Teori Dergisinin Mayıs 2009 ayı sayısında NATO ayrıntılarıyla irdeleniyor. Dergide, Teori Yazı Kurulu Üyesi Hasan Bögün’ün “NATO: Amerikan derin devletinin örtüsü”, Araştırmacı Yazar Erol Bilbilik “NATO ve Obama”, Teori Yazı Kurulu Üyesi Efe Can Gürcan’ın “Yeni NATO Konsepti ışığında ‘Güncellenen SüperNATO’, NGO’lar ve psikolojik savaş, Teori Yazı Kurulu Üyesi Mehmet Ali Güller’in “Yeni NATO ve ABD’nin Avrasya hesabı”, Oktay Yıldırım’ın “Küresel iktidarın uluslara yansıması”, Teori Yazı Kurulu Üyesi Haluk Hepkon’un “Zeitgeist: Kova Çağı muhalefeti”, F. William Engdahl’ın “Washington’un gözünde jeopolitik bir eksen ülkesi olarak Türkiye” başlıklı yazıları yer alıyor. Yazıların özetlerini aşağıda sunuyoruz.
NATO: AMERİKAN DERİN DEVLETİNİN ÖRTÜSÜ
HASAN BÖGÜN - TEORİ YAZI KURULU ÜYESİ
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton, Amerikan diplomasi lûgatına yeni iki kavram ekledi: “Smart power” ve “reset”. “Smart” sözcüğünün “keskin,” “sert,” “şiddetli,” “çevik,” “kurnaz,” “zarif,” “gösterişli,” “çekici” gibi çok sayıda Türkçe sözlük karşılığı var. “Power” sözcüğü ise “güç,” “kudret,” “iktidar” vs demek. “Smart power” kavramının tam karşılığını bulmak için, Bayan Clinton’un Dışişleri Bakanı olarak atandığı sırada, Amerikan dış politikasını nasıl yöneteceğine ilişkin Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin sorularını yanıtlarken söylediklerine bakmak gerek. Şöyle dedi Clinton:
“Smart güç denilen şeyi, yani elimizdeki diplomatik, ekonomik, askeri, siyasi, hukuki ve kültürel araçların tamamını kullanmamız gerekir; her duruma uygun doğru aracı ya da araçlar demetini seçerek… Smart güç kullanımında diplomasi dış politikamızın öncüsü olacak.”
Ronald Reagan 1980 yılında başkan seçildiği sırada, Amerikan toplumunda Vietnam yenilgisinin yarattığı moral çöküntüsünü gidermek için “Büyük Amerika” sloganını kullanmıştı. Reagan’ın “Büyük Amerika”sını çağrıştıran Bayan Clinton’un “smart power” deyimini, Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeki konuşmasından hareketle, “kıvrak etkin güç” diye çevirmek yanlış olmayacaktır. Bu bakımdan askeri gücün ve askeri olmayan gücün birlikte kullanımı anlamına geliyor.
Bayan Clinton’un Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile 10 Mart’ta Cenevre’de yaptığı görüşmede kullandığı “reset” (yeniden kurmak) sözcüğü, Türkçeye çevirmede daha az müşkül çıkaran bir deyim. Clinton Lavrov’a ABD’nin Rusya ile ilişkilerini “yeniden kurmak” istediğini bildirdi. Yani, nükleer silahların önlenmesi anlaşmasından Avrupa’ya füze kalkanı kurulmasına, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinden enerji kaynaklarının paylaşımına kadar ikili ilişkilerin tamamı yeni baştan ele alınacak ve tanımlanacak.
NATO VE OBAMA
EROL BİLBİLİK- ARAŞTIRMACI YAZAR
Hüseyin Barack Obama, başkan seçilmesinden 2.5 ay kadar sonra Ankara’yı ziyaret etti. Gelmeden önce sırasıyla G-20 (Group-20) zirvesine, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İngiltere Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’ndeki konferansına, Fransa’nın Strasburg, Almanya’nın Rehl-Am-Rehien kentinde yapılan NATO’nun 60. yıl zirvesine ve Prag’daki AB zirvesine katıldı.
Başkan Obama’nın, 4 Zirve, 1 konferansa katılmasının temel amacı; Türkiye-ABD ilişkilerine yönelik olarak geliştirilmiş “Model Ortaklık” veya “Örnek Ortaklık” adlı yeni ABD stratejisinin Türkiye ile birlikte hayata geçirilmesidir.
Londra G-20 Zirvesi
G-20 Zirvesi 2 Nisan 2009 tarihinde “İstikrar, Büyüme ve İstihdam” sloganıyla Londra’da toplandı. Küresel gelirin yüzde 90’ına ve dünya ticaretinin yüzde 80’ine sahip dünyanın en gelişmiş 19 ülkesinin yanısıra ABD dönem başkanlığını yürüten Çek Cumhuriyeti, Tayland, Etiopya, BM, IMF ve Dünya Bankası da toplantıya katıldı. Zirveye ayrıca Avrupa Komisyonu’nu temsilen Jose Manuel Barroso da katıldı. Zirveye Başbakan Tayyip Erdoğan, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren ile Devlet Bakanı Mehmet Şimşek katıldı.
Zirvede; finansal sistemin revize edilmesi, eşgüdümlü faiz indirimi ve teşvik paketleriyle dünya tüketiminin ateşlenmesi, finansman, denetim ve korumacılığın kaldırılmasına yönelik ciddi bir işbirliğinin sağlanmasına çalışıldı. G-20 liderleri Kasım 2009’da Washington’da tekrar bir araya gelecekler.
YENİ NATO KONSEPTİ IŞIĞINDA “GÜNCELLENEN SÜPERNATO”, NGO’LAR VE PSİKOLOJİK SAVAŞ
EFE CAN GÜRCAN
TEORİ YAZI KURULU ÜYESİ
GİRİŞ
Emperyalizmin, bütün tarihi boyunca “insani yardım ve sorumluluk” bahanesiyle ülkeleri müdahale ettiği ve denetimini sağlayıp güçlendirdiği bilinmektedir. Misyonerlik, bu bahaneye en bilindik ve doğrudan örneklerden bir tanesidir. Söz konusu bahane, emperyalizmin çeşitli dönemlerde şekillenen niteliği ve niceliğine koşut oluşan stratejik ve taktiksel yönelimlerine göre belirli biçimlere bürünmüştür. Kapitalizmin en yüksek aşaması olan kapitalist emperyalizm koşulları altında geliştirilen gerekçeler, uluslararası oligarşinin mafyokratik iktidarının üzerini örtmeye ya da bu iktidarı “kabul edilir” kılmaya yöneliktir.
Emperyalizmin en önemli şiddet aracını oluşturan NATO ise, Sosyalist Blok’un yıkılışını takiben yükselen neoliberal küreselleşme ortamında, kapitalist-emperyalist sömürünün ve kutuplaşmanın artmasıyla, “mafyokratik işlev”ini yitirmek şöyle dursun, yeni uluslararası sistemin en önemli koruyucularından biri olmaya devam etmiş, yeni roller üstlenmiştir. Buna koşut, tasarlanan “Yeni Soğuk Savaş” çerçevesinde; “insani yardım ve sorumluluk” başlıkları öne çıkarılarak; “askeri müdahale”, “çevreleme” ve “genişleme” başlıklarına eklemlenmiştir.
NATO’nun yeni rolü, 1990’lı yıllarda piyasaya sürülen neoliberal söylemde anlamlandırılmıştır. Neoliberal söylem emperyalist küreselleşmede NATO’ya biçtiği rolü, “küresel yönetişim”, “uluslararası topluluk”, “başarısız devletler” ve “haydut devletler” gibi Batı merkezci önyargılara dayalı kavramlarla şekillendirmiştir.
YENİ NATO VE ABD’NİN AVRASYA HESABI
MEHMET ALİ GÜLLER
TEORİ YAZI KURULU ÜYESİ
Giriş
ABD, Büyük Ortadoğu’da yaşadığı geri çekilmeleri telafi etmek için, aslında Bush döneminde başlattığı “NATO’yu devreye sokma politikasını” olgunlaştırarak Obama döneminde yürürlülüğe soktu.
ABD, bu dönemde NATO’yu tıpkı 1991 öncesinde olduğu gibi yine “saldırı” ve “denetleme” aracı olarak değerlendirecektir. 2001 yılından beri doğuya ve güneye doğru genişlemeyi sürdüren NATO, 60. yılında 28 üyeli hale gelerek, “küresel bir askeri aygıt” misyonunu hedefliyor. ABD, NATO’yu genişleterek ve Afganistan’da olduğu gibi “alan dışı”na çıkartarak, Rusya’yı güneyden kuşatmayı ve Çin’e uzanmayı planlamaktadır.
ABD Irak’tan kademe kademe çekilerek Baltık devletlerinden başlayıp Doğu Avrupa devletleri, Karadeniz devletleri (batıda Romanya ve Bulgaristan, güneyde Türkiye, kuzeyde Ukrayna ve doğuda Gürcistan), Afganistan-Pakistan hattı ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne üsler vasıtasıyla yerleşmeye çalışmaktadır. Washington bu hattı sağlamlaştırdığı oranda, hem Rusya’yı kuşatmış, hem Çin’e uzanmış, hem de bu iki kutup devlet arasına kama gibi girmiş olacak.
Bush döneminde büyük yenilgiler alan ABD Projesi, Obama’nın ilk aylarında da Özbek ve Kırgız hükümetlerinin Rusya’yla ittifak yaparak ABD üslerini kapatması nedeniyle bir yenilgi daha aldı.
ABD bu hatta yığınak yapmak istediği için kademe kademe Irak’tan çekilecek, Bush döneminde üstüne gittiği İran’a karşı sertlik politikalarından vazgeçip ilişki yolları arayacak ve İsrail’i Filistin konusunda kısmen frenleyecektir. ABD’nin Baltık Devletlerinden başlayarak Orta Asya’ya uzatmak istediği hattın ağırlık merkezini ise Afganistan ve Pakistan oluşturacak. (1)
Ekonomik krizle boğuşan ABD’nin bu zorluktaki Avrasya hesabını hayata geçirebilmek için kullanacağı aygıt ise NATO’dur; daha doğrusu “Yeni NATO”dur. ABD’nin, yeni NATO’yla başarıya ulaşmasının yolu ise 3 devletle ilişkisine bağlıdır:
KÜRESEL İKTİDARIN ULUSLARA YANSIMASI
OKTAY YILDIRIM
Küresel güçlerin, kendi çıkarlarına dayalı iktidarlarını “küreselleşme”, dünya barışı”, “dünya köyü” gibi sloganlaşmış söylemler ve bunların açılımı olan politikalarla ulus devletlere dayattıkları gerçeği, her ne kadar bazı siyaset ve toplumbilimciler tarafından ifşa edilse de tahakküm tüm hızıyla sürmektedir. Şimdilerde, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, NATO, AB gibi sözde uluslararası kuruluşların vitrinde olduğu, sözde uluslararası uzlaşma ile sürdürülen politikaların dünyayı getirdiği nokta ortadadır: Kan, gözyaşı ve sefalet!..
Büyük fedakârlıkla sağlanmaya çalışıldığı anlatılan dünya barışı, aslında adı konmamış bir dünya savaşına dönüşmüştür ve dünya milletlerinden beklenen, bunların "Haklı savaş" olduğuna inanmasıdır! Oysa durum anlatıldığından çok farklıdır!
Gördüğümüzün aslında ne olduğu bile medya aracılığıyla onlar tarafından belirlenmektedir, hatta emredilmektedir. Gördüğümüz gerçek ise aslında ortada çok büyük bir savaşın olduğu, bu savaşın haksız olduğu; üstelik sadece askeri değil, ekonomik, sosyolojik, kültürel bir savaş olduğudur. Aslında görünen gerçek, küresel güçlerin dünyayı savaş ile yönettikleri ve bu savaşı her alana yayarak, hayatı savaş ile belirledikleri gerçeğidir.
Savaş iki taraf arasında yapılır, saldıran ve savunan... Uluslararası hukuk ve yazılı olmayan insani değerler, savaşa bir tek durumda, kendini savunma durumunda "Haklı savaş" olarak bakar. Bir toplumun kendini savunması için doğal olarak önce saldırıya uğraması gerekir. Bunun dışında hiçbir gerekçe bu hakkı vermez. Başını ABD'nin çektiği ve ona destek olan bazı batılı devletlerin oluşturduğu grup ya da kendi tanımlamalarıyla koalisyon güçleri, -priemptive strike- önleyici saldırı dedikleri doktrinle yeni bir hukuk yaratmışlardır. Gücün hukuku ya da güçlü olanın hukuku!
ZEİTGEİST: KOVA ÇAĞI MUHALEFETİ
HALUK HEPKON
TEORİ YAZI KURULU ÜYESİ
“Zeitgeist”, zamanın ruhu anlamına gelen Almanca bir terimdir. Hegel’in tarih felsefesinde önemli bir yere sahiptir. Ama bu terim daha sonraları değişikliğe uğramış ve belirli tarihsel dönemlerin karakteristik özelliklerini vurgulamak için kullanılır olmuştur. Peter Joseph’in 2007 yılında çektiği Zeitgeist: The Movie isimli belgeselden sonraysa Zeitgeist’a bambaşka bir anlam yüklenmiştir. Belgesel özellikle gençler arasında kısa bir süre içerisinde popüler olmuş ve sisteme yönelik köktenci bir eleştiri olarak ele alınmıştır. Zeitgeist: The Movie’nin orjinali İngilizcedir ama belgeseli internette aralarında Türkçenin de dahil olduğu birçok dilden altyazıyla izlemek mümkündür. Zeitgeist’ın günde 70 bin kişi tarafından indirilerek seyredildiği düşünülürse, etkisi ve yaygınlığı hakkında bir fikir sahibi olmak kolaylaşacaktır. Nitekim belgeselin ikinci bölümü 2008 yılında Zeitgeist: Addendum ismiyle yayımlanmış ve kısa süre içerisinde büyük yankı yaratmıştır. İkinci filmin de başarıya kavuşmasıyla birlikte Zeitgeist’ın toplum ve doğa hakkındaki görüşleri hemen her yerde tartışılmıştır. Kısa süre içinde sistem ve ABD eleştirisi dendiğinde akla Zeitgeist gelmeye başlamıştır. Ülkemizde kendisini solda ifade eden kişi ve grupların bile bu filmden bir referans olarak bahsetmeye başlamaları, işin geldiği noktayı anlamak açısından önemlidir.
İzlemeyenler olacağı için kısa bir ön bilgi vermekte fayda var. İlk belgesel Zeitgeist: The Movie üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde bir Hıristiyanlık ve Yahudilik eleştirisi yapılmaktadır. İkinci bölümde 11 Eylül Olayları’nın ABD tarafından yapıldığı iddia edilmektedir. Üçüncü bölümde ise perde arkasındaki bazı gizli güçlerin “tek dünya devleti” oluşturmak için çaba gösterdikleri ileri sürülmektedir. İkinci belgesel Zeitgeist: Addendum ise dört bölümden oluşmaktadır. Addendum’un ilk bölümü para sisteminin nasıl ayakta durduğuna yönelik bir takım iddialarla başlamaktadır. İkinci bölümde kendisini “ekonomik tetikçi” diye tarif eden John Perkins isimli birisinin ABD’nin, IMF’nin ve Dünya Bankası’nın dünyayı nasıl sömürdüğüne ilişkin anlattıkları aktarılmaktadır. Üçüncü bölümde Jacque Fresco isimli birisi “Venüs Projesi” diye adlandırdığı akla zarar bir ütopyadan bahsetmektedir. Dördüncü bölümse doğa ile insan arasındaki ilişkilere değinmekte ve insanın doğa ile bir ve bütün olması gerektiğini iddia etmektedir.
WASHİNGTON’UN GÖZÜNDE JEOPOLİTİK BİR EKSEN ÜLKESİ OLARAK TÜRKİYE
F. WİLLİAM ENGDAHL
ABD Başkanı Obama’nın geçtiğimiz ay gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti, konuşmasında ima ettiğinden daha fazla bir öneme sahipti. Çünkü bugün Washington için Türkiye ya Avrasya güç denklemini Washington lehine şekillendirecek ya da Türkiye’nin Moskova ile ilişkilerini ve enerji hatlarındaki rolünü nasıl geliştirdiğine bağlı olarak, söz konusu denklemi Washington aleyhine belirgin bir şekilde dönüştürecektir. Bu belirleyici rolüyle Türkiye jeopolitik bir eksen ülkesi durumundadır.
Ankara Rusya ile daha yakın bir işbirliği kurmaya karar verirse, Gürcistan’ın durumu istikrarsızlaşacak ve Azerbaycan’ın Avrupa’ya açılan Nabukko adlı doğal gaz boru hattı tıkanacaktır.
Ankara ABD ile anlaşır ve Ermenistan ile ABD himayesinde sabit bir anlaşmaya varabilirse Rusya’nın Kafkaslardaki konumu zayıflayacak ve Rusya’nın Avrupa üzerindeki baskısını azaltacak nitelikte alternatif bir doğal gaz hattı açılacaktır.
Washington için Almanya ve ABD arasında daha yakın bir işbirliği sağlamanın anahtarı, Almanya’nın Rus enerji akışına bağımlılığını zayıflatmaktır. Washington, arkada bıraktığımız son üç kış boyunca iki kez, Ukrayna’da titizlikle seçtirmiş olduğu Başkanı Viktor Yushchenko’yu, Rusya’dan Almanya ve diğer AB ülkelerine gaz akışını keyfi olarak kesintiye uğratması için gizli bir şekilde teşvik etmişti. Bu hamlenin tek amacı AB hükümetlerini Rusya’nın güvenilir bir enerji ortağı olmadığına ikna etmekti.
Şimdi ise Washington, Obama’nın Ankara ziyaretiyle, en azından teorik olarak AB’nin Rusya’ya bağımlılığını azaltacağı düşünülen ve Azerbaycan’dan sonra Türkiye üzerinden geçecek olan, ancak gerçekleşmesinde sorunlar yaşanılan alternatif Nabukko Boru Hattı’nda Türkiye’nin desteğini sağlamaya çalışmaktadır.