Teori Dergisi Nisan 2007 sayısında "Soykırım Yalanına Karşı Hukuk Cephesi" ele alınıyor. Dergide Doğu Perinçek, Av. Moreıllon, Pulat Tacer, Haluk Dural, Cüneyt Akalın'ın konuyla ilgili makalelerinin yanı sıra Prof. Duan Zhongqiao'nun "Piyasa ekonomisi ve sosyalist yol" konulu makalesi yer alıyor.
Makalelerin özetlerini aşağıda sunuyoruz.
Soykırım yok, savaş var
Doğu Perinçek
Burada iki gündür yapılan iş, yargılamaya benzemiyor; akademik bir toplantıya benziyor.İsviçre basınının yorumu da bu yöndedir. O zaman yanlış bir salon seçilmiştir. (Burada yargıç müdahale ederek, Perinçek’ten suçlama konusu içinde kalmasını ve mahkemeye eleştiri yöneltmemesini istedi)
Perinçek devamla: Ben de suçlamaya cevap veriyorum. Açıklamalarım, akademik hürriyetle ilgilidir. Üniversitelerin işini mahkemeler yapmaz. Mahkeme salonlarında tarih tartışması yapılmaz. Yargıçlar, tarih hakkında hüküm veremez. Aksi halde, tarih tartışmasını yok ederler. Ve yapılan iş, Avrupa uygarlığı için ayıptır.
Eğer buradaki faaliyet, ille bir yargılamaya benzetilecekse, Ortaçağdaki yargılamaların bir örneğidir. Sabahtan beri sorulan sorularla beynimin kıvrımları arasında dolaşılmaktadır. Cadı davalarında olduğu gibi, bilimsel kanaatim, düşüncelerim araştırılmaktadır ve suçlanmaktadır.
Bu yapılanlarla bana bir zarar verilemez. Ama İsviçre’ye ve Avrupa’ya zarar verirsiniz. Bilimsel konuların tartışılmasını mahkemeyle, polisle, hapishaneyle, gardiyanlarla önlemeye kalkarsanız, kendinize yazık edersiniz.
Bir kez bilimsel kanaat ve düşünce suçlanınca, burada görüldüğü gibi, Talat Paşa, Mustafa Kemal Atatürk, Lenin, Mao gibi geçen yüzyılın bütün devrimcileri; hedef alınmaktadır. Bu devrim düşmanlığıyla ve paslanmış anti-komünizm silahıyla varabileceğiniz bir yer yoktur. Avrupa uygarlığı kendi temellerini yıkmaktadır. Bu salonda yaşananlar da ne yazık ki bu gerçeği kanıtlamıştır.
Bazı Avrupa ülkeleri 1930’larda Nazi Almanya’sından kaçan insanları ve Yahudileri sınırdan geri çevirir ve ölüme teslim ederken, burada suçlanan Jön Türkler, o insanları bağırlarına bastılar. Atatürk de o devrimci geleneğin temsilcisiydi. Almanya’dan gelen Hirsch, Roepke, Neumark, Schwarz, Koschaker, Ernst Reuter gibi bilim adamları, Avrupa’da faşizmin ve faşizme teslimiyetin kol gezdiği koşullarda, ırkçı zulümden kurtuluş ve bilim özgürlüğünü Türkiye’de buldular. (Doğu Perinçek burada İsviçre’nin Yahudileri sınırdan çevirerek Nazi soykırımına yaptığı hizmetlere değinmektedir. Ve bu sözleri yargıç ve savcı başlarını önlerine eğerek dinlediler.)
Avrupa uygarlığı öyle bir yıkılıyor ki, Jean Thibaux gibi dürüst ve gerçek aydınlar, Avrupa ülkelerinin vatandaşlığını terk ediyor. Tanığımız olarak dinlenen Prof. Dr. Jean Thibaux’nun Fransız vatandaşlığından Türk vatandaşlığına geçmesinden alayla söz edildi burada. Bu alayları bırakıp, Avrupa’nın gerçek aydınının niçin bu tavrı aldığı üzerinde düşünmeniz yerinde olur.
Av. Moreıllon
Perinçek davası savunma söylevi
8 Mart 2007 tarihli oturum
1. Doğu Perinçek, kimileri onu öyle tanımlamaktan hoşlansa da revizyoncu, inkarcı değildir. İsviçre'ye kendini ifade etmek için kendiliğinden, özgür iradesiyle gelmiştir. Türkiye'nin, Batı'nın kamuoyunu "Ermeni Soykırımı" olarak adlandırılan tez çevresinde birleştirmek üzere bazı büyük medya mensupları tarafından sürekli olarak hedef haline getirildiğini, saldırılara uğradığını düşünmektedir. Batı'nın yalnızca birkaç yıldan beri özellikle de 1915 yılında gerçekleşen trajik olaylara yönelik bir yeniden okuma yaptığını ifade etmektedir. Aynı dönemdeki Türk, Kürt kıyımının tamamen görmezden gelinmesine karşı çıkmaktadır. Osmanlı halkına ilk saldıranın Ermeni toplumu olduğunun bilinmesine rağmen, Batılı kaynaklarda yalnızca silahsız Ermenilerin öldürüldüğü yönündeki yazıları büyük bir şaşkınlıkla karşıladığını dile getirmektedir. Ona göre, bu salonda yargılanan inkarcılık değildir. Tam tersine, bu salonun dışında, tarih, Ermeni sorunu açısından Türkler ve bugünkü Türk Devleti aleyhine yeniden yazılmaya çalışılmaktadır. Doğu Perinçek'e göre, Batı basınını manipüle etmeye çalışanlar, aynı zamanda Türk halkını, kökenlerini ve tarihini ırkçılıkla suçlayanlar ve bu yönde kanıt bulmaya çalışanlardır.
2. İsviçre'de, Avrupa'nın tam göbeğinde, temel özgürlüklere, özellikle de düşünce ve ifade özgürlüğüne son derece bağlı bir ülkede bulunuyoruz.
İki günden beri devam etmekte olan dava korkutuyor: Nasıl tek bir yargıç, yalnızca yedi tanığı dinledikten sonra, tarihin nasıl yorumlanması gerektiğine karar verebilir? Nasıl sadece yedi tanık yüz binlerce, hatta bir milyondan fazla kişinin başına gelenleri anlatabilir?
Nasıl bir yerel mahkeme -bu ifademi hoşgörün- "söylenenler", yorumlar, kişisel görüşler, abartılı saptırmaları temel alarak bir soykırımın varlığı ya da yokluğu üzerine karar verebilir?
Son olarak da, nasıl küçük bir mahkeme, tek başına, tanıkların basit beyanlarını temel alarak ve uluslararası planda yapılmış herhangi bir bilirkişi çalışması, herhangi bir soruşturma olmadan ve özellikle de o döneme ait herhangi bir belge, kanıt, herhangi bir arşiv olmadan 1915 yılında gerçekten neler olup bittiğine karar verebilir?
3. Gerçekte, yargı salonunda sanık bölmesinin öteki tarafında istenen, bugün itibariyle bazı Batı medyasında sunulmakta olan olaylarla ilgili her türlü farklı doktrini ve her türlü tartışmayı susturmaktır: Tek bir seferde soykırım olduğu yönünde bir karara varılması ve dolayısıyla da bu konuda her türlü tartışmanın yasaklanması söz konusudur. Bundan sonra tarihçiler arasındaki tartışmaları susturacak ve olayları nasıl yorumlayacaklarına onlar adına karar verecek olan bir yargıç olacaktır.
4. Bu bağlamda, yapacağımız tartışmanın çerçevesini çizmek için bazı belgelerden söz etmek yerinde olacaktır.
Pulat Tacar
“Soykırım” savlarına karşı
başvurulabilecek hukuk yolları
Ermeni diyasporası, Ermenistan Cumhuriyeti hükümetinin de desteği ile, 1915-1923 yılları arasında Osmanlı Ermenilerine soykırımı yapıldığının Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti ve Türk halkı tarafından kabul edilmesini talep ediyor. Bunu sağlamak için bazı ülke parlamentolarındaki ve Avrupa Parlamentosu’ndaki destekçilerini harekete geçiriyor. Yasama organlarındaki girişimlere ek olarak ulusal yargı erkleri de Fransa ve İsviçre’de harekete geçirilmiş durumda. İlk önce Paris Asliye Hukuk Mahkemesi, -1915 olaylarının soykırımı olup olmadığını tespit konusunda yetkili olmadığını belirtmekle birlikte- ünlü Amerikalı tarihçi Bernard Lewis’i “soykırımı gerçeğinin Ermenilerin yorumu” olduğunu söylemesinin, Ermenileri manen yaraladığı gerekçesiyle 1 Frank manevi tazminata ve mahkeme giderlerini ödemeğe mahkum etmişti. Daha sonra, 2000 yılında İsviçre’de, Bern’de Ermeni soykırımı olmadığını ifade eden bazı Türkler’e karşı açılan dava beraatle sonuçlanmıştı; bunu takiben Sayın Doğu Perinçek aleyhine Ermeni soykırımı iddiasını gerçek dışı olduğu görüşünü savunduğu için kovuşturma başlatıldı. Savcı önce takibata gerek bulunmadığı yolunda açıklama yaptı, ancak, Sayın Perinçek’in görüşünü bir kaç kez yinelemesi muvacehesinde İsviçre’nin Vaud kantonundaki Lozan Polis Mahkemesi bu konuda kendisine Ermeni Derneği başkanınca yapılan ısrarlı şikayetler sonucunda dava açmağa karar verdi. Mahkeme dava sonucunda Ermeni soykırımının tarihsel bir gerçek olduğunu, Sayın Perinçek’in kasıtlı hareket ederek ırkçı ifadelerle soykırımını inkar ettiğini ve ceza yasasının 261 bis maddesini ihlal ettiğini belirterek adı geçeni mahkum etti. Metni henüz açıklanmayan bu karar Sayın Perinçek tarafından İsviçre’de temyiz aşamasına şimdiden götürüldü.
Bu gelişmeler, Ermenilerin soykırımı savlarını yetkili olmayan bazı ulusal mahkemelere kabul ettirmek suretiyle, anılan savlara yargı kararı dayanağı aradıklarını, böylece soykırımı kararının ancak “yetkili mahkeme tarafından alınabileceği” esasını gündemden düşürmek istediklerini kanıtlamaktadır.
Bu aşamada, önce soykırımı hukuku konusunda sık sık sorulan bazı soruları yanıtlamak istiyorum.
Bölücü “milliyetçiler”
Cüneyt Akalın
Hrant Dink cinayetinin ardından hızla gelişen olaylar sonucunda tablo netleşti. Tertibin kuramsal boyutu açığa çıktı.
Failin / faillerinin biran önce bulunmasına yönelik kamuoyu baskısı, değişik girişimlere ve farklı açıklamalara bağlı olarak cinayeti daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Üstelik bu tertipler, içerden ve dışardan destek gördü.
Dink olayı hakkında medyadaki kimi köşe yazarlarının yorumlarını (Ertuğrul Özkök, C. Çandar, M. Ali Birand vb) izleyen kimi TV programları (A. Hakan, CNN, Tarafsız Bölge, 13 Şubat 2007) aynı hedefe yöneldi. Bu yorumların ortak amacı Dink cinayetini “ulusalcılar”ın üzeri yıkmak, Samast-Hayal tiplemesini ırkçılık-ulusalcılıkla özdeşleştirerek Türk milliyetçiliğini karalamak, bu arada MHP’yi özenle “ulusalcılar”dan ayırarak Bahçeli yönetimini işbirlikçi kampa eklemlemekti.
Aydınlık dergisi tertibi ilk günden itibaren ortaya çıkardı, sorumluları tek tek açıkladı. Ancak işin bir de kuramsal boyutu vardı, karşı cephe onu da ihmal etmedi. Çünkü oyun içinde oyun oynanıyor, muharebeler savaşları izliyordu.
Zaman gazetesinin iki gün süreyle yayımladığı bir söyleşi, ardından Can Dündar’ın NTV’de “Neden” programında ekrana taşıdığı kişi ve görüşler, bu tertibin düşünsel faillerini ortaya koydu. (Zaman, 6-7 Şubat 2006) Bu söyleşiden birkaç gün sonra Servet Kabaklı’nın köşesinde yazdıkları, “kuramcı”nın o kesimde düşünceleri yönlendirme girişiminin kimi “militanlar” tarafından hemen içselleştirildiğini gösterdi.
Haluk Dural
Kimya Yük. Müh. İP MKK üyesi
Sözde Ermeni soykırım iddiaları ve uluslararası hukuk
Lozan antlaşmasını takiben Cumhuriyet’imizin kuruluşundan sonraki yıllarda ve Türkiye’nin NATO’da Sovyetler Birliği’ne karşı kanat ülke rolü oynadığı soğuk savaş dönemlerinde hiç yaşanmayan “sözde Ermeni soykırımı” iddiaları, Kıbrıs Barış Harekatı’nın akabinde ortaya çıkan ASALA terörü ile hortlamış ve ABD emperyalizminin güdüm ve desteğiyle, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ülkemize karşı hasmane ve hattâ düşmanca bir kampanyaya dönüşmüştür.
Bugüne kadar ülkemizi yöneten hükümetlerin hiçbirisi, “sözde Ermeni soykırımı” iddialarına karşı etkili bir önlem almamış, bu kampanyanın gerçek sahibi olan ABD’yi görmezden gelerek, hep Ermeni diyasporasını suçlamışlar, ABD eyalet meclislerinde peşpeşe alınan sözde Ermeni soykırımını tanıma kararları ve ABD Temsilciler Meclisi’nde gündeme gelen benzer tasarılar için, Türkiye’ye bu tuzağı kuran ABD’den yardım istemişler, tasarının durdurulması için onursuzca yalvar yakar olmuşlar, ABD’nin siyasi istekleri karşısında her türlü ödünü verdikleri halde, bu girişimlerini başarı olarak sunup, halka yalan söylemişlerdir.
“Sözde Ermeni soykırımı” iddiaları, yaşamakta olduğumuz son yıllarda, ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaptığı ahlâksız emperyalist işgallerle uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası ve Türkiye’nin çökertilmesi operasyonlarının bir ayağı olarak daha da önem kazanmış görünmektedir.
Piyasa ekonomisi ve sosyalist yol
Prof. Duan Zhongqiao
Çin Halk Üniversitesi Felsefe Bölümü
İngilizceden çeviren Cem Kızılçeç
Bu bildiri 2006 yılı Haziran ayında Küba’da düzenlenen “Uluslararası Marksizm” konulu bir uluslararası konferansta tarafından sunulmuştur.
Sovyetler Birliğinde sosyalist sistemin çöküşünden sonra dünyanın bütün bölgelerindeki Marksistler arasında piyasa ekonomisi ile sosyalizm arasındaki bağlantı öne çıkan bir konu oldu. Bu yazıda, Marks’ın Tarihsel materyalizmine dayanarak iki soruyu aydınlatmak istiyoruz. Neden Çin gibi sosyalist ülkelerin bir piyasa ekonomisi geliştirmeleri gerekmekte, ve neden ABD ve benzeri gelişmiş kapitalist ülkelerin sosyalizme piyasa ekonomisi üzerinden ilerlemeleri mümkün değildir.
Marks’ın çalışmalarında piyasa, metaların dolaşım alanını ifade eder. Meta ekonomisi, meta üretimini ve metaların dolaşımını içerir. Piyasa, meta ekonomisinin içsel bir parçasıdır. Dolayısı ile piyasa ekonomisi metaların dolaşımı bakış açısından bakıldığında meta ekonomisinin diğer bir versiyonundan başka bir şey değildir. Meta ekonomisi, doğal ekonominin karşıtı olan bir üretim tarzıdır. Doğal ekonomi, esas itibarı ile kullanım değerinin üretildiği bir üretim tarzıdır. Buna karşın meta ekonomisi ise, değişim değeri üreten bir üretim tarzını anlatır. Dolayısı ile Marks’a göre, “Gelişmiş meta üretiminin kendisi kapitalist meta üretimidir.” (Kapital 2. Cilt, Penguen Boks, 1978, s.190) Marks, kapitalist üretim tarzını meta ekonomisi ile eşleştirirken doğal ekonomiyi de pre-kapitalist üretim tarzı ile eşleştirir.