Rakibin minderinde güreşmek!

Futbolda ev sahibi takım her zaman avantajlıdır. Kendi seyircisi önündedir. 90 dakika boyunca taraftarı kendisini desteklemektedir. Rakip takım, bir yandan ev sahibi takımın oyuncuları ile mücadele ederken, öte yandan seyircinin kendi aleyhine yarattığı boğucu atmosferden kurtulm...

Tarih:

Futbolda ev sahibi takım her zaman avantajlıdır. Kendi seyircisi önündedir. 90 dakika boyunca taraftarı kendisini desteklemektedir. Rakip takım, bir yandan ev sahibi takımın oyuncuları ile mücadele ederken, öte yandan seyircinin kendi aleyhine yarattığı boğucu atmosferden kurtulmaya çabalar.

Daha önemlisi, ev sahibi takımın avantajlı olduğu yolundaki önkabuldur. Hem ev sahibi takımın oyuncusunun, hem de rakip takımın oyuncusunun beyninde bu önkabul, adeta tartışılmaz bir “gerçeklik” olarak daha en başından vardır.

Bütün bunlardan dolayı futbolda, ev sahibi takım maça, deyim yerindeyse bir sıfır önde başlar.

Futbol dilinde buna “saha ve seyirci avantajı” derler.

Bütün bu gerçeklere rağmen, futbolda bilindiği üzere ev sahibi takım her zaman kazanmaz. Misafir takım, çok iyi oynadığında ev sahibini kendi sahasında yenebilir.

Nitekim bunun çok sayıda örneğine tanık oluyoruz. Çünkü, “saha ve seyirci avantajı”na rağmen, Futbolun kendi kuralları vardır ve bu kurallar ev sahibini de misafiri de bağlar.

Mücadele, o kuralların belirlediği çerçeve içinde verilir.



SİYASET

Ama siyasette durum farklıdır. Siyasette her Parti’nin, kendi program ve politikaları ile belirlediği bir “oyun sahası” vardır. O oyun sahasında sadece ve sadece kuralları koyanın başarı şansı vardır.

Başka bir siyasi Parti, rakibin sahasında mücadele etmeye kalktığı vakit, ne yaparsa yapsın karşı tarafa hizmet etmeye mahkûmdur.

Hatta bu durumda bir Parti ne kadar “çalışkansa”, o ölçüde rakibin başarısını artıracaktır.

Bu evrensel bir gerçekliktir.

12 Eylül referandumunda Kemal Kılıçdaroğlu çok çalıştı. Genel Başkan olarak 70’den fazla ilde, 150 kadar ilçede mitingler yaptı.

Sonuç: Tayip Erdoğan’ın bile beklemediği bir “başarı” oldu.

Referandum kampanyasında ikide bir gözyaşı dökerek oy isteyen Tayip Erdoğan’ın yerini bugün, Ortaçağ karanlığını hedefleyen diktatörlük özlemini gizlemeye gerek duymayan Tayip Erdoğan almıştır.

Bunun temel nedeni, AKP minderinde güreşerek sonuç alacağını sanan Kılıçdaroğlu’dur.



AKP MİNDERİ

Bir örnek verelim:

Referandum kampanyasında hiç gündemde yokken, Kılıçdaroğlu birden bire “türban sorununu kendilerinin çözeceği” iddiasını ortaya attı.

Tayip Erdoğan’ın rüyasında görse inanamayacağı bir fırsat ayağına gelmişti. AKP, Tayip Erdoğan’ın da itiraf ettiği üzere, türbanı, bir siyasi malzeme olarak hep kullanmıştı. Ama Cumhuriyetçi güçlerin muhalefeti dolayısı ile 2007 yılında Anayasa Mahkemesinde yaşadığı bozgundan sonra, konuyu bir kez daha gündeme getirmeye cesaret edemiyordu.

Kılıçdaroğlu’nun “türban” açıklaması ise AKP’ye, halkı aldatmak için en önemli hamlesini gerçekleştirme olanağı verdi.

Tayip, bu inanılmaz “pası” aldı. CHP Başkanının “yollarına güller serdi.” “Alkışladı.” “Yeter ki türban sorunu çözülsün, bütün kazanç Kılıçdaroğlu’nun olsundu!”

Böyle diyordu Tayyip Erdoğan. Ve bütün referandum süresince deyim yerindeyse bu büyük olanaktan yararlanarak “Hayır” cephesinin kalesine gol üzerine gol attı.

Sonrasında ise gelişmeler baş döndürücü bir hızla olup bitti.

Türban şimdi üniversitede serbest… Bu “başarı” CHP sayesinde elde edildi ama bütün puanlar AKP hanesine kaydedildi.

AKP için yeni hedeflere varmak şimdi artık daha kolaydır.

Bir genç kızı 25 yaşına kadar “inancının gereği” olarak okutup üniversiteden mezun ettikten sonra, okuduğu mesleği devlet kapısında yapmaya kalktığında, hiç kimse ona “başındaki türbanı çıkar” diyemeyecektir.

Ve ondan sonrası çorap söküğü gibi gelecektir. Şimdi sıra ortaöğretimde ve ilköğretimde türbanda. Sonrası, türban takmayanlara baskı ve zorla örtünme. Sonrası çarşaf…

Sonrasında toplum hayatından dışlanan ve cariye olan kadın…

AKP minderinde güreşmeye soyunarak CHP’nin girdiği yol budur. Ve ilk adım başarıyla atılmıştır.



BÜYÜK GERÇEK

27 Mayıs’a ve 28 Şubat’a saldıran Kılıçdaroğlu, gene AKP minderindedir.

Kemalist Devrim’in 1960’da yeniden yaptığı hamlenin veya 1990’ların sonrasında aynı doğrultuda gerçekleştirilen cılız silkinmenin önünde hep Tayyip Erdoğanlar vardı.

Siz bugün çıkıp bu hareketlere karşı çıktığınızda, sadece ve sadece zamanında 27 Mayıs’ın ve 28 Şubat’ın karşısında yer almış olanların haklı olduğunu söylemiş olursunuz.

Veya “darbe tehlikesini önlemek için” yasa teklifi verdiğinizde, gene sadece ve sadece, tam üç yıldır “darbe yapacaklar” yalanı ile TSK’ya karşı psikolojik ve fiili saldırı yapan Tayyip’i güçlendirmiş olursunuz.

CHP, kendi minderini terk etmekte ve AKP minderinde kısmet aramaktadır.

CHP’nin yeni rotasını belirleyenler bütün bu saçmalıkları; “Demokrasi ve özgürlük silahını AKP’nin elinden almak!” olarak açıklamaktadırlar.

Türban olayında vardığımız yer, bu yönelimin kime hizmet ettiğini tartışma götürmez bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Öte yandan rakibin minderinde şansını deneyen CHP’nin altından, 90 yıldır bazen ortasında bazen kenarında durduğu kendi minderi kaymaktadır.

Günümüzün en büyük gerçeği budur.