MUTLU İNSAN

İnsan, toplumsal bir varlıktır. Yani ancak bir topluluk içinde var olabilir. Aksi durum insan doğasına aykırıdır.
İnsanı, içinde bulunduğu toplumdan soyutlayan, insan ve toplumu karşı karşıya getiren politikalar, sonuç olarak “insanı” tahrip eder.
Doğada, topluluk...

Tarih:

İnsan, toplumsal bir varlıktır. Yani ancak bir topluluk içinde var olabilir. Aksi durum insan doğasına aykırıdır.
İnsanı, içinde bulunduğu toplumdan soyutlayan, insan ve toplumu karşı karşıya getiren politikalar, sonuç olarak “insanı” tahrip eder.
Doğada, topluluk halinde yaşayan ve ancak içinde bulunduğu toplulukla birlikte var olan başka canlılar da vardır. Örneğin karıncalar, koyunlar, aslanlar, filler, kurtlar; serçe, sığırcık, kırlangıç gibi kuşlar, bazı balık türleri (hamsi, istavrit, yunus) vb.
Ancak bu canlıların topluluk halinde yaşamaları içgüdüseldir. Bu canlı türlerine mensup bir birey, tek başına kaldığı zaman yaşayamaz.
Bazı canlılar ise tek başlarına yaşayabilmektedirler. Ayı, tilki, kaplan, yılan, kartal vb. üreme ve yavrularını büyütme dönemleri hariç yalnızdırlar. Bu şekilde yaşamak da içgüdüseldir.
İnsan ise, toplumsal olarak yaşamanın kendi türünün yararına olduğunu bilince çıkarmış olan tek varlıktır.

ÖNCELİKLİ ŞART
Bundan dolayı bireyin içinde bulunduğu topluluk; iç ilişkileri, yaşam düzeyi, güvenlik vb açısından “iyi” olduğu ölçüde, kişi kendini daha mutlu hisseder.
Yani toplumun daha iyi duruma gelmesi; kişinin de, daha iyi, daha kaliteli bir yaşam düzeyine kavuşmasının ön şartıdır.
Topluluk yaşamına, başkalarının yaşamına katkı sunan bireylerin eylemleri, bundan dolayı topluluğun diğer bireyleri tarafından doğal olarak takdir edilir, yüceltilir ve özendirilir.
Çünkü, ne kadar çok birey toplum içinde bu davranış kalıbına uygun hareket ederse toplumun da, bireylerin de yaşam kalitesi ve güvenliği o ölçüde daha iyi olacaktır.
Uygarlık tarihi boyunca bütün ideolojiler, toplumun yaşamına katkıyı olumladılar, başkalarına iyilik yapmayı yücelttiler ve bencilliği olumsuzladılar.
Uygarlık tarihi öncesi üzerine konuşmaya gerek yok. Tarihin bu döneminde insan davranışında, “bencillik” diye bir seçenek yoktur. Toplumla birlikte var olmak, toplumun çıkarları için çalışmak, insanlığın bu döneminde adeta içgüdüseldir.
Aksi davranış birey açısından ölümle eşdeğerdir. Farkında olmadan genel toplumsal davranıştan farklılaşan birey, davranışının farkına vardığında her şeyden önce kendi bilincinde kendini öldürür.

DİNLERİN TEMEL İLKESİ
Devlet halinde örgütlenmiş toplumlar iyilik yapmayı önce belli kurallar (gelenekler) ve nihayet yasalar halinde sistemleştirdiler ve düzenli hale getirdiler.
Bütün dinlerin temel ilkeleri arasında “iyilik yapmak” vardır. “İyilik yapmak” sınıflı toplumlarda yoksul için de zengin için de bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, topluluk halinde yaşamanın bir gerekliliğidir.
Yoksul, iyilik yapmaya mecburdur çünkü ancak toplum, dayanışmada daha iyi duruma geldiği zaman kendisi de bir güvenceye kavuşmuş olacaktır.
Zengin de “iyilik” yapmak zorundadır. 12. Yüzyıl Sicilyalı İslam Bilgini İbni Zafer’in deyişiyle; “Zenginlik su gibidir. Bir kapı açıp fazlasının akmasına izin vermeyen içinde boğulur.”

BAŞARI ÖRNEKLERİ
Herhangi bir topluluğun başarısı, o topluluğu oluşturan bireylerin davranışlarının en başına topluluk için çalışmayı koymalarına bağlıdır.
Tarih içinde göz kamaştırıcı başarılar gösteren bütün toplumlar, bireylerine böyle davranış biçimini hakim kılmış toplumlardır.
Geçen yüzyılın en büyük başarı öykülerinin sahibi olan ülkeler (Sovyet Rusya, Çin ve 1930’ların Türkiyesi) – büyümeleri yüzde 10’lar düzeyinde olmuştur ve çok kısa süre içinde büyük başarılar elde etmişlerdir – “önce toplumun çıkarı” diyen ülkelerdir.
Bu ülkelerde birey için en büyük mutluluk kaynağı “toplum için yararlı olmaktır.” Ve bu duygu (bilinç) toplumsal gelişmede en büyük itici güçtür.

GUMİLYEV
Rus tarihçi Gumilyev “Etnojeneslerin yükselişi ve düşüşü” teorisinde bu durumu çok çarpıcı bir şekilde anlatır.
Özetle Gumilyev, bireylerin; mensup oldukları “etnojenes” için kendilerini feda etmeye hazır olmaları durumunda, söz konusu etnik topluluğun yükseldiğini, bu yükselmenin söz konusu feda etme duygusu devam ettiği müddetçe sürdüğünü, kendini feda etme duygusunun yok olduğu toplumlarda ise gerileme ve çöküşün kaçınılmaz olduğunu belirtir.
Elbette “kendini feda etme” veya bireyin feda etme duygusundan uzaklaşması, son tahlilde objektif süreçlerdir.

SON SÖZ YUNUS’TAN
Toplumun çıkarını bireysel çıkarın önünde tutmak sonuç olarak ekonomik, toplumsal, siyasi ve ideolojik boyutları olan bir davranış biçimidir.
İnsanlığın tarihi gelişiminde olumlu rol oynayan bütün büyük düşünürler, bu temel soruna felsefi düzlemde katkılar yapmışlardır.
Firdevsi bundan bin yıl önce “en mutlu insan, kendinden sonraya iyilik bırakabilendir” derken işte bu toplumsal bilinci ifade ediyordu.
Onun içindir ki, tek tek insanların mutluluğu açısından bakıldığında hiçbir şey, zenginlik, iktidar, askeri başarı vb. “başkalarına yararlı olmanın” verdiği mutluluk hissi kadar güçlü olmadı ve olamaz.
Sözü Yunus Emre’nin konu ile ilgili özlü dörtlüğü ile bitirelim:

Yunus der hoca
Gerekse bin var hac’a
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir