Tayyip Erdoğan, milyonlarca halkın alanlara çıkıp, Türkiye’nin dört bir yanında kendisini protesto etmesi üzerine, “Bize oy veren yüzde 50’yi evlerinde zor tutuyoruz” dedi.
Bu sözler, AKP’nin son yıllarda iyice belirginleşen politikasının özetidir.
AKP, özellikle Suriye’de terör faaliyetlerinin başlamasından bu yana, Bölgemizde Sünni-Şii ayrışması ve çatışmasına hizmet eden bir politika izliyor.
Gerçekte bu politikanın sahibi ABD ve İsrail’dir.
AKP; Suudi Arabistan, Katar, Barzanistan ve Mısır ile Suriye’nin Müslüman Kardeşler’i ile birlikte bir “Sünni cephe” oluşturmuştur.
Karşılarında İran, Irak, Suriye ve Lübnan Hizbullah’ı bulunuyor.
Suriye yönetimi laik olmasına ve Esad yönetimi mezhep ayrımcılığı yapmamasına rağmen, Batı, İsrail ve AKP; bu ikinci cepheyi Şii cephe olarak tanımlamaya özel bir önem veriyor.
Çünkü hepsinin çıkarları, İslam dünyasının mezhep ayrılıkları temelinde sonu gelmez çatışmaların içine yuvarlanmasındadır.
Dış politika-iç politika
Dış politika, iç politikadan bağımsız değildir.
Dış politikada mezhepçilik yapan, içeride hayli hayli yapar.
Tayyip Erdoğan ikide bir muhaliflerinin dini inançlarına, mezheplerine vurgu yapar.
Son olarak yeni yapılacak boğaz köprüsüne, Yavuz Sultan Selim adı vermesi anlamlıdır.
Dış politikanın iç politikayı etkilemesi gibi, iç politika da dış politikayı etkiler.
Türk Futbol Federasyonu’nun Fenerbahçe-Galatasaray maçını Bakû’de oynama teklifini Azerbaycan’ın geri çevirmesi, köprüye Yavuz Sultan Selim adı verilmesine bir cevaptır.
AKP’nin çıkmazı
Tayyip Erdoğan, bugün dinci ve mezhepçi politikalara her zamankinden daha fazla sarılmak ihtiyacı duyuyor. Çünkü iktidarının 11. yılında;
- Dış politikada tam bir iflas halindedir. Suriye çıkmazında debelenmektedir.
- Milli ekonominin tasfiye edilmesi, 700 milyar dolara varan borç yükü ve sıcak paraya bağımlılık sonucunda ekonomi sırat köprüsündedir.
- Kürt meselesinde ülke fiili bölünme durumundadır.
- Yeni Anayasa girişimi ile laik demokratik Cumhuriyete son darbe vurulmak istenmektedir.
- Bütün bu gelişmelerin sonucunda toplum kutuplaştırılmış ve ülke patlamaya hazır bir bomba haline getirilmiştir.
Tayyip Erdoğanlar, bu başlıklar altında ifade ettiğimiz çıkmazdan kurtuluşu; halkı inançları temelinde bölmeye, Sünni-Alevi çatışmasının yarattığı kutuplaşmada Sünni çoğunluğa dayanarak iktidarını sürdürme hesabı içindedir.
Yanlış hesap
Bu hesap baştan sona yanlıştır.
Tayyip Erdoğan Türkiye’yi tanımıyor. Türkiye, diğer Müslüman ülkelere benzemez.
O ülkelerin hiçbiri Kemalist Devrimi yaşamadı.
Tarihin ilk Milli Kurtuluş Savaşı ve Ortaçağ’a karşı dünyanın en büyük demokratik devrimlerinden biri bizim topraklarımızda gerçekleşti.
Farklı inanç ve milliyetlerden oluşan Anadolu halkını, işte bu tarihsel olaylar “Millet” haline getirdi.
Tayyip Erdoğan’ın oy oranının en düşük olduğu Trakya’da, Alevi nüfus hemen hemen yok gibi. Ege illerinde de öyle.
Bugün Türkiye’nin dört bir yanında alanlarda AKP’yi protesto eden yurttaşların çoğunluğu Sünni kökenli yurttaşlardır.
Kemalist Devrim, büyük bir “çağdaş Türkiye” yarattı. İşte o “çağdaş Türkiye”, şimdi Tayyip Erdoğan’ın karşısına dikiliyor.
İslamcı da Tayyipçi değil
Aydınlık gazetesinden Rafet Ballı, İslami kesimin önde gelen fikir adamlarından Ali Bulaç’ın sokağa çıkan “halkı destekliyorum” dediğini yazdı. Ali Bulaç önemli bir göstergedir. Yani Tayyip Erdoğan’ın iddia ettiği gibi arkasında halkımızın yüzde 50’si yok.
Onun toplumsal kutuplaşma, çatışma ve mezhep bölücülüğü tavrına değil yüzde 50, yüzde 5 bile zor destek verir.