İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi Şule Perinçek ve Öncü Kadın İstanbul İl Başkanı Av. Zerrin Öztürk öncülüğünde bir grup kadın, 9 Şubat’ta Ankara’daydı. Kadınlar yüreklerinin yanında çamsakızı çoban armağanı misali getirdikleri battaniye, giyecek gibi bir takım malzemeyle, Tekel işçisinin o mübarek elini sıkmak, dostluk ve desteklerini sunmak üzere sabah saatlerinde Türk-İş binası önündeydi. O gün, Tekel direnişinin 57. günüydü. Hava soğuk ve yağışlıydı, naylon çadırlara yaklaştıkça güneş açtı.
Direniş alanında adeta bir cümbüş var. Bir yanda yoktan var edilmiş bir şehir: Naylonlardan çadırlar, varillerden sobalar yapılmış. Neredeyse sokaklar döşenecek,kapı numaraları ve köşe lambaları konacak. Çadırlar isimlerini,
Tekel işletmesinin olduğu il ve ilçelerden almış: Hatay, Malatya, Trabzon,
Diyarbakır, Tokat, İstanbul diye tüm memleketi dolaşıyor. Direniş alanı artık memleket olmuş. Her çadırın kapısında bacasında, girişinde afişler, ilanlar. Tekel işçisinden şairler, yazarlar, ressamlar çıkmış. Diyarbakır çadırındaki afişlerden birinde, kara- kalem kale duvarı çizilmiş, yanında “Tekel direnişi, kalemiz kadar sağlam” yazıyor.
Trabzon çadırındakinde yazıya deniz fenerleri eşlik ediyor: “Ufak hırsız el feneriyle, AKP deniz feneriyle çalar”. Açlık grevindeki işçinin grev önlüğü üzerinde aile fotoğrafı büyütülmüş, üç çocuk gülümseyerek karşıdakinin gözlerinin ta içine bakıyor.
Altında da babaları için “Yetim hakkı yiyor” diyenlere iki çift lafları var… Bir başka
afişte Tekel Halk Üniversitesi’nin Tayyip Erdoğan’a verdiği ders notları!
Tekel işçilerinin bir özelliği daha var: Azımsanmayacak bir bölümü yetimhanelerden
geliyor. Devlet, cumhurun devleti olduğu günlerde, yetim ve öksüz evlatlarına
kol kanat germiş. Uzanabildiğini iş güç sahibi yapmış, hem kendileri hem milletleri için
bir gelecek kursunlar diye Tekel kapılarını açmış.
Tekel direnişi; Kürt-Türk, Alevi-Sünni, türbanlı-türbansız ne melanet ayrımcılık varsa hepsini dürüp bükmüş, bir yana atmış. Hani sağanak yağmur nasıl havayı, toprağı
temizler, Tekel de işte öyle bir temizlik yapmış. Açlık grevinde türbanlısı türbansızı yan yana, omuz omuza direniyor. Şehir adları işçinin nereli olduğunu değil Tekel fabrikasının yerini gösteriyor. Zaten üzerlerine tazyikli su sıkanlar “Türkler şu tarafa Kürtler bu tarafa” diye bir ayrım yapmıyorlar ki. İşçiler tazyikli suya, biber gazına, dayağa karşın umutlu, kararlı, güvenli. Biri, “Bütün Türkiye’yi kazandık. Şimdi siyasi partiler, bütün halk hep beraber kaldırıp bu işi bitirmemiz lazım” diyor. Hangi çadıra girerseniz girin, hangi işçiye sorarsanız sorun, yanıt kısa ve net: Ölmek var dönmek yok. Başbakanın kendilerine bir gün “domuz”, başka bir gün “PKK’lı”, diğer gün “kardeşim” demesi de işçilerin artık eğlence konusu olmuş. Biri “hem domuz hem kardeşsek, o da nasibini alıyor” hatırlatmasını yaparken diğeri, “PKK’lıysak kırmızı halı göndermesi lazım.
Çünkü PKK’lılar Habur’da kırmızı halıyla karşılandı” diyor. Bir başka işçi de bu tanımları
başbakanın rüyalarına bağlıyor: “Artık Tekel işçisi her gece başbakanın korkulu rüyası.
Gece ne gördüyse sabah o rüyanın etkisiyle konuşuyor. Ama ne kadar korksa da
faydasız: Özlük haklarımızı almadan buradan gitmeyiz. Ölmek var dönmek yok.” Bir başka çadırda bir başka işçi, referandum hesabını şöyle yapıyor: “Bugün referanduma çıksalar ‘AKP’yi mi, Tekel işçisini mi daha çok seviyorsunuz’ diye sorsalar, millet ‘Tekel işçisi’ diyecek. Onlar da bunu biliyor, kaybettiklerinin farkındalar. Haksız olan bağırırmış; o bağırıyor.”
Açlık grevindeki bir işçi, “Bu sadece Tekel’in direnişi değil; herkesin direnişi oldu. Bizden sonra gelecek kuşaklara da örnek olur inşallah. Sonu zafer olacaktır” diyor.
Yüzü yorgun, gözlerindeki kararlılık sanki “yıkabilene aşk olsun” dedirtiyor.
23 Haziran 2008’de Tekel’in altı sigara fabrikası dağıtıldı. Malatya, İstanbul, Adana
ve Bitlis fabrikaları kapatılırken sadece ikisi açık kaldı: Tokat ve Samsun. Hepsi de “mülkiyetli satış”la elden çıkartıldı. Babalar gibi!
Sadece İstanbul fabrikasının toprağı satılmadı, üç yıllığına fabrikaya verildi. Diğerleri
topraklarıyla birlikte British American Tobacco’nun oldu… Tekel işçisi feryat ediyor:
“Benim dedemin Çanakkale’deki mezarının yeri bilinmez. Bu toprakları kanla aldık, parayla sattılar.” Tokat çadırlarından birindeyiz.
Bu kez 15 yıllık bir kadın işçi, en çok “ağırına giden” olayı anlatıyor: “Tokat fabrikasını çalıştırma kararını açıklıyorlardı. BAT şirketi adına bayağı yukarılardan yetkili bir Türk temsilci dedi ki; ‘Biz buraya 1 milyar 700 milyon dolar saydık.’
Konuşurken Atatürk de hemen arkasında duruyordu. Kimin malını kime satıyorsun?
Düşünsenize, ‘biz’ diye yabancı bir firma adına konuşuyor!”
(Haber: FÜSUN İKİKARDEŞ / AYDINLIK)