Yıl 1974.
Türkiye “Kıbrıs Barış Harekatı”nı gerçekleştirdi. Bütün ülkede büyük bir heyecan dalgası esti. Edirne’den Hakkari’ye kadar. Doğu ve Güneydoğu’da il ve ilçelerde yurttaşlar askerlik şubeleri önünde kuyruğa girdiler.
Askere alınmak ve savaşa gitmek için dilekçeler verdiler.
Gene Doğu’da ve Güneydoğu’da birçok işyerine (kahve, bakkaliye vb.) “Girne”, “Magusa” isimleri verildi.
Ülkenin dört bir yandaki bu “ortak ruhi şekillenme”, yani ortak duygulara sahip olma, aynı şeylere sevinip aynı şeylere üzülme durumu, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan bütün yurttaşların veya en azından bu yurttaşların ezici çoğunluğunun; tek bir milletin mensupları oldukları bilincine sahip bulunduklarını gösterir.
YIL 2008
Gürcistan, Osetya’ya girdi. Ardından yıldırım hızıyla Rusya’nın cevabı geldi.
İstanbul’da bir kısım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ellerinde Gürcistan Bayrağı ile Rus konsolosluğunun önünde protesto gösterisi yaptılar.
Ardından başka bir grup Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı ise Anakara’da, ellerinde Abhazya, Çeçenistan ve Osetya bayraklarıyla, Büyükelçilik binası önünde Gürcistan’ı protesto ettiler.
Sonra benzer Gösteriler Düzce ve Adapazarı’nda tekrarlandı.
Bu manzara ise sözkonusu Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları arasında “ortak bir ruhi şekillenme birliğinin” olmadığını göstermektedir.
Gürcistan ve Osetya’da meydana gelen gelişmeler bazı yurttaşlarımızı sevince boğarken, bazı yurttaşlarımızı üzmektedir.
Yani bir “millet” olmanın zorunlu gereklerinden biri yok olmuştur.
Benzer durum elbette fazlasıyla Doğu ve Güneydoğudaki Kürt asıllı yurttaşlarımız açısından geçerlidir.
Bugün, bırakın milli bir dava için Askerlik şubeleri önünde kuyruk olmayı, ülkenin bu bölgesinde kahvelerde, televizyonda milli bir maç gösterildiği zaman Türkiye’nin rakibi olan ülkeyi yüksek sesle destekleyen yurttaş sayısı küçümsenmeyecek orandadır.
Bu tablonun bir adım ötesi bölünmenin derinleşmesi ve iç çatışmalardır.
1974’teki durumdan tamamen farklı bir manzara!
Türkiye’yi 1974 yılındaki manzaradan 2008 yılındaki duruma ne getirdi? Bu sorunun doğru cevabı, bundan sonra Türkiye’nin hangi yolu tutması gerektiği konusunda son derece aydınlatıcı olacaktır.
Millet; belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, aynı dili konuşan, ortak bir pazarı paylaşan ve ortak bir ruhi şekillenmeye sahip insan topluluğudur.
Biz milletleşme sürecini henüz tamamlamamış olan bir toplumuz. Bu ülkenin aydınlarının büyük çoğunluğu yüzyılın başında kendisini Türk olarak değil, Osmanlı olarak görüyordu.
Hakkari’deki Kürt ile Edirne’deki Türk arasındaki ortak bağ, aynı Padişahın tebası olmak ve aynı dinin mensubu olmaktan öteye geçmiyordu.
Bu anlamda Kuzey Afrika’daki Arap ile Edirne’deki Türk arasındaki olan “ortak bağ” da aşağı yukarı aynıydı.
Ama önce Kurtuluş Savaşı bu durumu köklü bir şekilde değiştirdi. Yaşadıkları topraklarda emperyalistlerin kölesi olmamak için verilen ortak savaş, Anadolu insanı arasında bir kader birliği yarattı.
Ortak ruhi şekillenme için güçlü bir temel atıldı.
Öte yandan Ortaçağ’a karşı gerçekleştirilen Cumhuriyet Devrimi, yani daha güzel bir gelecek için verilen mücadele ve elde edilen başarı; farklı etnik kökenlerden gelen Anadolu insanını birbirine daha fazla yaklaştırdı.
Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye halkına Türk milleti” denir şeklinde yaptığı tanımlama bu şekilde ete kemiğe büründü.
Cumhuriyet aynı zamanda bir iktisadi yaşantı birliğinin yanı sıra ortak bir dil de yarattı. İstanbul, İzmir ve Çukurova etrafında bir Türkiye pazarı oluştu.
Emperyalizmden bağımsızlık ve Ortaçağ’a karşı devrimci duruş Anadolu’nun “72 buçuk milletini”; “Türk milleti” ortak paydasında buluşturdu.
OLMAK YA DA OLMAMAK
Son otuz yıldır bu süreç tersine dönmüştür. Emperyalizme bağımlılık ve AB kapısında yapılan dayatmalar milletleşme sürecini sekteye uğratmıştır.
Şimdi yeniden Ortaçağ’ın parçalanmışlığına geri dönüyoruz.
Çünkü ABD ve AB emperyalistleri Ortaçağ’a ait etnik ve dini kimlikleri savunmayı en temel insan hakkı ve bu kimlikler temelinde örgütlenmeyi ise demokrasinin gereği olarak önümüze koymuşlardır.
İşbirlikçi yönetimler yıllar içinde Cumhuriyet Devrimi’nin bir tek millet haline gelmek için belirlediği politika ve tedbirleri adım adım tasfiye ettiler.
Türkiye’nin atomlarına ayrılması, ve bu ayrılma temelinde etnik ve dini çatışmaların içine yuvarlanması Batı’nın programıdır.
30 yıl içinde bu program doğrultusunda büyük yol aldık.
Bundan dolayı millet olarak bundan sonra nasıl bir rota izleyeceğimiz; sorun olarak önümüzdedir.
Cumhuriyet Devriminin açtığı yoldan ilerleyerek tek bir millet haline gelme süreci devam mı edecek?
Yoksa emperyalistlerin önümüze koyduğu yoldan giderek farklı mecralara yönelerek bölünecek miyiz?
Yeniden Kemalist Devrim ya da emperyalizme tam teslimiyet!
Yani olmak ya da olmamak.
Millet olarak sorunumuz budur.
mbgultekin@ip.org.tr