Ölümünün 46. yıldönümünde Nazım Hikmet'i saygıyla anıyoruz. O'nun yurtseverliğine düşman olanlar Nazım Hikmet'i, 58 yıl sonra Türk vatandaşı yaptılar. Onun kendilerinden daha çok ve ara vermeksizin Türk Vatandaşı olduğunu gözardı ederek, yurttaşlığı kayıt işi sanarak... Bu riyakarlar, Nazım'ın dava arkadaşlarını, yoldaşlarını Ergenekon tertipleriyle Silivri zindanlarına attılar. Nazım Hikmet şimdi Silivri zindanlarında! Nazım Hikmet'in yoldaşları halen o büyük suçu işlemeye devam ediyorlar: Türkiyeyi ve Türk ulusunu sevmeye, halka hizmet etmeye devam ediyorlar, özgürlükleri pahasına, canları pahasına!..
Şair Babanın gömütünü halen Anadolu'da bir çınarlı tepeye taşıyamadık. Moskova'da bir Türk şair vatan hasretiyle hala yatmaktadır. Nazım'ı komünist, vatan haini olarak niteleyenlere en iyi cevabı yine kendisi vermişti. Belki de bugünlerde duymaya en çok ihtiyacımız olan sözcüklerle..
Davet
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
Kendi kelimeleriyle Nazım Hikmet'in otobiyografisi
Otobiyografi
1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
Yoruldun ağırlığımı taşımaktan..
Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
Ellerimden yoruldun
Gözlerimden gölgemden
Sözlerim yangınlardı
Kuyulardı sözlerim
Bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün
Ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
Uzaklaşan ayak izlerimin
Ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.