Prof. Dr. Özdemir Nutku:SÖYLEV'İN GEREĞİNİ YERİNE GETİREREK İŞÇİ PARTİLİ OLDUM!

Prof. Dr. Özdemir Nutku İzmir İl Başkanlığı'nın düzenlediği görkemli bir şölenle İşçi Partisi'ne katıldı. Prof. Dr. Nutku o gün yaptığı konuşmada Türkiye’de ilk defa 1973’te Atatürk’ün Söylevi’ni sahneye uyarlayan kişi olduğunu ve şimdi de Söylev’in gere

Tarih:

Prof. Dr. Özdemir Nutku İzmir İl Başkanlığı'nın düzenlediği görkemli bir şölenle İşçi Partisi'ne katıldı. Prof. Dr. Nutku o gün yaptığı konuşmada Türkiye’de ilk defa 1973’te Atatürk’ün Söylevi’ni sahneye uyarlayan kişi olduğunu ve şimdi de Söylev’in gereğini yerine getirdiğini açıkladı. Özdemir Nutku'ya telefonla ulaşarak sanatçı ve parti arasındaki bağı sorduk.

-İşçi Partisi’ni tercih etme nedeninizi açıklar mısınız?
İşçi Partisi'ni seçmemin nedeni, uzun zamandır öngörülü ve bilinçli bir parti olması, Türkiye'nin toplumsal ve siyasal gidişatına duyarlı olması ve 'Kuvai Milliye' ruhunu taşımasıdır.

-İşçi Partisi'ni tercih ederken sanatla parti arasında kurduğunuz bir bağ var mı?
Bir kere topumcu bir parti. Topum için neyin kötü neyin iyi olduğunu söyleyen bir parti. Sanatçının bir vicdanı vardır. Sanatıçının vicdanı olan bir partide yer alması gerekir.
İşçi Partisi de vicdanı olan bir parti.

-Bu tercihinizde iktidarın sanata olan tutumunun da bir etkisi var mı?
İktidarın sanatla ilgili bir tutumu var mı ki! Ben bu yaşıma kadar hiçbir partiye girmemişim elbette iktidarın yaptıklarının tercihimde etkisi oldu.

Özdemir Nutku: bu ülke yetiştirdi beni,
ben de ona borcumu ödemeliydim
Yıllarını tiyatro sanatına adamış, bıkmadan, usanmadan kendini yenileyerek, hep gençlerin arasında olmuş ve genç kalmayı başarmış 80’lik delikanlı Özdemir Nutku’nun karşısında genç kuşaktan bir oyuncu olarak konuşmak mı daha zordur, yoksa babanız olma kimliğini bir yana atarak bir röportaj hazırlamak mı bilemiyorum… Ancak onunla her saatinizi birlikte geçirseniz bile onun o muhteşem dünyasına, hayata bakış açısındaki derinliğine, meslek aşkına ve disiplinine tam anlamıyla erişmek çok da mümkün değil. Son derece disiplinli yetiştirilmiş asker bir baba ile İstanbul hanımefendisi bir annenin en büyük oğlu. Eğitimi için ailesinin hep desteklediği ancak söz konusu tiyatro eğitimi olunca çok da destek göremeyen Özdemir Nutku, bir yıl hukuk fakültesinde okuduktan sonra bırakıp, İngiliz filolojisini bitirir. Ama tiyatro aşkından vazgeçmez. Kazandığı bursla Almanya’da reji eğitimi görür. Bu süreci caz piyanistliği yaparak kendi imkanlarıyla tamamlar. Ailesinde onu en çok etkileyen sıkı bir tiyatrosever olan anneannesidir, ki Ferih Egemen’in sahnelediği ilk tiyatro oyununu onunla izler. Anneannesi 70 yaşından sonra Fransızca öğrenip, klasikleri Fransızcadan okumaya başlar. Babası Emrullah Nutku kendi çabasıyla çok güzel piyano çalar. 101 yaşında kaybettiği teyzesi Şaziye Berrin Kurt hanım ise çok iyi Almanca bilen İbsen ve Hauptmann’dan çevirileri olan çağının ileri görüşlü kadınlarındandır. Amcası, Türkiye’nin ilk gemi inşa mühendisi, Prof. Dr. Ata Nutku’dur ki dedesi Süleyman Nutki’de denizcilik alanında çok önemli bir yere sahip, denizcilik müzesinde ve fakültesinde kendisine özel bir bölüm ayrılmış, adı verilmiş bir deniz bilimcidir.

- Tiyatro sanatı dendiğinde akla gelen en önemli isimlerden birisiniz şüphesiz. Yazar, çevirmen, yönetmen, eğitmen olarak çok önemli işlerde imzanız var. Bu yıl 80. yaşınızı kutladınız. Ben, öncelikle bunca yıldır halen güncel olanı yakalayabilmenizi ve sürekli yeni projelerle bu kadar geniş bir yaş skalasına hitap edebilmeyi nasıl başardığınızı öğrenmek istiyorum.

- Sanırım bu, sürekli okumam ve yeni oluşları izlememden dolayıdır; bildiğiniz gibi, öğrenmenin sınırı yok. İnsan öğrendikçe ne kadar az bildiğini anlıyor. Her şeyi bildiğini sananlar aslında hiçbir şey bilmediklerini de bilmezler. Yaşamın her alanında yeni olanlara karşı büyük merakım var. Bu yalnızca sanat alanında değil, teknolojiyi de yakından izliyorum. Bu benim kendi mesleğimle senteze ulaşmama da yarıyor. Örneğin, uzay bilimi beni çok heyecanlandırıyor. Bugün galaksimizin bir fotoğrafını çekebiliyorlar. Trilyonlarca yıldızı barındıran bu galakside... Düşünün Orion burcunda bir güneş sistemi, bunun içinde dünyamız, dünyanın bir yerinde biz, bu koskoca uzay içinde minik bir nokta bile değiliz. Bu bize birer mikrokozmos olduğumuzu anımsatıyor; ve günlük tartışmaların, atışmaların, büyük sözlerin ne kadar gülünç ve önemsiz olduğunu gösteriyor. İşte bunun bilincinde olarak durmadan kendimi yenilemem gerekli olduğuna inanıyorum. Gençlerle aynı zaman dilimini paylaşıyorsam onların yaşamlarını da paylaşmam gerekmez mi?

- Sanatta sürekli yenilenmek, taze kalmanın önemi nedir?
-İnsanın en yüce yaratısı olan sanat da insan yaşamı ile birlikte yeni boyutlar kazanıyor. Yeni boyutları bilen çağdaş insanın da kendini yenilemesi gerekir. Bu yenilemede bir senteze ulaşabilmek için sanatın önceki evrelerini bilmek önemlidir. Bir kuralı yıkmak için o kuralı çok iyi bilmek gerekir ya da şöyle diyelim: yeni bir şey yapmak, sürekli taze kalabilmek için evrenseli yakalayıp bugünü anlamak önemlidir.


- Sizin İngilizce gibi Almancadan da çevirileriniz var. Ayrıca her iki dilin orta yani eski kullanımları ve çevirilerine de hakimsiniz. Dile bu hakimiyetiniz ve yatkınlığınız nerden kaynaklanıyor?
- Orta İngilizce’ye olan merakım Robert Kolej’de başladı, başladı; İngiliz Edebiyatı hocamız Prof. MacNeill, bize, bir yarıyıl Chaucer’ın Canterbury Tales adlı yapıtını okuttu. Bu yapıt eski ve orta İngilizce bir metindir. O tarihten itibaren orta İngilizce’ye olan ilgim arttı ve Ankara Üniversitesi İngiliz Filolojisi’nden mezun olduktan sonra, Almanya’ya gittiğimde, bir yandan Almanca’mı geliştirirken diğer yandan Prof. Dr. Sehrt’ten eski ve orta İngilizce dersleri aldım. Ayrıca Georg-August Üniversitesi Germanistik Bölümü’nde, eski ve orta Almanca derslerine devam ettim.

- Tiyatro eğitiminizi Almanya'da aldınız. Peki bu yola nasıl başladınız. Sizi tiyatroya bu kadar tutkuyla bağlayan ve hiç peşini bırakmadan çalışmanızı sağlayan bu aşk nasıl başladı?
- Bu aşk küçük yaşta anneannemin beni İstanbul Tepebaşı Tiyatrosu’nda çocuk oyununa götürdüğünde başladı. Sanırım yıl 1937 idi. 1941 yılında, Ankara’da, teyzem beni, Tatbikat Sahnesi’nin Madam Butterfly operasına götürdü. Orada, oyuncuların sesleri, dekor ve giysiler beni büyüledi. Daha sonra kolejin Tiyatro Kolu’nda hem İngilizce hem Türkçe oyunlarda oynadım. İşte orada işi eğitmenler altında tiyatroyu daha bilinçli bir biçimde sevmeye başladım. 1946/1947 döneminde ilk kez Kadıköy Süreyya Sineması’nda (Şimdi Opera) Tarla Kuşu opereti’nde ilk kez profesyonel oldum. Bildiğiniz gibi Almanya’da tiyatro yönetmenliği eğitim aldım. Beni kimi bilim adamı, kimi de sanatçı olarak tanır, ama ben her ikisiyim.

- Almanya'dan sonra Türkiye'ye dönerek Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde asistan olarak göreve başladınız? Bu süreç nasıl gelişti?
- Almanya’daki eğitimimin son yılıydı. O sırada Muhsin Ertuğrul, gençlerden bir kadro oluşturuyordu. Beni de istedi, ama sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde bir Tiyatro Enstitüsü açıldığını duyuncu orada olmamın daha iyi olacağını belirtti; çünkü kendisi, 1954’ten beri, üniversitelerde tiyatro bölümlerinin açılmasının ateşli bir savunucusuydu. O sırada Fakülte’nin dekanı olan Prof.Dr.Ekrem Akurgal da beni iyi tanıdığı için Tiyatro Enstitüsü’ne gelmem için ısrar etti. Büyük bilim adamı sayın Akurgal’dan iki yıl süreyle arkeoloji dersi almış, Foça kazılarına katılmıştım. Beni oradan çok iyi tanıyordu. Böyle olunca Ankada Üniversitesi’ne asistan olarak alındım. Bu süreç nasıl mı gelişti? 1959’dan 1976’ya kadar 27 yıl gazetelere, dergilere yazılar yazdım. Akademik olarak ders verdim. 1961’de doktor, 1967’de doçent ve 1974’te profesör oldum. 1962’den 1964’e kadar 26 ay askerlik yaptım. Bu arada Tiyatro Enstitüsü kapatılarak yerine 1964’te Tiyatro Kürsüsü kuruldu. Bunu 1969’da Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü izledi. 1976’da İzmir’e yerleşerek kapsamlı bir Sahne Sanatları Bölümü kurdum.

- Yurtdışında pek çok üniversiteden kürsü teklifi aldığınızı biliyoruz, bundan da biraz bahsedebilir misiniz?
- Almanya’daki eğitimimi tamamladıktan sonra Berlin’den bir teklif aldım. Ama kendi yurdumu özlediğim için ve oldukça da deneyimsiz olduğum için kabul etmedim. 1965 yılında, iki yarıyıl Viyana Üniversitesi Tiyatro Enstitüsü’nde ders verdim. Bunun üzerine beni Doğu ve Türk Tiyatrosu dersleri için istediler. Ama ben yine yurt özleminden bunu da kibarca reddettim. 1972’de Long Island Üniversitesi’nde Sahne Sanatları Bölümü’nü kurmam istendi. O sırada, Besteci Bülent Arel, Hem New York hem de Columbia Üniversiteleri müzik bölümlerinin başkanıydı. Beni çok istedi. Onun için bir akşam yemeği düzenledi. Ama ben yine oyun bozanlık edip kabul etmedim. Hiç pişman değilim. Çünkü, kendi yurdumun gençlerine katkıda bulunmaktan mutluyum.


Türk tiyatrosunun Avrupa'yla kıyasla ve kendi içinde nasıl bir gelişim süreci taşıyor?
- Eskisi gibi içine kapanık bir toplum olmadığımızdan dünyada olup bitenden hemen bilgi ediniyoruz. Ama bu bazen taklide sebep oluyor. Bence taklit yerine, kendi özgün çalışmalarımı yapmamız iyi olur; çünkü evrenselliğe yöresellikten geçilir. Işık tekniği açısından henüz Avrupa’ya yetişemedikse bile uygulama açısından hiç de onlardan eksik değiliz. Hatta bazen oradakilerden daha başarılı yapımlara imza atıyoruz. Tiyatromuzun kendi içinde nasıl bir gelişim süreci taşıdığını soruyorsunuz. Bence kendi içinde bir gelişim süreci yok, hep dış kaynaklı gelişimlere göre kendimizi ayarlıyoruz. Örneğin, ‘in-yer-face’ (suratına tiyatro) seyirciyi kışkırtmak, şoke etmek isteyen bir tiyatro türüdür; bir akım değildir. Bu altmışlı yıllardaki başkaldırı tiyatrosunun bir uzantısıdır. Ülkemizde, ‘in-yer face’ bizi nereye kadar götürür. Üstelik bu daha çok elit seyirci isteyen bir türdür; kendi içinde kapalı kalır. Oysa tiyatro yığınlar içindir ve her tiyatro kendi halkının gereksinimlerini karşılamalıdır. Yığınlara yönelen tiyatronun ülkemizdeki en güzel örneklerinden birini Genco Erkal vermektedir.

- Günümüzde hayatın hızlanması ve teknolojik gelişimlerle istediğine çabuk ulaşan, sonra da çabuk tüketen bir seyirci kitlesi karşısında tiyatro günceli yakalamak adına nasıl ele alınmalıdır?
- Evet günceli yakalamak; işte önemli olan bu. Yaşamımızdaki olaylar o kadar karmaşık ve çoktur ki, bence yazarlardan başlayarak günceli yakalamak için çok fırsat vardır. Önemli olan o an yaşamımızda geçen ilginç bir olayı tiyatral estetikle anlatabilmektir; yansıtılan olay sanatsal bir biçimde sunulmalıdır. İşte bu da bu uğraşının en zor olan yanıdır. İlginç bir konu sanatsal açıdan kötü bir şekilde sunulursa etkisiz kalır. İlginç olan olay belli bir estetiğe oturtularak verilmelidir. Genelde, estetik, bizim tiyatromuzda sık sık eksik bırakılan bir kavramdır.

- Peki yine aynı koşullar göz önünde bulundurularak günümüzde aşk kavramını nasıl değerlendirirsiniz? Şair ve müzisyen yanınızı da düşünürsek sizin zamanınızdaki aşklar nasıl farklılaştı ya da farklılaştı mı?
- Aşıklar aynı, ama aşklar farklılaştı. Bana göre aşk bitmeyen bir şeydir. Bu, bir insana, bir mesleğe, bir yöreye vb. duyulabilir. Aşk bittiği anda her şey durur, statikleşir. Gördüğüm kadarıyla şimdiki aşklar çabuk bitiyor. İnsanlar giderek kendilerini yalnızlığa itiyorlar. Platon’un Şölen diyaloglarında dediği gibi, insan yarımdır, ancak ruh eşini bulduğunda bütünlenir ve tam olur. Bir insanın başka bir insana olan aşkı gibi, meslek aşkı da – eğer bitmezse – onu ölünceye kadar ayakta tutar.

- Anlaşılıyor ki sizin de tiyatro aşkınız hiç bitmeyecek. Bundan sonraki projelerinizden bahsedebilir misiniz?
- Ben ölmeyecek gibi projeler yapmayı seviyorum. Aklımda yazacağım üç kitap var, birkaç da çeviri. Anılarımı da yazmak istiyorum. Ama en zoru da bu. Sahnelemek istediğim bir iki de oyun var. Elbette, gücüm yettiği sürece Fakülte’deki derslerimi de sürdüreceğim.

- 43 yıllık bir eğitmenlik hayatından sonra, 1998'de emekli olmanıza rağmen eğitim vermeye devam ettiniz. Tam 56 yıldır eğitim veriyorsunuz. Çok başarılı işlerle isimleri anılan çok önemli pek çok sanatçı yetiştirdiniz. Medyatik olan, olmayan, hem tiyatro, hem sinema, hem de televizyon projelerinde yer alan gerek oyuncu gerek sahne/kamera arkasında çalıyan çok önemli isim sizin derslerinizde ve kitaplarınızla yetişti. Peki genel olarak başarılı bir sanatçı olmak için eğitimin önemi nedir? Başarılı ve yaratıcı olmanın koşulları nelerdir? Genç kuşak sanatçılara ve adaylarına önerileriniz nelerdir?
- Her insanda bir yaratıcı taraf vardır. Eğitim, kişinin yaratıcı yanını biler, parlatır ve geliştirir. Ham yaratıcılık, eğer işlenmemişse, kısa bir süre sonra kaybolur gider ve o yaratıcı taraf tekdüze bir kalıp biçimine dönüşür. İnsanlar hiç durmadan öğrenmeli, yeni bilgiler edinmeli ve an be an kendini geliştirmelidir. İnsan olmamızın anlamı zaten budur. Yoksa insan sadece yeme içme, giyme ve üremeye yönelirse hayvanlardan ne farkı kalır? Çünkü insanların hayvanlara olan en büyük farkı kültür düzeyinde yaşaması ve onu durmadan geliştirmesidir.