Mehmet Bedri Gültekin Silivri'den Yazdı:DELİ GÖMLEĞİ

Gazeteler yazdı. Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinin Bulutlu köyünden bir takım kimseler,
aralarında bir profesör ile bir generalinde bulunduğu çok sayıda kişiyi 10 Milyon TL
dolandırmışlar.
Telefon açıyorlar hedef kişiye: “Adınız Ergenekon soruşturmasın...

Tarih:

Gazeteler yazdı. Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinin Bulutlu köyünden bir takım kimseler,
aralarında bir profesör ile bir generalinde bulunduğu çok sayıda kişiyi 10 Milyon TL
dolandırmışlar.
Telefon açıyorlar hedef kişiye: “Adınız Ergenekon soruşturmasında geçiyor. Şu
kadar para verirseniz adınızı listeden çıkarırız.”
Arayanlar kendilerini, “polis”, “hâkim”, “savcı” olarak tanıtıyorlar.
Burada önemli olan şudur: Normal koşullarda hiç kimsenin almayacağı bu “deli
saçması” tehditler karşısında, insanlar neden paniğe kapılıyor ve neden yüksek
miktardaki parayı istenilen hesaba yatırmaya razı oluyorlar?

NEDEN?
Yakın tarihimizde -darbe dönemleri, 12 Mart ve 12 Eylül’de dahil- böyle olaylar
yaşanmadı.
Normal bir toplumda bu tür tehditlerle karşılaşan kişi polise gider veya savcıya
bir şikâyet dilekçesi vererek tehdidi yapanın araştırılmasını ister.
Polise ve yargıya az çok güvenin olduğu koşullarda tipik yurttaş refleksi budur.
Türkiye’de ise birinci olarak Özel Görevli Mahkemeler uygulaması, ikinci olarak
polis teşkilatının F Tipi Cemaat tarafından önemli ölçüde ele geçirilmesi sonucunda,
bu kurumlara duyulan güven tarihimizde olmadık ölçüde azalmıştır.

NELER OLUYOR?
Pratiğe bakalım:
Emniyet güçleri arasına sızmış olan çete, sahte belge imal ediyor. Hedef
kişilerin evlerine, işyerlerine yerleştiriyor.
Çetenin en önemli işlerinden biri yalancı tanık bularak hedef kişileri hapse
attırmaktır. Yalancı tanıklık, eşi benzeri olmayan “gizli tanık” uygulamasıyla
özendirilmekte, teşvik edilmektedir.
Özel görevli savcılar, “kanıttan suçluya gitmek” şeklindeki evrensel hukuk
ilkesini bir kenara atmışlardır. Onun yerine önce hedef kişileri suçlu ilan etmekte,
ondan sonra kanıt bulma arayışına girmektedirler.
Çağdaş hukuk devletlerinde, suç iddiasında bulunan, iddiasını ispat etmekle
yükümlüdür. Türkiye’deki ÖGM uygulamasında ise, sanık suçsuzluğunu ispat etme
durumundadır.
Hukuk devletinde hazırlık soruşturmaları gizlidir. Türkiye’ de ise sanık daha
emniyetteyken, aramalarda evinden veya işyerinden çıktığı iddia edilen belgeler
yandaş basında çarşaf çarşaf yayınlanır.
ÖGM uygulamasında tutuklanmanız için somut kanıt olması gerekmez. İmzasız
e-postalar en büyük kanıttır ve bugüne kadar onlarca aydın sadece imzasız e-
postalara dayanarak tutuklanmıştır.
Çağdaş hukuk devletlerinde tutuksuz yargılanmak esastır. ÖGM hukukunda ise
esas olan tutuklu yargılanmaktır. Hakkında hiçbir somut suç kanıtı olmadan beş yıldır
tutuklu yargılanan yurtsever aydınlar vardır.
ÖGM’lerde suçsuz olduğunuzu kanıtlamanızın da bir önemi yoktur. Balyoz
davasında suçlanan ve tutuklanan komutanlar, iddia edilen suçun “işlendiği
zaman” yurtdışında veya denizaltında görevde olduklarını kanıtladılar. Hiçbir işe
yaramadı.
Arama kararı üzerine Tokyo’dan, Brüksel’den, İtalya’dan ve Afganistan’dan
gelerek mahkemeye çıkan komutanlar tutuklandılar ve yıllardır hapisteler.
Yıllarca Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlığı yapmış kişiler “terör
örgütü, yöneticisi olmak”, “kaçmak” ve “delilleri karatmak” vb. gerekçeler ile
tutuklanıyorlar.
Yıllar önce emekli olmaları, köşelerine çekilmiş ve sıradan bir yurttaş hayatı
yaşamaları ve seksen yaşına merdiven dayamaları önemli değil…
Atlantik ötesinde yazılmış olan senaryonun uygulanabilmesi için bu kişilerin
hapse atılması lazım.

TERÖRİZE EDİLMİŞ TOPLUM
Hapse atılsınlar ki terör havası topluma hâkim kılınabilsin! İnsanlar, F Tipi
görevlilerin iki dudağı arasından çıkacak sözcüklerle hayatının karartılabileceğine ikna
olabilsinler. İşte bundan dolayı koca General ve Profesör; Urfa’nın bir köyünden
kendisine telefon açılıp: “adınız listede var” denince paniğe kapılıyor ve denileni
yapıyor.
Bunun adı “korku toplumu” dur. “Polis Devleti” de diyorlar.
Aslında Türkiye’nin üzerine bir “deli gömleği” geçirilmiştir.
Çünkü aklı başında bir Türkiye’ye, Büyük Müttefikin senaryolarını kabul ettirmek
mümkün değildir.