MUTSUZ İNSAN

Batı toplumlarında, işsizlik sorunu en az olan meslek dallarının başında psikologlar geliyor. Türkiye’ de toplumsal ilişkiler açısından Batı’ya benzediği ölçüde benzer durumları yaşıyor.
Üniversitelerin psikoloji bölümlerinde okuyanların, neredeyse daha okul sıra...

Tarih:

Batı toplumlarında, işsizlik sorunu en az olan meslek dallarının başında psikologlar geliyor. Türkiye’ de toplumsal ilişkiler açısından Batı’ya benzediği ölçüde benzer durumları yaşıyor.
Üniversitelerin psikoloji bölümlerinde okuyanların, neredeyse daha okul sıralarındayken işleri hazır oluyor.
Avrupa ülkelerinin birçoğunda, düzenli olarak bir psikologa gidenlerin oranı yüzde ellilerin üzerinde…
Anne babalar, çocukları için psikolog danışman tutuyorlar.
Gerçekte ise psikologun yaptığı öyle ahım şahım bir şey yok. “Hasta”yı oturtuyor karşısındaki koltuğa ve dinliyor. “Hasta” bir saat boyunca dertlerini ve sıkıntılarını anlatıyor.
“Baş sallamalar”, “ha”, “hım”, “evet”, “anladım” türünden “onaylamalar” ve herkesten duyulabilecek tavsiyeleri dinledikten sonra “hasta”, rahatlamış olarak kalkıyor koltuktan ve normal hayatına dönüyor.

DOĞAL PSİKOLOGLAR
Gerçekte bütün toplumlarda bu tür “psikologlara” ihtiyaç vardır. Kapitalist olmayan toplumlarda bu ihtiyaç, geniş aileler içinde veya o geniş aileleri mümkün kılan toplumsal bilincin bir başka yansıması olan geniş arkadaş çevresi içinde, herkesin hayatında var olan çok sayıdaki “doğal psikolog” tarafından karşılanır.
Herhangi bir sıkıntı olduğunda bu “gönüllü psikologlar” devreye girer.
Gerçekte bu toplumlarda kişinin kendini yalnız hissetmesi gibi bir durum yoktur. Kişi, köyde, mahallede, okulda, işyerinde vb. ailesinin, akrabalarının, dostlarının ve arkadaşlarının arasındadır ve güven içindedir.
Onun için kapitalist toplumlarda artık neredeyse hemen herkeste görülen rahatsızlıkların zemini yoktur.

MUTSUZLUĞUN KAYNAĞI
Kapitalist toplum; “yalnız insanlar” toplumudur. Bireyci ideolojinin doruğudur. Toplumu değil, bireyi ön plana alan kapitalizm, insan doğasına aykırıdır.
Ama kapitalist ideoloji bile bireyciliği ancak; “tek tek bireyler iyi olursa toplumda iyi olur” sunusuyla savunmaya çalışır.
Bu savunu, toplum karşısına bireyi koymanın olanaksızlığındandır. Sonuç olarak toplumun büyük çoğunluğunun zararına zenginleşmesinden yana olsa da, tek tek sermaye sahiplerinin, bu eylemin gerçekleşebilmesi için “yoksullaşacak” topluma ihtiyaç vardır.
Toplumu bu eyleme razı edebilmek önemli bir sorundur. İşte bundan dolayı tek tek bireylerin zenginleşmesinin, toplumun da zenginleşeceği sonucunu doğuracağı yalanı propaganda edilir.
Gerçekte ise olan, yalnızlaşan, ezilen ve sömürülen insandır. En yakınında bulunan insan, senin arkadaşın değil, rakibindir. Ancak arkadaşının omuzlarına basarak yükselebilirsin.
Başkalarına yararlı olarak mutlu olmaya çalışan insanın yerini, kapitalizmde, başkalarını ezerek ve sömürerek “mutlu olmaya çalışan insan” alır.
Böylece insan, doğasına aykırı olan bir işi yapmaya zorlanır. Bu doğa dışı eylemin kaçınılmaz sonucu ise psikolojik bozukluklar, “dert dinleyen arkadaşı” para marifeti ile bulmalar ve bunun da işe yaramadığı yerlerde intiharlar alır.
İntihar, “yabancılaşmanın” doruğudur. İnsanın, çevresine yabancılaşan cismine, ruhunun isyanıdır. Kapitalizm, doğasına aykırı bencilliği insana zorla dayatarak, yabancılaşmayı doğurur ve yabancılaşmanın doruğunda intihar yaşanır.

METAYA ÇEVRİLEN YALNIZLIK
Bilim adamları ilkel insanın, bilmeden doğasına aykırı bir iş yaptığında, örneğin içinde bulunduğu topluluğun çıkarına aykırı bir eylemde bulunduğunda ve daha sonra da bunun farkına vardığında, buna karşı tepkisinin genellikle gerçekten “çıldırmak” olduğunu tespit etmişlerdir.
Çünkü ilkel toplulukta yaşam, bütün bireylerin topluluk kurallarını her şeyin üzerinde tutmalarına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu kuralları ancak aklını kaçırmış olan birisi ihlal edebilir. Onun için birey, bilmeden bir kural ihlali yaptığında, bunun ancak bir delilik sonucu olabileceğini bildiğinden, öğrendiğinde çoğunlukla gerçekten de aklını kaybeder.
Elbette şimdi ilkel toplumlar döneminde değiliz. Ama insanın bir toplumsal varlık olduğu, varlığının ve mutluluğunun ancak içinde bulunduğu toplumla birlikte var olduğu gerçeği bugün de değişmemiştir.
Onun için kapitalizmin bireyci ideolojisi ile bireyi toplumla karşı karşıya koymasının kaçınılmaz sonucu, bireyin mutsuzluğu olmaktadır.
Her şeyi metaya çeviren kapitalizm, mutsuzlaştırdığı insanların bu durumunu da kâr konusu yapar. Önce insanı çaresi olmayan yalnızlık denizine atar. Sonra bu yalnızlık denizi içinde para ödenerek sahip olunacak bir “arkadaşı”, “çare” olarak insanlara sunar.
Ama böyle bir “çare” gerçekte yoktur. Onun için kapitalist toplumda psikologlar gerçekte hiçbir zaman başaramayacakları bir yükün altına sokulurlar. Bütün bu gelişmelerin sonucunda kapitalist piyasa biraz daha fazla gelişmiş olur. Para piyasada daha fazla döner.
Ama büyük gerçek orta yerde, daha da büyüyerek var olamaya devam eder.
İnsan, her geçen gün kendine ve topluma daha fazla yabancılaşır. Her geçen gün daha fazla mutsuz olur.