Bu sefer sonuç almak için harekete geçtiler. 2012 yılının verdiği özgüvenle, dev eylemlerde kazanılan tecrübelerle geldiler. Halk 13 Aralık'ta Silivri Kalesi'ni kuşattı ve duvarlara dayandı. Tertipçiler köşeye sıkıştı. Duvarları yıkmak için gelen halk esasında sistemi yıkma azmindeydi. Çünkü Silivri, AKP faşizminin simgesidir artık. Tıpkı Bastille kalesi gibi. O yüzden duvarları yıkmak sistemi yıkmaktır. Ve herkes bunun bilincindedir.
Korku Saf Değiştirdi
İş günü olmasına rağmen ve şehir merkezinin kilometrelerce uzağında olduğu halde mahşeri kalabalık toplandı Silivri Kalesi'nin önünde. Üstünden atlamadan bu olguyu kaydedelim. Eylemin ana merkezi duruşma salonunun giriş bölgesiydi. Jandarmanın orada kurduğu barikatların yıkılmasıyla birlikte doğan büyük enerji, alanın her yanına yansıyordu. Kuşatma da ancak böyle olurdu. Her yer eylem alanına dönmüştü. Duruşma salonundaki havayı belirleyen de bu güçtü. Slogan attıkları için salondan çıkarılan izleyiciler, bekleme kısmında tutulmalarına itiraz ederken, "Hükümet İstifa" sloganlarını patlattılar. Basınca dayanamayan görevliler, bir süre sonra geçmelerine müsaade etmek zorunda kaldılar. Aynı esnada salonda avukatlara söz hakkı vermeyen "mahkeme başkanı", bu konuda ısrar eden avukatı dışarıya zorla çıkartmak için talimat vermişti. 300'ü aşkın avukat ayaklandı, jandarmalar avukatı alamadı. Afallayan "mahkeme başkanı" önce kısa ara verdi, sonra ne yapacağını bilemediğinden olsa gerek arayı öğlene kadar uzattı. Bu sefer öğle arasında engellemeyle karşılaşan avukatların kapıya basınç uygulayarak ve görevlileri kenara sürükleyerek salona girmeleri ise "mahkemenin" hakimiyetini yerle bir etti. Robokopları salona sokan ve ancak bu şekilde otorite sağlayabileceğini düşünen "mahkeme başkanı", avukatların masalara vurarak yaptıkları protestoyla karşılaşınca kazın ayağının öyle olmadığını anladı. İstediği hiçbirşeyi yapamadı, mütalaayı da okuyamadı.
29 Ekim Seferberlik Yürüyüşü'nde de benzer bir manzara yaşanmıştı. Ancak bu sefer onun da ötesine geçildi. Halk zalimleri gayrımeşru ilan etti. "Seni tanımıyorum, kimseyi de alamayacaksınız" dedi. 13 Aralık günü itibariyle "mahkemenin" hem içeride hem de dışarıda bir hükmü kalmadı. Güç ve yetki halktadır artık. O yüzden korku da kesin olarak saf değiştirmiştir. Bir tarafta "Hipodrom'da Tayyip Erdoğan", "Helikopter'de İdris Naim Şahin", "Köşeye sıkışmış Hasan Hüseyin Özese" görüntüleri, diğer tarafta ise herşeyi göze alan halk. Zerre geri adım atmayan, en kolay işmiş gibi barikatları yıkan, jandarmayı elinden tutup ayağa kaldıracak kadar da vicdanlı ve özgüvenli bir halk. Bu Türkiye tablosu, yalnızca umutlandırmıyor. Halka inanç veriyor ve üstünlük kazandırıyor. Zafere inanıyoruz! Yeni durum budur.
Geri Sayım Başladı
Fethullah'ın Zaman'ı öyle korkmuş ki, şöyle diyor: "Duruşma salonunu basmaya kalktılar". Öncelikle düzeltelim, basmadık! En fazla 10 dakika içinde içeriye girebilecek olan halk bugünlük girmedi duruşma salonuna. "Yıkalım" sloganları ile salonu titretti, bununla yetindi. 13 Aralık'ta bilinç sıçraması yaşandı. Devrimci değerlerimize sahip çıkma ve onları anma ile yetinen bilinç değişmeye başladı. Hedefe odaklanan, somut başarılar elde etme gayesi olan bir bilinç yerleşiyor şimdi.
13 Aralık Silivri Kuşatması bir gerçeği ıspatladı. Halk hareketi ivme kazanarak, niteliğini arttırarak, güvenilen önderliği sayesinde bir çığ gibi büyüyor. Geri dönüş yok, çığı durduramazsınız. Biliyoruz, 13 Aralık akşamı başladınız yeni planlar yapmaya. Biz de yapıyoruz planlarımızı ve bundan böyle sizin planlarınız sökmez. Karar günü yaklaşıyor. Geri sayım başladı. Silivri için, Türkiye için karar anı geliyor. Ve o gün sizin hakkınızda hüküm verilecek, bekleyin.