“Kürt Solu” tanımı, ilk defa 1970’li yılların ikinci yarısında Kürt milliyetçisi örgütler tarafından kullanıldı.
Her şeyi “Türk” ve “Kürt” olarak ayırmak ve kendileri için “Kürt Solu” tanımlamasını kullanmak, söz konusu çevreler açısından bir meşruiyet arayışının sonucuydu.
Türkiye Solu, 1980 yılına kadar böyle bir ayrım yapmayı esas olarak kabul etmedi.
“Sağ” ve “Sol” gibi ideolojik duruşu anlatan kavramlar, etnik kökene göre kullanılamaz. Bunlar sınıfsal tanımlardır.
Genel hatlarıyla söyleyecek olursak, sol ve sağ tanımları, belli bir tarihi dönemde ilerlemeden yana olanları ve karşı olanları belirler.
İçinde bulunduğumuz çağda, tanımlamanın hareket noktası emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı olmak ya da yana olmaktır.
1980 öncesinde Türkiye’de sağ ve sol tanımları bu anlayışa göre yapıldı.
Değişen durum
1980 sonrasında farklı bir durum ortaya çıktı. İşçi Partisi dışında Türkiye Solu’na mensup parti ve gruplar, Güneydoğu’dan silindi. Bölgeyi PKK’ya terk ettiler.
Türkiye’nin batısında ise söz konusu gruplar eski güçlerinin çok uzağındaydılar.
Bu koşullarda birçok Parti ve grup, yaşayabilmek için PKK’nın kanatları altına sığındı.
Böylece daha önce kullanmadıkları “Kürt Solu” nitelemesini, PKK için kullanmaya başladılar.
Bölünmeyi kabul etmek
PKK için “Kürt Solu” demek, aslında Kürt yurttaşları örgütleme iddiasından vazgeçmektir. Etnik temelde örgütlenmeyi kabul etmektir.
Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin bölünmesini artık karşı konulamaz bir olgu olarak kabul etmektir.
Böyle olduğu için bugün EMEP, ÖDP ve TKP gibi sol partiler, büyük bir açmazla karşı karşıyalar.
Solculuk, antiemperyalizmdir. Ortaçağ ilişkilerine karşı olmaktır. Ve elbette bu iki gericilik merkeziyle kader birliği yapmış işbirlikçi burjuvazinin de karşısında olmaktır.
Sözünü ettiğimiz sol partiler ise, PKK ile ilgili yanlış tavırlarının sonucunda bu temel duruşlarda artık bir yol ayrımındadırlar. Büyük sermayenin yedeğine düşüyorlar.
Açmazları buradadır.
PKK Nerede?
Bir kısım sol partinin “Kürt Solu” payesini verdiği PKK, bölgemizdeki saflaşmada ABD ve İsrail’le beraberdir.
Suriye’de AKP, Suudiler ve Katar’ın cepheye sürdüğü ÖSO ile kol koladır.
Son olarak 21 Mart’ta Öcalan’ın okunan bildirisinde ilan edildiği üzere; Suriye, Irak ve İran’a karşı cepheye sürülmeyi kabul etmiştir.
Sıcak paraya teslim olmuş TUSİAD kodamanlarının Musul-Kerkük rüyalarına, “Misak-ı Milli sınırları içinde Türk-Kürt ittifakı” söylemiyle destek olmuştur.
Etnik sınırlarla çevrili hedeflerine ulaşabilmek için emperyalizm ve işbirlikçileri ile kader birliği yapmak, Ortaçağ’la birleşmek demektir.
Öcalan’ın Fethullah’a yolladığı selamın anlamı budur.
PKK’nın kuyruğuna takılanlar, bütün bu konularda da tavırlarını netleştirmek durumundadırlar.
Bölünmenin yolu
“Sol”u etnik kökene göre tanımlamayı kabul etmek, hayatın her alanında etnik ayrımı esas alarak yapılacak bölünmeyi de kabul etmek anlamına gelir.
Kürt milliyetçiliği, başından beri, sendikalar başta olmak üzere bütün emek ve meslek örgütlerinde ayrı örgütlenmeyi savundu.
Böyle bir örgütlenme, işçi sınıfı başta olmak üzere kamu çalışanlarının, meslek odalarında örgütlü kesimlerin çıkarına aykırı olduğu için, buralarda örgütlü Kürt yurttaşlarımızdan destek alamadı. Onun için hayata geçirilemedi.
Buna rağmen “Kürt Solu”, Türk Solu” gibi ayrımlarda ısrar edilmesi, kaçınılmaz olarak bir süre sonra her yerde ayrı örgütlenmeyi gündeme getirir.
Daha doğrusu bölünmeyi…
Yol ayrımı
EMEP, ÖDP ve TKP gibi partiler, artık yol ayrımına gelmiş bulunuyorlar.
Son gelişmeler -İmralı tutanakları, Nevruz Bildirisi- ile birlikte bir kez daha kanıtlanan gerçek şudur:
Ya PKK’nın kuyruğuna yapışmaya devam edecekler ve böylece “ABD-İsrail solu” sıfatını hak edeceklerdir.
Ya da bölgemiz ve ülkemiz üzerindeki emperyalist tezgâha tavır alacaklar, Türkiye devrimci hareketinin bir parçası olacaklardır.
mbgultekin@ip.org.tr