Milli egemenliğimiz, ulusal birliğimiz ve vatanımızın bütünlüğü Cumhuriyet tarihinin en ağır saldırıları ile karşı karşıyadır!

16 Mayıs Ulusal Hukuk ve Tavır Dergisi'nin düzenlediği ''86. Yılında Cumhuriyet'in Neresindeyiz?'' konulu panel, 2. TBMM Binası'ndaki Cumhuriyet Müzesi'nde gerçekleştirildi. Panel öncesinde tiyatro sanatçısı Semih Sergen, şiir dinletisi sundu.

16 Mayıs Yayın Kurulu Üye...

Tarih:

16 Mayıs Ulusal Hukuk ve Tavır Dergisi'nin düzenlediği ''86. Yılında Cumhuriyet'in Neresindeyiz?'' konulu panel, 2. TBMM Binası'ndaki Cumhuriyet Müzesi'nde gerçekleştirildi. Panel öncesinde tiyatro sanatçısı Semih Sergen, şiir dinletisi sundu.

16 Mayıs Yayın Kurulu Üyesi Av. Esin Özbey'in yönettiği panelin konuşmacıları Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Yazar Orhan Karaveli'ydi. Paneli, Yargıtay Onursal Başsavcısı Vural Savaş, MGK Genel Sekreteri E. Orgeneral Tuncer Kılınç, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Hasan Basri Özbey, Ankara Barosu önceki Başkanı Av.Semih Güner, Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Şenal Sarıhan ile İstiklal Madalyası Derneği'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda kitle örgütü yöneticileri ve 500'ü aşkın yurttaş izledi.

ESİN ÖZBEY: EMPERYALİZMİN TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ İPOTEĞİNİ KALDIRMAK KAÇINILMAZDIR
Panelin yöneticisi Av. Esin Özbeyi, açılışta yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Bugün, mazlum dünya milletlerine ışık olmuş bir devrimin, Türk Devriminin büyük atağının, CUMHURİYET DEVRİMİNİN gerçekleştirildiği Meclis’in salonunda toplanmış bulunuyoruz. 18 Ekim 1924 günü açılan ve Kemalist Devrim’in karargâhı olan, büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Milletinin yeniden doğuşunu, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verilen büyük Kurtuluş Savaşını özetlediği o büyük Nutku’nu okuduğu, Devrim Kanunlarının kabul edildiği 1925 Meclisindeyiz.
Bu tarihi salonda Cumhuriyetimizin ne durumda olduğu sorusuna yanıt arayacağız.
Karşı devrimin acımasız saldırıları ile yıkıma uğratılan Cumhuriyetimizi yeniden kazanmak için çözüm yollarını ortaya koyacağız.
Bir an nefesinizi tutun, duyacaksınız: “Ben 1919 yılı Mayısında Samsun'a çıktığım gün elimde hiçbir kuvvet yoktu, yalnız Türk ulusunun asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım” demektedir Atatürk.
Kapatın gözlerinizi ve duyun: “TBMM Hükümeti, hayatı ve bağımsızlığını kurtarmayı tek gaye bildiği halkı emperyalizmin ve kapitalizmin tahakküm ve zulmünden kurtararak, idare hakimiyetinin gerçek sahibi kılmakla amacına ulaşacağı inancındadır. TBMM Hükümeti, milletin hayat ve bağımsızlığına kasteden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzlerine karşı milleti savunmayı ve dış düşmanlarla birleşerek milleti aldatmaya ve karıştırmaya çalışan iç hainlerin cezalandırılması için orduyu kuvvetlendirmeyi ve onu milli bağımsızlığın dayanağı bilmeyi görev sayar” demektedir Cumhurbaşkanı ve Başkomutan Atatürk.
Nefesinizi tutun, duyacaksınız: “Çağdaş uygarlığa mensup devletlerin ilk farkı din ile dünyayı ayrı görmektir. Bunun tersi, devletin kabul ettiği din esaslarını kabul etmeyen kimselerin vicdanlarına baskı olur. Bunu çağdaş devlet anlayışı kabul edemez. Din devlet gözünde vicdanlarda kaldıkça saygındır ve masumdur. Çağdaş devletler dini dünyadan ayırmakla, insanlığı tarihin bu kanlı zorundan kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı sunmuştur” demektedir Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt.
Duyacaksınız: “Devrim yapıldığı zaman onun gösterdiği zorunluluklar izlenmez ve gelişmesine yardım edilmezse o devrim geri kalır hatta geriye döner. Devrim geriye döndüğü zaman Türk toplumunun nasıl bir sonuçla karşılaşacağını tahmin etmek kolaydır” demektedir İçişleri Bakanı Şükrü Kaya
Duyacaksınız: “Bizim kastımız ağalığı, efendiliği fiilen kesin olarak kaldırmaktır. Bunu yalnız sözle değil, bir kanunla, kuvvetle mücadele ederek kökünden atmak, kaldırmak istiyoruz” demektedir milletvekili Ziya Gevher Bey.
Duyacaksınız: “Öyle meseleler vardı ki, milletler tartışmaz, fikir yürütmez, yıldırımlar saçarak hükmünü verir” demektedir Ekrem Bey.
Bu yapının temel harcında 23 Nisan 1920’de Milli Meclisin kabul ettiği 2 numaralı kanununun “Dini veya dinin kutsallığını siyasi gayelere esas ve alet etmek maksadıyla cemiyetler teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar vatan haini addolunur” hükmü vardır.
Türk Milleti, Cumhuriyetini emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı ile kazanmış ve gericiliği ezerek ilerlemişti.
Cumhuriyet Devrimi, milli meclis ve milli hükümetin kurulması ve milli bir programın okunması ile başlayan süreç sonunda gerçekleşmiştir.
Bağımsızlık savaşı, milli hükümetle verilmiş, milletin makus talihini işte bugün sıralarında oturduğumuz milli hükümetin yaptığı işler değiştirmiştir.
Türk Devriminin olmazsa olmazı tam bağımsızlıktır.
Tam bağımsızlık, laikliğin, laiklik milli egemenliğin, milli egemenlik ise demokrasinin varoluş nedenidir.
Ancak bugün Türkiye, bağımsızlığı, egemenliği ile birlikte Cumhuriyetini de kaybetme noktasına gelmiştir.
Cumhuriyetimizin bugünkü manzarasına bakalım:
1- İktidarın başında, Amerika Birleşik Devletlerinin Büyük Ortadoğu Projesi’nde görev üstlendiğini, eş başkan olduğunu söyleyenler vardır.
2- Büyük Atatürk’ün makamında, ABD ile gizli anlaşmalar yapanlar ve türbana izin verilmediği için Türk devletini yabancı bir mahkemeye şikayet edenler oturmaktadır..
3- Uluslararası alanda başı dik, eşit ve bağımsız olması gereken Türkiye’yi Davos’larda itilen, kakılan durumuna düşürenler iktidar mevziilerindedir…
4- Anayasa Mahkemesi kararı ile “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu tespit ve tescil edilen” bir parti hükümet etmeye devam etmektedir.
5- Atatürk’ün Cumhuriyetinde, milli devleti, tam bağımsızlığı, milli egemenliği savunmak, milliyetçilik, ulusalcılık, vatanseverlik suç sayılır hale gelmiştir.
6- Milli ekonomi yıkıma uğratılmış, Atatürk Cumhuriyetinin yoktan var ettiği kurumlar haraç mezat satılmış, ekonomik yaşamın unsurları yabancılaştırılmıştır.
7- Milli hukuk yerle bir edilmiş, yasalar dayatmalarla dışarıdan ithal edilmiştir. Adeta bir sömürge gibi kabul edilerek, AB ve ABD görevlileri yüksek yargı organlarımıza ve yargı mensuplarına açıkça talimat vermişler ve hatta tehdit etmişlerdir.
8- Hukuk devleti ilkesi, yargının bağımsızlığı her gün ve her vesile ile çiğnenmiş, hukuk korku ve yıldırmanın, milli direncin kırılması için siyasal bir araca dönüştürülmüştür.
9- Milli eğitimin tekliği parçalanmış, laik-pozitif ve bilimsel bir eğitim yerini tarikat-cemaat okullarına terk edilmiş, dahası Türk eğitiminin ders kitapları Soros’ların “insan hakları” denetimine açılmıştır. Cumhuriyetin güvencesi olan gençlik kültüründen, tarihinden, milli değerlerinden koparılmış, Cumhuriyetin Milli Eğitimi, “ulusalcılığı fukaralık ve içe kapanma”, “Türkiye’deki en büyük tehditlerden birinin AB ve ABD’ye karşı olduğunu söyleyen gençlik” olduğunu söyleyen bakanlara verilmiştir.
10- Çağdaş Türk kadınına karşı çarşaflı-türbanlı kadın modeli dayatılmış ve toplumsal yaşamın, üretimin dışına sürülmüştür. Bu bağlamda, türban yalnızca kadınlarımızın başına değil siyasal rejimimizin de başına geçirilmiştir.
11- Cumhuriyet Devriminin tasfiye ettiği ancak bir taraftan emperyalizm tarafından hep canlı tutulan feodalizmin, ağalık sisteminin, aşiret ve tarikat düzeninin kurum ve ilişkileri büyütülmüş ve devlet yönetiminin tüm karar merkezlerine yerleştirilmiştir.
12- Kahraman Türk askerinin başına çuval geçirilmesi sineye çekilmiş, çuval yalnızca askerlerimizin başına değil Cumhuriyetin başına geçirilmiş, böylece Türk milletinin devletini ve milletini savunma gücü ve direnci yıpratılmaya çalışılmıştır.
13- Uluslararası ve emperyalist bir yalan olan sözde “Ermeni soykırımı” hem dıştan hem içten Türk devletine ve milletine kabul ettirilmek istenmekte ve hatta sözde Ermeni Soykırımı yalandır demek suç haline gelmektedir.
14- Kendi yurttaşlarımızı azınlık yapılmasının, ülkemizin etnik grup, mezhep ve cemaatler temelinde bölünmesinin idari ve hukuki altyapısı yavaş yavaş oluşturulmuş; Cumhuriyetimizi "beylikler" rejimi haline getiren, Lozan’ı tasfiye eden ve egemenliğimizi toptan AB’ye devretmeye yönelen süreç “demokratikleşme” olarak sunulmuştur.
Emperyalizm ve işbirlikçisi gerici ve bölücü güçler, 60 yıldan bu yana Cumhuriyet’in kazanımlarına, Türk Devrimi’ne saldırıyorlar.
Hedefleri Cumhuriyeti yıkmaktır.
Milli egemenliğimiz, ulusal birliğimiz ve vatanımızın bütünlüğü Cumhuriyet tarihinin en ağır saldırıları ile karşı karşıyadır.
Türk milletinin bağımsızlığı, devrimi ve Cumhuriyeti boğulmaktadır.
Başka devletlerin proje görevlilerinin ellerine düşen bir ülke, geleceğine karar veremez; iradesi artık yabancılara teslim edilmiştir.
Artık demokrasi adına söylenen her şey, kuyruklu bir yalandır.
Cesaretle söylemek gerek: Türkiye'de bir rejim sorunu vardır; Cumhuriyet yıkım tehdidiyle karşı karşıyadır.
Varolan rejim, artık Atatürk önderliğinde devrimle kurduğumuz Cumhuriyet değildir.
Sandıklar, seçimler, akıl almaz yönlendirmelerle halkın özgür iradesini fesada uğratan mekanizmalara dönüştürülmüştür.
Milletin AB ve ABD dayatmalarıyla ve Ortaçağ ağları içinde zavallılaştırıldığı ve köleleştirildiği bu milli irade fesadından tek bir çıkış vardır: Tam Bağımsızlık!
Bağımsızlık varsa, milli irade vardır!
Laiklik varsa, özgür yurttaş ve milli irade vardır.
Milli devlet yaşıyorsa, milli irade vardır.
Bugün bağımsızlık da, laiklik de, milli devlet de yıkılmak isteniyor.
Gelinen aşamada milli iradeyi boğan bu tahakkümden kurtulmak yaşamsaldır.
Emperyalizmin Türkiye üzerindeki ipoteğini kaldırmak kaçınılmazdır.
Yurttaşlarımızı cemaat ve tarikat şeyhlerinin tahakkümünden kurtarmak şarttır ve biricik demokrasi çaresidir.
Gün; büyük Atatürk’ün; “İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır” dediği gündür.

KANADOĞLU: LAİKLİK KARŞITI EYLEMLERİN ODAĞI OLDUĞU TESPİT EDİLEN PARTİ İKTİDARDA
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, ''Laiklik, evrensel bir tanım taşımıyor, Her ülkenin kendi yapısına, sosyal dokusuna ve mensup olduğu dine göre şekil alır. Türk laikliği vardır. Türk laikliğinde, devlet dinin işine karışacaktır ancak din devletin işine kesinlikle karışmayacaktır'' dedi.

Kanadoğlu, Türk devriminin başlatıldığı bir binada konuşmacı olarak bulunmaktan mutluluk duyduğunu belirtti. Türk devriminin bir bütün ve bir süreç olduğunu ifade eden Kanadoğlu, 2. TBMM Binası'nın Türk devrimine yapılabilecek en büyük kötülüklere sahne olduğunu, Cumhuriyeti duraklama ve geriye götürme hevesinde bulunanları barındırdığını, ''isterseniz siz hilafeti bile geri getirebilirsiniz'' sözünün de bu binada söylendiğini anlattı.

''Cumhuriyet demokrasiye akan bir yoldur. Cumhuriyet sadece Cumhuriyet ile yetinmek için ilan edilmedi'' diyen Kanadoğlu, Cumhuriyetin çağdaşlığa giden bir yolun başlangıcı olduğunu söyledi.Kanadoğlu, ''Bütün zikzaklarına, geriye dönüş çabalarına rağmen Türk devrimi bütündür, sona ermemiştir, ana hedefine doğru bütün hızıyla yoluna devam edecektir'' diye konuştu. ''Laiklik her şeyden önce özgürlüğün açılış kapısıdır. Çağdaşlığın, uygarlığın başladığı noktadır'' diyen Kanadoğlu, şunları kaydetti: ''Laiklik aynı zamanda demokrasinin olmazsa olmazıdır. Cumhuriyeti kuranlar laik cumhuriyetin bu niteliğini bir damga olarak Anayasa'ya getirdiler. Laiklik Cumhuriyet devriminin vazgeçilmez, tartışılmaz ve mutlaka savunulması gereken ilkesidir.
Laiklik evrensel bir tanım taşımıyor. Her ülkenin kendi yapısına, sosyal dokusuna ve mensup olduğu dine göre şekil alır. Türk laikliği vardır ve bütün tanımı Anayasa'nın başlangıç ve 24. maddesinde net olarak yer almıştır. Laiklik ilkesi doğrudan doğruya dini duyguların devlet işine ve politikasına karışmasını önler. Devletin siyasi, ekonomik ve sosyal ana temellerini dini temeller üzerine kurulmasını yasaklar. Türk laikliğinde devlet dinin işine karışacaktır ancak din devletin işine kesinlikle karışmayacaktır.''

'Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu tespit edilen parti'
Kanadoğlu, ''bugün Türkiye'nin laik cumhuriyet ilkelerine aykırı hareket ettiği Anayasa Mahkemesi'nce tespit ve tescil edilen bir siyasi iktidar tarafından yönetildiğini'' söyleyerek, Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinden 10'unun oyuyla ''laiklik karşıtı eylemlerin odağı'' olduğu tespit edilen bir siyasi partinin iktidarda kalmasının izahının olamayacağını bunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına da ters düştüğünü söyledi.

Laikliğin karşıtı bir siyasi partiye ülkeyi yönetme görevinin nasıl verildiğinin tartışma konusu olduğunu vurgulayan Kanadoğlu, şöyle devam etti: ''Bu iktidarla birlikte tüm yurttaşlar için bir özendirme mesajı veriliyor. Bu mesaj; iktidarı elde edebilmek, seçimleri kazanabilmek için laiklik karşıtı eylemlerin propaganda aracı yapılmasında sakınca yoktur. Dinin siyasette kullanılmasının yolu açılabilir. Bu özendirme yapılmıştır. Madem ki oy getiriyor düşüncesi partilere egemen olmuştur. Bir yarış başladı. Ülkemiz için biçilen elbise modelleri vardır. Bunların en önemlisi de Türkiye'yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma çabalarıdır.''

''Siyasi partilerin oy uğruna kuruldukları misyonlara ihanet ettikleri'' görüşünü dile getiren Kanadoğlu, ''bazı siyasi partilerin belirlenmiş misyonlarına karşı çıkarak, misyonunun yarattığı görevi yerine getirmekten çekindiğini'' söyledi. Kanadoğlu, ''Oy kazanmak için bu misyondan sıyrılanları tarih de affetmeyecektir, sizler de affetmeyin'' dedi.

Cumhuriyetin ikinci temel ilkesinin de ''hukuk devleti'' ilkesi olduğuna işaret eden Kanadoğlu, bu ilkeyi ayakta tutacak gücün de yargı bağımsızlığı olduğunu belirtti. Bağımsız olmayan bir yargının siyasallaşacağına, bunun da devletin çöküşüne yol açacağına dikkati çeken Kanadoğlu, ''Yüksek mahkemeler hariç hiçbir şekilde yerel mahkemelerin bağımsız olduğunu ileri süremezsiniz'' diye konuştu. Kanadoğlu, Cumhuriyet'in üçüncü temel ilkesinin de ''ulus devlet'' olduğunu belirterek, son dönemlerde ulus devletin de tartışılmaya başlandığını, alt-üst kimlik tartışmalarıyla ulus devlet onuru, sevgisi ve gücünün zayıflatıldığını söyledi.

'Devlet televizyonu başka dilde yayın yapamaz'
''Ulus devlette bir devlet televizyonu 24 saat başka bir dilde yayın yapamaz'' diyen Kanadoğlu, ulus devleti kaldırma çabaları içinde bunun da yapıldığını ifade etti. ''Tam bağımsızlığın, demokrasinin ve katılımcılığın neresindeyiz?'' diye soran Kanadoğlu, Türkiye'de katılımcılığın olmadığını, siyasi parti genel başkanlarının tek egemen olarak yasama organı Meclis'i oluşturacak vekilleri, kendi isteği doğrultusunda belirlediğini kaydetti.

Kanadoğlu, şunları söyledi:''TBMM, yani yasama, sadece egemenliğin oluştuğu ve millet adına tek kullanıldığı yer değildir. Yasama, yürütme ve yargının iş bölümü şeklinde çalışması gerekirken, artık yasama marifetiyle egemenliğin kullanılması sevdası başlamıştır. Neden bu sevda başlamıştır? Çünkü, o üstün irade yani parti genel başkanı istediği gibi yasamayı seçme yetkisine sahip. Yasama, genel başkan tarafından seçiliyor ve bu genel başkan, 'cumhurbaşkanı arkadaşım olsun' diye cumhurbaşkanını seçme yetkisini, iradesini elinde tutmaktadır. Bu irade şimdi yargıyı da yürütmenin etkisi altına alma çabasındadır. Türkiye'de dinci bir dikta kendisini mutlaka gösterecektir. Bu dinci diktanın önüne geçmenin yolu halkımızı büyük bir özveriyle bilgilendirmektir. Dinci diktanın önüne halk yoluyla geçeriz. Bu düşünceleri tasfiye edecek güç halktır. Halk en doğrusunu sadece bilgilendirdiği zaman yapar. Kazananın Cumhuriyete inananların ve demokrasiye umut bağlayanların olacağına kesin olarak inanıyorum.''


KARAVELİ: ATATÜRK CUMHURİYET'İ 1938'DE SONA ERDİ
Hukukçu-yazar Orhan Karaveli de konuşmasında, Atatürk'le çocukluğunda karşılaştığını ve bu karşılaşmalara ilişkin duygularını anlattı. Atatürk'ün yanağını ve saçını okşadığını anlatan Karaveli, ''Saçlarımın dökülmemesinin nedenini soranlara, Atatürk sevdi o yüzden diyorum'' dedi.

Atatürk Cumhuriyeti'nin 1938 yılında sona erdiğini, 1950'den 2002'ye kadar Cumhuriyet'in gerileme, 2002 yılından sonra da çöküş sürecine girdiğini öne süren Karaveli, şöyle devam etti:
''Biz Cumhuriyet'in hiçbir yerinde değiliz çünkü artık Atatürk'ün cumhuriyeti yok. Biz her zaman Atatürk yukarıdaymış, bize bakıyormuş gibi büyütüldük. Atatürk'ün kıymetini bilemedik, ama artık bıçak kemiğe dayandı. Kuşaklardır Ankaralı'yım. Nüfusum Altındağ ilçesinde kayıtlı. 29 Mart 2009 tarihindeki seçimlerde Ankara tekrar Melih'i seçerse, kaydımı Altındağ'dan sildirmeyi düşünüyorum. Atatürk ve devrimlerini anlamayan, saygı duymayan insanlar Ankara'yı yönetecekse ben Ankaralı olmak istemiyorum. Çünkü Atatürk ölürken Cumhuriyeti bana emanet etti.''

Karaveli'nin ardından panel Prof. Dr. Birgül Ayman Güler'in konuşmasıyla sona erdi.

Panele konuşmacı olarak davet edilen hukukçu-yazar Hıfzı Topuz ise sağlık sorunları nedeniyle panele katılamadı. Topuz'un mesajını Orhan Karaveli'nin oğlu Orhan Karaveli okudu.