Nusret Senem: "Biz mücadele etmesek FETÖ'nün üstüne gidemezlerdi"

Genel Başkan Yardımcımız Av. Nusret Senem, FETÖ ile mücadele sürecini Aydınlık Gazetesine anlattı.

Tarih:

Aydınlık Gazetesinden Merve Gökhan'ın 'FETÖ'nün iddianamesini yazanlar' röportaj dizisinin ikinci gününde Genel Başkan Yardımcımız Av. Nusret Senem'le görüştü. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Senem, 1978 Maraş katliamı, 1980 Çorum katliamı ve Madımak otelinin yakılması davalarının müdahil avukatı. Senem, FETÖ'nün yaptığı Ergenekon kumpasıyla Silivri cezaevinde yatanlardan.Yıllar içinde çok titiz çalışmalar sonucu FETÖ ve elebaşı Fethullah Gülen ile ilgili onlarca kitap yazdı. Bu kitaplar, iddianameleri yazan savcılar tarafından en çok başvurulan kaynaklardan. Biz de Sayın Senem ile FETÖ iddianamelerini ve Fethullah Gülen örgütünü konuştuk.

 

 

FETÖ soruşturmalarının gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğru bir şekilde ilerliyor mu?

 

FETÖ soruşturmaları diye ifade edilince darbe girişimi soruşturmaları ve darbe girişimi öncesinde açılan FETÖ soruşturmaları var. Çatı dava var o davanın iddianamesi 15 Temmuz öncesi ortaya çıkmıştı. İzmir’de yine İzmir Casusluk Davası kumpasını kuran subaylarla ilgili bir dava açılmıştı. Okan Bato o zamanki savcı, o davanın iddianamesinde tutuklanan generaller oldu. FETÖ’cü Deniz Kuvvetlerinde görevli bir general vardı. O olay da önemli. Hatta darbenin öne alınmasında o davadaki FETÖ’cü generallerin ve subayların tutuklanmasının etkili olduğu da bir gerçek.

 

30 Ağustos’taki Yüksek Askeri Şura'dan önce FETÖ, darbe girişiminin öne alınmasında ikinci etkendir. İzmir’deki soruşturma. Arkasından darbe girişimi olunca o girişime katılan subaylar, Emniyet mensupları ve FETÖ imamları ile ilgili yoğun bir soruşturma başladı. İlk başlarda bir belirsizlik ve yöntem sorunu yaşandı. Olayı bütün olarak ele alan bir karargah olmadığı için yargı organları sorun yaşadı. Ancak sonradan giderek düzelmeye başladı. Soruşturmaları yere göre ayırdılar. Mesela Genelkurmay’a saldırı davası, Jandarma Komutanlığına saldırı davası, TRT’ye saldırı davası, Polatlı’daki kalkışmaya katılanların yargılanması gibi yere göre ayrıştırma başladı. Bu doğru bir çizgi; davayı küçük küçük açmak ve ceza almalarını hızlandırmak lazım. Zira darbe girişimi bir fiil bir suçüstü eğilimi, dolayısıyla orada ön planda olan sanıkların hemen yargılanması ve haklarında bir karar oluşturulması bir anlamda yargı açısındanda kolay sonuç alınacak işler. Bu tip ayrıştırmalar doğru oldu. Şimdi öyle ilerliyor. Son aylarda özellikle Şubat ve Mart aylarında açılan davalar bu yönde. Ankara’da açılan onlarca dava oldu. İstanbul’da açılmış bir çatı dava var. Hızlı bir süreç yaşanıyor. Muğla’da Marmaris olayının davası açıldı. Önümüzdeki aylarda birçok dava açılacak. Ortaya çıkan iddianamelerden anlıyoruz ki soruşturmalar çok ciddi. İşin ihmal edildiği iddiaları gerçek değil.

 

 

‘AKP, İKTİDARI KAYBETMEMEK İÇİN FETÖ’NÜN SİYASİ AYAĞINA DOKUNMUYOR’

 

FETÖ’nün siyasi ayağı ile ilgili henüz bir adım atılmamasının sebebi nedir?

 

FETÖ davalarıyla ilgili olarak kamuoyuna yansıtılmak istenen bir algı şudur; deniyor ki ‘aslında bu darbe girişimi bir senaryodur. Bu darbede FETÖ’cüler yok’. Hatta bazı sanıklar bu yönde ifade veriyor. Marmaris davasında Cumhurbaşkanını kaçırma girişimiyle yargılanan en üst düzey subay, ‘Bizi oraya kim gönderdi? 4 saat bizi kim bekletti?’ gibi kamuoyunun kafasını karıştırmaya yönelik ifade veriyor. Aslında bu darbeyi FETÖ’nün planlamadığını, bu darbenin hükümet ve cumhurbaşkanı tarafından kontrollü bir planlamayla gerçekleştiğini iddia etti. Bunlar tamamen yanlış, bir gerçekliği yok. Bu algıyı FETÖ yönetiyor. Buna alet olan çeşitli siyasiler de var. Bu algının gerçek olmamasının yanında şunu da görmemiz lazım. AKP’nin kendi içindeki bu darbe girişimine katılan siyasilerle ilgili adım atamaması gibi bir gerçek var. Bu gerçek o algının yaratılmasına hizmet ediyor. Fakat AKP’nin gerekçesi farklı. AKP, kendi içindeki siyasilere yönelik adım atamıyor. Bazı milletvekilleri ve Genel Başkan Yardımcılarının FETÖ ile bağlantılı olduğuna yönelik haberler çıktı. Fakat bu haberlerin gerçek sebebi olayın bir tiyatro olması değil AKP’nin iktidardan düşme korkusudur. Çünkü bazı iddialara göre AKP içerisinde ByLock kullanan bakanlar ve 70-80 tane milletvekili var. Bunların üzerine yürünmesi durumunda iktidarın parlamentodaki sayısını kaybedeceği kesin. AKP iktidarı bunun üzerine gitmeyi göze alamıyor. İktidardan düşmenin AKP’ye maliyetinin ne olacağını kimse kestiremez. Çok büyük darbeler alabilirler. Hatta bu darbenin arkasında batılı ülkelerin özellikle ABD’nin teşviki olduğu da kesin. Bunun için hükümetin siyasi ayağa yönelik adımlar atamaması, iktidarda kalma refleksinden kaynaklanan bir problem. Ben bunu tabii haklı bulmuyorum. Doğru da bulmuyorum ama böyle bir korkunun olduğu da bir gerçek. Başbakan, “MİT bize ByLock’çularla ilgili belge vermedi” diyor. ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Anayasa görüşmeleri sırasında bir kadın milletvekili başka bir vekile tekme tokat girişti. Onun FETÖ’cü olduğuna ilişkin belgeler var. Böyle onlarcası var. 80 civarında vekil olduğu söyleniyor. Dolayısıyla siyasi ayağın üstüne gitmemesi iktidarı kaybetme korkusundan kaynaklanıyor. Ciddi şekilde FETÖ üzerine yürümeye kalkan bazı görevlileri de zaman zaman kenara attıklarını görebiliyoruz. Bu da bir gerçek.

FETÖ iddianamelerini nasıl buluyorsunuz?

 

Darbeden önce Ankara’da açılan FETÖ Çatı Davası’nın iddianamesini biliyorum. O davada ciddi bir çerçeve çizilmiş vaziyette. Örgütün yurtdışı bağlantıları, ABD istihbaratı örgütü tarafından yönlendirildiği NATO kapsamında bir terör örgütü olarak Türk devletinin güvenlik birimlerinin içine yerleştirilen eski bildiğimiz Kontrgerilla örgütünün devamı olduğu vurgulanıyor. Bu vurguların hepsi çok doğru. Bizim yıllardır anlatmaya çalıştığımız gerçekler. Dolayısıyla o çerçeve davanın doğru bir yönelim içinde olduğunu söyleyebilirim. Genelkurmay saldırısı ile iddianame kabul edildi. O iddianameyi de çok önemsiyorum, önemli bir belge. O da darbe girişiminin arkasındaki gücü vurguluyor. Ayrıca Türk devleti içerisinde bu gerici tarikatların yuvalanmasının tehlikelerine, Cumhuriyet’e karşı bu tip güçleri batılı emperyalistlerin desteklediğine vurgu yapıyor. Bu önemli bir saptama, onun için ben diğer parça parça iddianameleri önemsemiyorum. Bu iki önemli örnek sürecin doğru algılandığını davanın doğru bir yere yöneldiğini ifade ediyor. Tabi yargılamalar sonunda bu daha da pekişir. Önemli olan bu vurguların mahkeme kararlarında saptanması ve gerçek haline dönüşmesidir. Sanırım bu süreç oraya doğru gidiyor.

 

 

ÖRGÜTÜN VARLIĞI 90’LARIN BAŞINDAN BERİ BİLİNİYOR

 

Ana iddianamede sizin kitaplarınıza da atıf yapılıyor. Kitaplarınız örgütü çözmek açısından hangi noktalara ışık tutuyor?

 

Benim kitaplarım özellikle ‘Devlet Arşivleri’ FETÖ’nün devlet içindeki örgütlenmesini ifade eden raporlara dayanıyor. Resmi belgelere dayanıyor. Bu resmi belgeler 1990’lı yılların başından itibaren FETÖ’nün devlet içerisindeki örgütlenmesine dairdir. Devlet 1990’dan itibaren FETÖ’nün Emniyet, MİT, TSK ve yargı içerisinde örgütlendiğini rapora bağlamış belgelemiş. İsim isim biliniyor. Ama bu belgelere rağmen 90’lı yılların başından itibaren iktidarı paylaşan, iktidara sahip olan hükümetler maalesef bu örgütü kollamışlar. Ama en fazla o örgütle ittifak yaparak destekleyen iktidar hangisi dersek; Tayyip Erdoğan ile beraber AKP iktidarıdır. Devletin içindeki güvenlik birimleri bu örgütün devlete sızmasına bazı tedbirler alıyorlar. TSK, 2000’e kadar Yüksek Askeri Şura’da(YAŞ) bu örgüte yönelik tedbirler alıyordu ve örgütün ordu içerisinde hakimiyetini ortadan kaldırmak için tasfiyeler yapıyordu. Ancak 2002’den sonra Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan YAŞ kararlarına şerh koydular. Ondan sonra hiçbir tasfiye olmadı. Hatta 2010 yılından sonra kumpas davalarıyla AKP, Fetullahçılarla doğrudan ittifak kurarak Türk ordusuna karşı operasyon yürüttü. Türk ordusunun Kemalist, bağımsızlıkçı geleneğini ortadan kaldırmak, darbelere karşı tutum alan Kemalist generalleri ‘darbeci’ diye tasfiye ederek aslında Amerikancı darbelerin yolunu açtı. 15 Temmuz bu sürecin sonucunda geldi. Türk ordusu içerisindeki Kemalist geleneğe bağlı, yasalara bağlı, vatana bağlı Atatürkçü generaller subaylar tasfiye edildikten sonra FETÖ’cü generaller yerleştirildi. 15 Temmuz’da onların hangi kritik görevlerde olduğunu hep birlikte yaşadık. Eğer Ergenekon ve Balyoz tertipleri olmasaydı onların hiçbirinin 15 Temmuz tarihindeki görevlerde olmaması gerekirdi. Dolayısıyla NATO’nun Amerika’nın arkasında olmadığı bir darbe girişimi asla Türkiye’de olmaz. Öyle olduğu için onlar tasfiye edildikten sonra Türkiye darbe sürecine girdi.

 

 

AKP DESTEĞİ OLMASA FETÖ’NÜN BU DERECE GÜÇLENMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİ

 

AKP iktidarı buralarda çok büyük sorumluluklar paylaşıyor. Türkiye’nin bu sürece gelmesinin gerçek sorumlusudur. İktidar desteği olmasa FETÖ’cülerin bu derece güçlenmesi mümkün olmazdı. Dolayısıyla Türkiye’de FETÖ’nün büyümesinin en büyük sorumlusu AKP hükümetidir. Süreç 80’li yıllarda başlıyor. Ancak o dönemde etkisi kırılacak bir düzeydedir. Bu gerçek ancak 2002’den sonra meydana geldi. Bazı iddianameler yazılırken benim kitabımı savcıların elinde görüyorum. FETÖ’cüler o arşivi emniyetin arşivlerinden silmişler. Emniyet birimlerinden FETÖ davaları başladıktan sonra raporları çok sayıda insan istedi ve raporları verdim. Ama o raporlar şuan devlet arşivlerinde yok . O raporları ben Fetullah Gülen’in yargılandığı dava dosyasından aldım. O dava dosyasını Ergenekon mahkemesine getirtebilmek için çok çaba sarfettim sonra bir tek o dosyayı dijital olarak vermediler. Sanırım fırsatını buldukları ilk anda dosyayı yok etme planları vardı. O dosyayı dijital hale getirtip mahkemeden alamadık. Ben o dosyayı inat ederek, avukat arkadaşlara rica ederek, fotokopi çektirerek aldım.

 

Kitaplarınızda gördüğümüz üzere Jandarma, Genelkurmay, Emniyet gibi kuruluşlar Fetullahçı yapılanmayı görüp rapor etmişler. Peki neden 17-25 Aralık operasyonlarına kadar bu yapılanmayla mücadele edilmedi.

 

Bunu bilmek için kahin olmaya gerek yok. 2002’den 2013’e kadar Fetullah Gülen Örgütü, AKP hükümetinin en büyük müttefikiydi. Hatta şarkılar söylüyorlardı ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’ diye. Kumpas davalarını beraber yaptılar. Hatta Erdoğan ‘Ben bu davaların savcısıyım’ diyordu. Kamuoyuna bir mesaj vereceği zaman Silivri’yi gösteriyordu. Onlar unutulmadı. Bir ortaklığın ürünüdür bütün bu yaşananlar.

BİZİM MÜCADELEMİZ OLMASAYDI HÜKÜMET FETÖ’YE TAVIR ALAMAZDI

 

Cezaevinde yatarken bugünlere gelineceğini, FETÖ’nün bu kadar kısa sürede yargılanabileceğini düşünüyor muydunuz?

 

17-25 Aralık hükümet tarafından milat kabul ediliyor ama Türkiye o sürece bizim uğradığımız kumpas davalarına karşı içerde ve dışarda yürüttüğümüz mücadele sonrası geldi. O mücadele olmasaydı hükümetin FETÖ’yü tanıyıp ona karşı tavır alması mümkün olmazdı. O mücadele sayesinde FETÖ ile yüzleştik. Silivri, İstanbul’dan yüz kilometre uzakta bir dağbaşı. Ama oraya en az üç kere yüz binler yıkıldı. Bu mücadele Vatan Partisi yöneticilerinin, Aydınlık’ın Ulusal Kanal’ın Türk kamuoyunu aydınlatması sayesinde gerçekleşti. O kumpası biz bütün millete anlatabildik.

 

 

‘PERİNÇEK ‘BİZİM YERİMİZE BU KUMPASI YAPANLAR SİLİVRİ’DE YATACAK’ DİYORDU’

 

Türkiye’nin bugünlere geleceğini o zamanlar çok söyledik. Genel Başkanımız (Doğu Perinçek) çok mütevazi bir insandır. Her yerde söylemiyor ama cezaevinde soranlara ‘İyi bakın bizim yerimize bu kumpası yapanlar gelecek buralara, onlar Silivri’de yatacak’ diyordu. Şimdi kumpas davalarındaki yargıçlar Silivri’de bizim yattığımız koğuşlarda yatıyorlar. Kim böyle bir olayın gerçekleşebileceğini öngörebilirdi.

 

Sadece biz bugünlerin geleceğini söylüyorduk. Mahkeme tutanaklarına bakalım. Doğu Perinçek’in savunmasında bahsettiğim değerlendirmeler var. Neye dayanarak söyledik bunu; Türk milletinin emperyalizme teslim olmayacağı inancımıza. Atatürk devrimlerinin millet tarafından benimsendiği gerçeğine güvendik.


Türkiye büyük bir ülke. Terör örgütlerine, ABD’nin kontrgerillasına teslim olmayacağını Türk milletinin böyle bir süreci asla kabul etmeyeceği gerçeğine güvendik. Bu gerekçelerledir kendimize olan güvenimiz ve mücadelemiz. Kırk yıllık devrimci mücadele geçmişimiz var. 40 yıldır FETÖ’ye ve ‘kontrgerilla’ya karşı mücadele ediyoruz.

 

 

‘TERÖR ÖRGÜTLERİNE YAPILACAK EN BÜYÜK DESTEK...’

 

Önümüzde başkanlık referandumu var. AKP yöneticileri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Hayır’ diyecek olanları PKK ve FETÖ ile yan yana göstermeye çalışıyor. FETÖ kumpasıyla yıllarca hapiste yatan birisi olarak bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Çok sorumsuzca sözler. Terör örgütlerine yapılacak en büyük destek bu söylemdir. Referandumdan ‘Hayır’ çıkacağına yönelik kaygıları nedeniyle bu tür bir söylem tutturdular. FETÖ davalarında yargılanan insanlarız. Böyle bir söylemin millette karşılık bulma ihtimali yok. Bu söylem ‘evet’ oylarına da zarar veriyor. Ama çaresizler, getirdikleri sitemi anlatamıyorlar.

 

Şimdi Barzani’nin partisi ve HDP Milletvekili Leyla Zana ‘Evet’ diyor. PKK ile iç içe kişiler bunlar. Onlar ‘evet’ diyor diye ‘Evet’ diyenler PKK ile yan yana’ mı demek lazım. Bu çok saçma olur. O yüzden hükümetin söylemlerini zararlı buluyorum. Kumpaslarda bizlere yapılan hukuksuzluklardan dolayı özür dileyeceklerine, terör örgütleriyle yan yana göstermeye çalışmaları çok yanlış. 16 Nisan’da ‘Hayır’ çıktığı zaman milletin çoğu PKK ile FETÖ ile yan yana mı gelmiş olacak.

 

Başkanlık sistemi kabul edilirse bizleri neler bekliyor?

 

Başkanlık sistemi dediğimiz tam bir atanmışlar rejimidir. Bütün bürokrasiyi, milletvekillerini hatta yargıyı bir kişi yani Cumhurbaşkanı atayacak. Hani bunlar seçilmişler rejiminde olduklarını yıllardır anlatıp duruyorlardı. Şimdi herkesi atamak gibi bir sistemi istiyorlar. Bu mümkün değil. Bir kişinin yanılması çok mümkün. Hükümet ortadan kalkıyor. Başbakan yok, Bakanlar Kurulu da yok. Cumhurbaşkanı ve adamları olacak. Bu mafya sistemine götürür Türkiye’yi. Bütçeyi Cumhurbaşkanı yapacak. Meclis’te görüşülmeyecek. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir sistem yok. Bu devletin bütün imkanlarını bir kişini kullanacağı mafya sistemi olur. Cumhurbaşkanı devletin bütün mekanizmasını kararnameyle belirleyecek. Diyorlar ki ‘Kararnamenin yerine Meclis kanun çıkaracak.’ Öyle birşey yok. O OHAL döneminde ancak mümkün. Normal usülde maddeyi koymuşsun. Diyorsun ki ‘Bakanlıklar kurmak, bakanlıklar kaldırmak, devletin bütün merkezi teşkilatını kurmak.’ Ayrıca o merkezi teşkilatın taşra teşkilatlarını kurmak, görev ve yetkilerini belirlemek Cumhurbaşkanı’nın kararnamesiyle olur. Bitti. Artık onun kanunu yok. Herşeyi Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasında belirliyorsun. Kanunlarla olması gereken atamalar kararnameyle gerçekleşecek. Meclis’in yetkilerinin yarısını kaldırıyorsun.


 

16. MADDEYE SAKLANAN TEHLİKE

 

Bir diğer önemli nokta ise Anayasa değişikliğinin 16. maddesi. O maddeye şöyle bir hüküm eklediler; ‘Tüzel kişi kurmak bizim anayasamıza göre ancak TBMM’nin yetkisinde yani kanunla olur. Başka türlü mümkün değil. Şimdi Cumhurbaşkanı’nda ‘tüzel kişi kurma yetkisi’ veriliyor. 16. maddenin arasına sakladılar onu.

 

Çoğu insan farketmedi bu değişikliği. Başta 14. madde olarak düzenlemişlerdi, sonra MHP’nin itirazıyla onu çıkardılar ama çıkarmamışlar 16. maddenin arasına yerleştirmişler. Bu bölgesel yönetimler kurmak, ona tüzel kişilik vermek demek. Federasyonun önü açılıyor. MHP’yi de kandırmışlar.


‘Kaldırdık o maddeyi diyorlar’, hani kaldırmamışlar. Açın 16. maddeyi okuyun. Bu Türkiye’yi parçalama sürecine götürecek bir anayasal sistem. Bu işle böyle anayasa yazarak, kanun yazarak olur mu orası ayrı. Türkiye buna asla müsade etmez. 16 Nisan’da ‘Hayır’ çıkacak. Çıkmasa bile böyle bir değişikliği gerçekleştirme şansları yok. Teşebbüs ettikleri an bu millet onları indirir. Savunabildikleri 4 maddesi var; 18 yaşa milletvekilliği, fazladan 60 milletvekili, askeri mahkemelerin kaldırılması gibi maddeler. Diğerlerini açıktan savunamıyorlar. Şu 16. maddeyi anlatsınlar bakalım millete. ‘Tüzel kişi’ nedir bir anlatsınlar. Federasyon değilse nedir söylesinler. Meclis’in yasa yapma yetkisini kaldırıyor 10. ve 12. maddeyle.

 

 

’TÜRKİYE BU GÖMLEĞE SIĞMAZ’

 

Şimdi OHAL döneminde bir sürü kanun değiştiler KHK’lar ile. Anayasa Mahkemesi’ne gitti CHP. Ne dedi Anayasa Mahkemesi ‘OHAL döneminde çıkardığınız hiçbir düzenlemeye ben bakmam, benim yetkimde değil.’ Anayasayı değiştirseler ne olacaktı. Anayasa Mahkemesi ‘Benim yetkimde değil’ diyor. OHAL’de bu olanağı getiriyorlar. Şimdi yasadışı yaptıkları iş. Çünkü Anayasa Mahkemesi daha önce karar vermiş bunun yanlış olduğunu söylemişti. OHAL döneminde kalıcı kanun değişikliği yapamazsın. OHAL ile sınırlı ve OHAL’in amacıyla sınırlı değişiklik yapabilirsin, kararname çıkarabilirsin diyordu. Ama bunlar yasa yapıyor sürekli; 100’ü geçti. Hepsi Anaysa’ya aykırı ama Anayasa Mahkemesi ‘Ben denetlemem’ diyor. Anayasa’yı değiştirdiklerinde de ‘Ben denetlemem’ diyecek demek ki. Getirdikleri sistem bu. Türkiye bu gömleğe sığmaz. ‘Evet’ çıksa dahi bu sistemi Türkiye’ye oturtmak imkansızdır. Kenan Evren de darbe yapıp anayasayı ortadan kaldırmıştı. Kaç yıl sürdü. İki yıl. Bunlar şimdiden Türkiye’yi yönetemiyorlar. Herkese saldırıp duruyorlar. Saldırmaktan başka bildikleri birşey yok. Bu yöntemle nereye gideceksin. Söyledikleri gerçek dışı ve milleti kandırmaya yönelik. Milletin buna kanacağını zannetmiyorum. 16 Nisan’da göreceğiz.