Neoliberal çevreler öteden beri Kürt sorunu ile ilgili olarak iki yol olduğunu söylerler: “Güvenlikçi çizgi” ve “Müzakere yolu”.
“Güvenlikçi çizgi” ile kastettikleri AKP’nin 2011 seçimlerinden bu yana izlediği politika. Bu politikanın 1990’lı yıllarda uygulandığını ve sonuç alınamadığını iddia ediyorlar.
“Müzakere yolu” ile kastettikleri ise “Oslo süreci”dir. Neoliberal takım koro halinde AKP’den “güvenlikçi” çizgiyi terk etmesini ve “Oslo süreci”ne dönmesini istiyor.
Hiçbir şekilde neoliberal aydınlar içinde sayamayacağımız Cumhuriyet Yazarı Mustafa Sönmez, 14 Eylül 2012 tarihinde yazdığı makalede; “Ey CHP, Oslo’nun nesi yanlış?” diye sorarak, Oslo sürecine dönmenin, Kürt sorununda doğru çözüm olduğunu iddia edenlerle aynı görüşü savundu.
Mustafa Sönmez, Türkiye Solu’nun önemli bir kesimine son 30 yıldır hakim olan bir temel yanlışı tekrarlıyor.
TEMEL ÇELİŞKİ
Anti emperyalizm, günümüz devrimciliğinin olmazsa olmazıdır. Devrimci, anti emperyalisttir.
Lenin’den bu yana Bilimsel Sosyalistler, dünyanın temel çelişkisinin ezen -ezilen millet çelişkisi olduğunu kabul ederler. Hegemonya peşinde koşan bir avuç emperyalist devlet ile dünyanın geri kalanı arasındaki çelişkiyi görmeyen, hiçbir gelişmeyi doğru olarak değerlendiremez.
Türkiye Solu, 1960’ların sonunda ayrışmaya ve parçalanmaya başladığında, en önemli farklılıklardan biri, işte dünyaya bu bakış açısı oldu.
Başlangıçta farklılık çok fazla belirgin değildi. Ayrışmalara rağmen, önceki onyılları bulan ortak geçmişin mirası, farklı sol grupları emperyalizme karşı mücadelede hala birleştiren bir rol oynuyordu.
Ama konu, o günün dünyasının tahliline gelince farklılıklar da kendisini belli etti. Örneğin artık sosyalizmle bir ilgisi kalmamış olan Sovyetler Birliği’ne karşı tutum gibi... Örneğin Mao Zedung’un 1970’lerin dünyasını açıklayan Üç Dünya Teorisi gibi…
İLERİCİ VE GERİCİ
Zaman geçtikçe Solun bir kesiminin emperyalizme karşı sakat bakışı kendisini çok daha açık bir şekilde ortaya koydu.
Solun bu kesimi, 1980 sonrasında “insan hakları”, “demokrasi”, “etnik ve dini kimliklere özgürlük” sloganları ile sahneye çıkan küreselleşmeci emperyalizmin peşine takılmaya başladı.
Emperyalizmin ikiyüzlü bir şekilde, halklara yönelik daha büyük tuzaklar için kullandığı bu söylemin peşine takılırken, bir zamanlar adeta “amentü” gibi benimsediği bazı ilkeleri ise unuttu.
Örneğin, Bilimsel Sosyalizmin, çağımızda milli hareketlere karşı tavrını belirleyen ünlü ilkesi bir kenara atıldı.
“Emperyalizmi güçlendiren milli hareketler gericidir, desteklenmez; tersine emperyalizme darbe vuran milli hareketler, kimin önderliğinde olursa olsun ilericidir, desteklenir.”
Emperyalizm konusundaki bilinç kararınca bu ünlü ilkenin artık sözü edilmez oldu.
ABD’YE MAHKUM OLMAK
Şimdi gelelim Oslo görüşmelerine:
Basına yansıdı. Herkes hatırlayacaktır. Oslo görüşmelerinde AKP ve PKK, “Koordinatör” bir ülkenin gözetiminde bir araya geldiler. Koordinatör ülkenin kim olduğu biliniyor: ABD. Koordinatör ülke adına katılan kişinin milliyeti bu gerçeği değiştirmez.
Kısacası “Oslo Süreci” demek, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına uygun olarak bir çözümün, PKK ve AKP eliyle hayata geçirilmesi demektir.
Yani emperyalizme karşı bir süreç değil, emperyalizmi güçlendiren bir süreç söz konusudur.
Sonraki çatışma ortamı ise, ABD’nin patronluğunda oluşacak yeni düzenlemede en büyük payı kapmak amacıyla F Tipi Çete’nin bastırması, AKP’nin de, F Tipiyle birlikte hareket ederse kazançlı çıkacağı gibi bir hesap yapması üzerine ortaya çıktı.
ABD açısından yapılacak yeni düzenlemede kendisi ile beraber hareket edecek olanların alacakları pay, esası gölgelemediği sürece çok önemli değildir.
Hatta bir emperyalist bu tür çatışmalardan fayda bile umar.
Yani bugün söz konusu olan, gerek ”güvenlikçi çizgi”, gerekse “Oslo süreci” denen yolların ikisi de, ABD’nin çizdiği çerçevede yürütülüyor.
Kritik soru şudur: Türkiye bunlara mahkum mudur?
Önümüzde ABD ve işbirlikçilerinin tarif ettiği yollardan başka bir yol yok mu?
ANTİEMPERYALİST DEVRİM YOLU
Başka yol var. Ama bunun için öncelikle emperyalizmi görmek ve emperyalist inisiyatifin dışında bir çözüm aramak gerekir.
Böyle bir yaklaşıma sahip olduğumuz zaman önümüzdeki seçeneklerin şöyle olduğunu görürüz:
Ya emperyalizme karşı mücadele içinde Türk ile Kürdün eşitlik temelinde birliği; ya da emperyalizmin güdümünde etnik ve dinsel çatışmalar ve parçalanma.
Sönmez’in tartıştığı “çözüm”lerin ikisi de çatışma ve parçalanma yoludur.
İki yolun da bir kazananı ve iki kaybedeni var. Emperyalizm kazanıyor. Türkler ve Kürtler kaybediyor.
Oysa bizim, emperyalizmin kaybedeceği, Türk ile Kürdün ise birlikte, bir olarak kazanacağı yola girmemiz gerekiyor.