurttaşlarımızın insanca yaşaması için devlete sorumluluk yükleyen görevler ve kurumlar da anayasa dışına atılmaktadır. Devletin 1982 Anayasa’sında bulunan sağlık kuruluşlarını “tek elden planlayıp hizmet vermelerini düzenleme” ve özel sağlık kuruluşlarını denetleme görevleri (Mad. 56) kaldırılmaktadır. 1982 Anayasasının ilgili madde başlığında “piyasaların denetimi” öne çıkarılırken, Anayasa Taslağı’nın madde başlığında “piyasaların geliştirilmesinine” vurgu yapılmaktadır (Mad. 126).
Yürürlükte bulunan Anayasadaki yurttaşın “kamu TV, radyo ve kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı (Mad. 32) Anayasa Taslağında bulunmuyor.
8. Eğitimin tekliğine son veriliyor
Türk Devrimi’nin “eğitimin ve öğretimin tekliği” ilkesi, küreselci, yobaz, etnik, mezhepçi ve tarikatçı özel öğretimle parçalanmaktadır.
1982 Anayasası, özel okulların “devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun” olarak kanunla düzenleneceğini hükme bağlamıştır (Mad. 42/6). Anayasa Taslağı’nda “seviyeye uygunluk” şartı kaldırılmakta, onun yerine “devlet okulları için öngörülerler dikkate alınarak düzenlenir” türünden bir keyfilik getirilmektedir (Mad. 45/4).
Eğitim ve öğretimin yurttaşlar için bir ödev olmasına son verilmektedir (Mad. 45).
Temel eğitimin zorunlu olduğunu gören hükümden, “kız ve erkek için” vurgusu kaldırılmıştır (Mad. 45/3).
9. Cumhuriyetin laiklik ilkesi ortadan kaldırılıyor
Anayasa Taslağı, laikliği tırpanlamaktadır. Anayasanın şu hükmü çıkartılmıştır:
“Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” Mad 24/son)
Laikliğin esasını oluşturan bu hüküm kaldırıldıktan sonra, “Din ve inanç hürriyeti” başlığı altında, devletin ve toplumun din kuralları temelinde düzenlenmesinin önü açılmaktadır (Mad. 24).
Anayasa geleneğimizde “Din ve vicdan hürriyeti” olan başlık, “Din ve inanç hürriyeti”ne dönüştürülmüştür. Çağdaş toplumda bireyin sorumluluğunu bireyin kendi denetimine açan bu kavram, din hürriyetinden kopartılarak, düşünce ve kanaat hürriyetiyle ilgili düzenlemeye taşınmıştır (Mad. 25). Bunun anlamı önemli. Çünkü Türk Devrimi’nin laiklik anlayışına göre, “din vicdan işidir”; din vicdandadır ve oradan taşırılıp dünyayı düzenleyen bir konuma çıkartılamaz.
Bugün Anayasa, ibadet, dinsel ayin ve törenlerle ilgili özgürlüğün, “devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, din ve mezhep ayrılığı yaratmak” amacıyla kullanılmasını yasaklıyor (Mad. 24 ve 14). Taslak’ta bu hüküm kaldırılmıştır (Mad. 24).
Buna karşılık Anayasadaki “ibadet, dini ayin ve tören hakkı”, Taslak’ta şu hale dönüştürülmektedir:
“Bu hak, tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak (…) hürriyetini de içerir.”
Taslaktaki 24. maddenin bütünü ve yapılan değişiklikler toplu olarak değelendirildiği zaman, bu maddenin tarikat, cemaat, tekke, zaviye gibi kuruluşların devleti ve toplumu din esaslarına göre düzenlemeleri için anayasal bir zemin yaratma amacını taşıdığı apaçık görülmektedir. Aslında bu düzenlemeyle, devletin ve toplumun temel düzenini din kurallarına dayandıran uygulamalar anayasa korumasına kavuşturulmaktadır. Dinsel inanç ve ibadet vicdanlardaki dokunulmaz konumundan çıkartılarak, toplumu sömürme ve zorbalık aracı haline getirilmektedir.
İkiz Yasalardaki hükümler de dikkate alınırsa, laik devlet düzeni ve çağdaş toplum, dinsel çıkara dayanan tarikat ve cemaatler tarafından kuşatılmakta ve boğulmaktadır.
Taslağın, anayasalarımızda bulunmayan “din değiştirme hürriyeti”ne iki kez vurgu yapması da dikkat çekicidir (Mad. 24/ 1 ve 2). Tayyip Erdoğanların “dinler arası diyalog” ve “Tevrat İttifakı” politikaları bunu gerektiriyor.
Türbanın eğitim kurumlarına sokulmasına ilişkin düzenleme, tam anlamıyla sinsice formülleştirilmiştir: “Kılık ve kıyafetinden dolayı hiç kimse eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılamaz.” (Mad. 45/6)
Bizim geleneğimizde bulunmayan, İslam tarihinde de görülmeyen bir kıyafet, ABD emperyalizminin siyasal planlarının gereği olarak, bütünüyle Atatürk Devrimi düşmanı amaçlarla eğitime sokulmaktadır.
10. Diyanet İşleri Başkanlığı ideolojikleştiriliyor ve siyasallaştırılıyor
Taslak, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ilişkin düzenlemeyi de kendi yıkıcı amaçlarına uygun hale getirmektedir. 1982 Anayasası, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalmasını ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmesini” öngörüyordu (Mad. 103).
Bu hüküm çıkartılıyor, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevlerini “laiklik ve siyasi tarafsızlık ilkeleri doğrultusunda” yerine getirmesini öngörüyor (Mad. 103).
“Siyasi tarafsızlık” kavramı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın siyasi görüş ve örgütlenmeler dışında kalmasını içermiyor. Bu hükümle Diyanet İşleri Başkanlığı açıkça siyasal faaliyet içine çekiliyor ve “Laiklik ve siyasi tarafsızlık” kavramıyla da kamuoyu aldatılıyor. Kaldı ki, Taslak’ta laiklik öyle bir biçimde tanımlanmıştır ki, bu kavram laikliğin yıkılmasını güvence altına almaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” görev yapmasına da son verilmektedir (Mad. 103). Anayasa Taslağını yapanlar, bu düzenlemeyle mezhep kavgalarının, etnik kavgaların, dinsel çatışmaların önünü açmaktadır.
11. Atatürk Devrimi ve ilkeleri Anayasadan da tasfiye ediliyor
Devletin anayasal sorumluluğu olan “İstiklâl ve Cumhuriyetin emanet edildiği gençlerimizi, bilimin ışığında, Atatürk Devrimi doğrultusunda ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne bağlılık anlayışıyla yetiştirme” görevine son verilmektedir (Mad. 45).
Dahası, devletin gençliği “alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten koruma” ödevi de anayasadan çıkartılmakta, genç kuşaklar emperyalist kültürün vatansızlaştırma, yabancılaştırma, yozlaştırma ve bencilleştirme saldırısına teslim edilmektedir (Mad. 45).
Hak ve özgürlüklerin Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimi’ni yıkmak yönünde kullanılmasına izin vermeyen hükümler Anayasa’dan ayıklanmıştır. Bu arada Anayasa’nın 34. maddesindeki, “Cumhuriyet’in niteliklerini yoketme amacını güden fiillerin işlenmesinin kuvvetle muhtemel” olduğu durumlarda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabileceğini öngören hüküm de kaldırılmıştır (Taslak, Mad. 31).
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, anayasal bir kurum olmaktadın çıkartılmıştır.
12. Ordunun devlet yönetimi içindeki konumu zayıflatılıyor
Anayasa Taslağı, yürürlükte bulunan Anayasa’nın “Sıkıyönetim komutanlarının Genelkurmay başkanlığı’na bağlı olarak görev yapmaları” hükmünü anayasadan çıkartmaktadır (Mad. 104 ve 105).
Genelkurmay Başkanı’nın atanmasına ilişkin hüküm, Anayasa dışına sürülmektedir (Mad. 90)
Jandarma Genel Komutanı, Milli Güvenlik Kurulu’ndan çıkartılmaktadır.
Bakanlar Kurulu’nun MGK Kararlarını “dikkate alması” hükmüne de son verilmektedir.
Bu düzenlemelerin amacı açıktır: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin anayasal konumunu zayıflatmak peşindedirler. ABD ve AB’nin dayatmaları zdoğrulmtusunda, Türk Ordusu’nun Cumhuriyeti, Vatanı ve Atatürk Devrimi’ni savunma yeteneği tahrip edilmektedir. Bu düzenlemelerin Türkiye’yi tehdit eden iç ve dış savaş ortamının ağırlaştığı koşullarda yapılması, Tayyip Erdoğan’ların ABD’nin BOP görevleriyle kuşkusuz bağlantılıdır.
13. “Yurtta barış, cihanda barış” yerine emperyalizmin “ebedî barış”ı
Tayyip Erdoğan Anayasası, Başlangıç bölümünde Atatürk’ün “Yurtta barış cihanda barış” ilkesi yerine, “ebedî barış idealini” getirmektedir.
Bu “ebedî barış” nedir?
Hıristiyanlığın “ebedî barışı” mıdır, Tevrat ve İncil’den mi alınmıştır?
Yoksa “Pax Romana” veya “Pax Amerikana” türünden emperyalistlerin getirme iddiasında oldukları bir “barış” mıdır, Gerekçe’de herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
V. TASLAĞIN DAYANDIĞI DİNAMİKLER VE DOĞRU MEVZİLENME
1. Tayyip Erdoğan Anayasası’nın dayanakları
Bu Anayasa girişimi, dışta ABD ve AB emperyalizmine dayanmaktadır. “AB stardartları”nın öngördüğü anayasa budur.
İçte ise, mafyalaşan işbirlikçi sermayeye (büyük tefeciler, dolar ve borsa vurguncuları ve hortumculara) ile etnik bölücülüğe, Haçlı güdümündeki cemaat ve tarikat güçlerine dayanmaktadır.
2. Tayyip Erdoğan anayasasının getirdiği “özgürlükler”
Bu Anayasa taslağı, vurgulayarak belirtiyoruz, alabildiğine “özgürlük” getiriyor. Bu “özgürlükler”i sıralayalım:
1. Bölünmeye özgürlük,
- Etnik bölünmeye ve bölücülüğe özgürlük,
- Mezhep ekseninde bölünmeye ve bölücülüğe özgürlük,
- Cemaat ekseninde bölünmeye ve bölücülüğe özgürlük,
- Yerel bölünmeye ve bölücülüğe özgürlük,
2. Bireysel ve özel çıkara özgürlük ve destek,
3. Milletin ve millî devletin zayıflatılmasına ve çökertilmesine özgürlük,
4. Atatürk Devrimi’ni bütünüyle yıkmaya özgürlük,
5. Dinciliğin istismarına ve toplumun ve devletin din esaslarına göre düzenlenmesine özgürlük, daha doğrusu bir avuç çıkarcının din adına kendi çıkar ve tahakkümlerini gerçekleştirmesine özgürlük;
Bütün bu özgürülükler, bu anayasa taslağıyla güvence altına alınmakta ve alabildiğine kışkırtılmaktadır.
3. Doğru Mevzilenme
Bu nedenlerle Tayyip Erdoğan’ın Anayasa girişimini “bireysel özgürlükçü” bir konumdan eleştirmek, hem gerçeğe uygun değildir; hem de milletimizin ve kamunun ihtiyacına uygun değildir.
Tayyip Erdoğan’ın anayasa taslağına karşı doğru ve başarılı bir mücadele için,
- Millî Devlet,
- Cumhuriyet,
- Vatan,
- Millet,
- Kamu,
- Bütün bunların temelinde bulunan Atatürk Devrimi mevzilerinde
konumlanmak gerekir.
Tayyip Erdoğan’lar, bu anayasa taslağıyla, emperyalizme, etnik gruplara ve cemaatlere dayanarak devleti, bireye dayanarak milleti ve özele dayanarak kamuyu yıkmak için, öyle bir özgürlük programı getirmektedir ki, birey ve özgürlükte odaklanan her muhalefet, sahte muhalefettir. Böyle bir mevziye bilmeden girenler ise, emperyalizm ile Haçlı gericiliğin tuzağına düşerler ve Turuncu Karşıdevrime teslim olurlar.
Bir örnek verelim: Bu Taslak, mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin yanına bir de “mahkemelerin tarafsızlığı”nı getirmektedir (Mad. 8 ve 106). Oysa Türk yargısı, yürütme organından ve her tür müdahaleden bağımsızdır ama tarafsız olamaz, taraflı olmak zorundadır.
Türk yargısı, emperyalizme karşı millî devletin, etnik ve mezhepsel bölünmeye karşı milletin, özel çıkara karşı kamunun ve devrim yıkıcılığına karşı Atatürk Devrimi’nin tarafındadır. Hatta savcılar, bizim yargı geleneğimizde “Cumhuriyet Savcısı” olarak adlandırılmışlardır. Aslında yargıçlar da, Cumhuriyet’in yargıçlarıdır ve Türkiye devletinin dayandığı geleneksel hukuka göre öyle olmak zorundadırlar.
VI. TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
1. İçte ve dışta hesaplaşma koşulları
Bütün alâmetler ortadadır: Türkiye içte ve dışta hesaplaşmaya gitmektedir. Bu hesaplaşmanın iç ve dış savaş boyutunda olması olasığılı da kuvvetlidir.
Hesaplaşmayı gündeme getiren krizin boyutları dünya ölçeğinde geniş ve aynı zamanda derindir.
- ABD’nin Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye yönelttiği tehdit, içteki bölücü terörle birlikte silahlı boyuttadır. En sıcak biçimlerde vatan savunması, Türkiye’nin gündemindedir. ABD’nin İran’a yapacağı hava saldırısı, bu süreci hızlandırmaktadır.
- Türkiye, bugün yerel yönetimler üzerinden fiilen bölünmüştür. Güneydoğumuzun 52 belediye başkanı Diyarbakır’da toplanarak, “Kürdistan’da irade Abdullah Öcalan’dır” pankartı altında resim çektirmektedir. Güneydoğu’da Türkiye Cumhuriyeti’nden özerk ve Türkiye’ye düşman bir bölge yönetimi oluşmuştur. Bu yönetim, bir yandan Washington ve Brüksel’e bağlanmıştır; öte yandan Kuzey Irak’ta kurulan Kukla Devlet ile ekonomik, kültürel ve siyasal boyutlarda bütünleşmektedir.
- Milletimizin önemli bir kesimi, yurttaşlarımızın bilincinde bölünmektedir. Ortaçağa özgü etnik topluluklara, mezheplere ve cemaat ile tarikatlara özgü kimlikler millî kimliğin önüne çıkmakta ve yerini almaktadır.
- Haçlı irticanın terör boyutlarına ilerlemesi de sıcaklaşan gündemin bir diğer unsurudur.
- Türkiye ekonomisi 400 milyar dolar dış ve iç borca batmıştır ve iflas etmiştir. Ekonomik kriz, yüksek faizli ve büyük hacimli sıcak para girişiyle ertelenmektedir. Büyük bir ekonomik kriz her an patlayabilir.
- ABD ekonomisi çok derin bir krizin içindedir. Artan ekonomik gerilim, büyük patlamaların yakın olduğuna işaret etmektedir.
2. Hesaplaşmanın tarafları
Türkiye’nin içte ve dışta hesaplaşmasının tarafları bellidir:
Karşı tarafta ABD güdümündeki mafya, Haçlı irtica ve etnik bölücülük bulunmaktadır.
Millî kuvvetler ise, işçi, köylü, küçük esnaf ve zenaatkar ile millî sanayici ve tüccardan oluşmaktadır.
3. Türkiye’de bugünün ve yarının iktidar formülleri
2002 seçiminden beri Türkiye’de geçerli iktidar formülü şudur: Sıcak parayı kim bulursa, iktidar olur. Sıcak parayı bulacak iktidarı ABD belirlediği için, sonuç olarak halkın tercih mantığı bile, ABD’ye bağlanmış bulunmaktadır.
Ancak önümüzdeki iktidar formülü farklıdır: Vatan savunmasının başına geçen iktidar olur.
4. Türkiye’de demokrasi ya devrimci olur, ya da hiç olmaz
Bağımsızlık yoksa demokrasi de yoktur. Laiklik olmadan, demokrasi de olmaz. Çünkü laiklik, iktidarıını Tanrıdan aldığını iddia eden krallara ve padişahlara karşı milletin egemenliğini getirmiştir. İktidarın kaynağı halktır ve o nedenle laiklik de demokrasinin şartıdır.
Ülkenin en temel kararlarının emperyalistlere devredildiği bir rejim, millete demokrasi diye sunulmaktadır.
Ülke yabancı devletler ve işbirlikçileri tarafından yönetilmekte, milletin ise önüne bir sandık konmaktadır.
Milli irade ortadan kaldırılmıştır. Çünkü milli irade ancak egemen bir devlette ve Ortaçağ bağımlılıklarından kurtarılmış özgür yurttaşla olur. Oysa devlet egemenliğini yitirmiştir ve toplum, Ortaçağ ilişkileri içinde kıvranmaktadır.
5. Ya devrim ya ölüm
Türkiye, bu koşullarda ya devrim ya ölüm noktasındadır.
Türkiye, milli egemenliğine ancak bir devrimle kavuşabilir.
Vatanı savunmak için dahi devrim zorunludur.
Türkiye esir olmayacağına göre, varolan ABD güdümlü mafya-cemaat rejiminden kurtulacaktır.
VII. ATATÜRK DEVRİMİ ANAYASASI
1. Karşıtlık yetmez çözüm üretmeliyiz
Tayip Erdoğan’ların Anayasa Taslağına karşı, 12 Eylül Anayasası mevzilerinden mücadele edilemez. Çünkü bu Taslak, 12 Eylül çizgisinin ürünüdür.
Bir hesaplaşma dönemine girdiğimize göre, Türkiye’nin vatansever kuvvetleri toplumun önüne çözüm koymak zorundadır.
Karşıdevrim, anayasasını getiriyor.
Bu durumda Atatürk Devrimi’ni tamamlamak için mücadele edenler de kendi anayasalarını getireceklerdir.
ABD’nin anayasası ile Türk milletinin anayasası karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır.
Bu noktada, yalnız Taslağa karşı çıkarak halkla birleşilemez. Yapıcı olmayanlar, halkı kazanamaz, bu mafya-cemaat rejimini yıkamaz ve Atatürk Devrimi’ni tamamlayamaz.
Türkiye’nin ilerici güçleri İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri hep muhalefette kalmaya şartlandı ve bu konumlanma ezik bir ruh hali yarattı. Bunu aşmak zorundayız.
2. 2010 yılı Anayasasının felsefi temelleri
Türkiye, vatan savunması dönemine girmiştir. Bu karar, Türkiye’nin önündedir ve Atatürk Devrimi Anayasası kaçınılmaz olarak gündemdedir.
Önümüzdeki dönemin Anayasasını vatanı satanlar ve bölenler değil, vatan savunmasının başına geçenler yapacaktır.
Bireyi, bireyselliği, özel çıkarcılığı öne çıkaran bencil ve nemelazımcı felsefenin egemenliğinin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
İşte onlarca, yüzlerce Mehmetçik vatan için canını feda etmektedir. Yaxam özgürlüğü ve bireyselliğin iflas ettiği nokta budur.
“Varlığımı Türk varlığına armağan ediyorum” dönemine girilmiştir. Kaldı ki, bu fedakarlık, bu karşılıksız verme olayı, yalnız vatan savunması döneminde değil, toplumun refahı ve özgürlüğü için de geçerlidir.
O nedenle önümüzdeki anayasa, millî devlet, vatan, millet, kamu, halk, Cumhuriyet, Atatürk Devrimi gibi bizi biz yapan değerlere kaçınılmaz olarak öncelik verecektir.
Bireyin refah ve özgürlüğünün olmazsa olmaz şartı, milli devlettir; egemenliktir; bağımsızlıktır; kamu hizmetidir.
3. 2010 Anayasası’nın içeriği
2010 yıllarının anayasası şu esasları içerecektir:
- Egemenlik, bütün kurum ve kurallarıyla millete ait olacaktır. Anayasa devlet bağımsızlığını bütün kurumlarıyla güvence aylıtına alacaktır.
- Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik yeniden devletin temel nitelikleri olarak saptanacaktır. vatan savunması, ülke bütünlüğü, adaletsizliklerin ortadan kaldırılması, kamu hizmeti ve toplumun gönenç içinde yaşaması için gereklidir.
- Türkiye, emperyalizmin dayandığı kurum ve ilişkileri, mafyayı ve Ortaçağ kalıntılarını köktenci bir uygulamayla temizlemek zorundadır. O zaman Devrimcilik gündemdedir.
- Halkın iktidar sahibi olması ve örgütlenmesi için gerekli olan özgürlükler kağıt üzerinde bırakılamaz. Yurttaşın hak ve özgürlükleri, fiilen uygulanmalı, bunun için gerekli maddi olanaklar sağlanmalıdır.
- “Türkiye Cumhuriyeti”ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” esası, millî birlik ve bütünlüğü temeline oturtulacaktır. Emperyalizmle savaşa savaşa bir kurtuluş savaşı ve devrimle etnik, mezhepsel vb ayrımları aşarak kaynaşan milletimizin her tür bölücülüğe üstün gelerek çağdaş ztoplum hedefine ilerlemesi buna bağlıdır.
- Bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi ve vatan bütünlüğünün güvence aklına alınması için gerekli ekonomik, sosyal ve kültürel programların esası anayasa güvencesine dayandırılacaktır.
- Laiklik, millî egemenliğin şartı ve gereği olarak tanımlanacaktır. Din ve dünya işlerinin ayrı olduğu anayasada saptanacaktır. Din vicdan işidir ve vicdanlardaki dokunulmaz yeri, bu kapsamda inanç ve ibadet özgürlüğü/ anayasada saptanacaktır.
- Kemalist Devrimi tamamlama görevini üstlenen hükümetin etkin olması için gerekli düzenleme yapılacaktır.
- Basit, hızlı, ucuz ve etkin yönetim ve kamu hizmeti sağlanacaktır.
- Hukuk üstünlüğü herkes için fiili güvencelerine kavuşturulacak ve yargı organı hızlı adalet hizmeti için düzenlenecektir.
- Planlı ekonomi ve millî bankacılık anayasal kurum olarak düzenlenecektir.
- Türkçenin bir uygarlık ve bilim dili olarak geliştirilmesi, anayasada yer alacaktır.
- Eğitim ve öğretimin tekliğini güvence altına alan hükümler ve kurumlar getirilecektir.
4. Hangi anayasa geçerli
21. yüzyılda hangi anayasa tasarımı geçerlidir?
Tayip Erdoğan’ların anayasa taslağı geçersizdir; tarihe terstir, bu taslağa Ters Anayasa demek yerinde olur.
ABD yenilmektedir. Ekonomisi çökmektedir. O nedenle ABD’nin8 gücüne dayanan Ters Anayasa”nın geçerliği yoktur.
Kemalist Devrim temelinde devleti ve toplumu yeniden örgütlemek, milletimiz için bir artık bir ölüm kalım sorunudur. O nedenle Kemalist Devrim anayasasının, devrimci anayasa geleneğimiz temelinde yeniden yapılması ve yürürlüğü girmesi kaçınılmazdır.
Bugün kilit sorun, milli devleti yıkıcılardan kurtarmak, bir milli hükümet kurtararak devletin ve milletin bütün güçlerini bağımsız ve halkçı Türkiye için seferber etmektir.