Ulusal Kanal, 13 Nisan 2013 günü bültenlerinde, CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce’nin; “Ergenekon’u savunmak için değil, hukuku savunmak için Silivri’ye gittik” dediğini haber verdi.
14 Nisan günlü gazetelerde bu habere rastlamadık. Onun için Muharrem İnce’nin adını, haberin doğru olmayabileceği kaydıyla anıyorum.
Ama CHP, Ergenekon tertibinin başından beri bu sözlerde ifadesini bulan tavra uygun bir tutum aldı.
“Kurunun yanında yaş da yanıyor.” Sözünü ettiğimiz tavır özetle budur.
“Ergenekon’da suçlular var, ama milletvekilleri ve gazetecilerin de aralarında olduğu bazı suçsuzları da aralarına kattılar.”
“Suçsuzlar ayıklansın, suçlular yargılansın.”
Devlet Bahçeli de aynı şekilde düşünüyor. Beş yıldır yargılama sürüyor, her şey ortada. Ama Bahçeli hâlâ; “Darbeciler elbette yargılanmalı” diyor.
İşte bu tavır, AKP’nin Ergenekon zulmünü bugüne kadar sürdürebilmesinin en önemli nedenlerinden biridir.
Suç kanıtı olmayan dava
Ergenekon tertibinde ilk adımın atılmasından bu yana altı yıl geçti. Üç yüze yakın duruşma yapıldı.
Toplam 10 bin sayfanın üzerinde, 22 ayrı iddianame hazırlandı. Yüz yirmi milyon sayfadan ulaşan “delil” klasörleri oluşturuldu.
Savcıların son olarak okuduğu Esas Hakkındaki Mütalaa ise 2271 sayfa.
Ama hiçbir sanıkla ilgili tek bir somut suç isnadı yok. Tek bir somut delil yok.
Yüz elli altı tanık dinlendi. Kırktan fazlası gizli tanık.
Hiçbiri “Ergenekon” diye bir örgütü duymamış.
Sadece savcıların “Osmanım”ı var. Hem sanık, hem tanık, hem de gizli tanık.
Mahkeme, “Osmanım”ın ifadeleri ile Danıştay cinayetini Ergenekon torbasının içine kattı.
Savcılar, hem tanık hem sanık “Osman Yıldırım’ın söyledikleri ile gizli tanık ‘Osmanım’ın söyledikleri birbirini doğruluyor” diyerek, iddialarının kanıtını bulduklarını söyleyebiliyorlar.
İşte, “darbecilerden hesap soruluyor” dedikleri yargılama budur.
Dava neye hizmet ediyor?
Artık her şey açık seçik ortada. İktidarın yandaşları, “Ergenekon yargılaması olmasaydı, Kürt açılımı olmazdı” diyorlar.
Türkiye ve Cumhuriyetle (TC ile) hesaplaşmak için önce “yol temizliği” yapmak gerekiyordu.
Bu amaçla Türk Ordusu hizaya getirildi. “Mustafa Kemal’in askerleri” tasfiye edildi. Yurtsever devrimciler susturulmak istendi. Halka baskı, terör ve hapisle teslimiyet dayatıldı.
Bütün bunları “Ergenekon”, “Balyoz”, “Casusluk ve Fuhuş” adını verdikleri tertiplerle yaptılar.
Suriye’de iç savaş, Irak’ın parçalanması, İran’ın kuşatılması, PKK’nın bu ülkelere karşı “Hamidiye alayları” rolüne soyundurulması, böylece mümkün oldu.
Bütün bunlara kısaca “ABD’nin Üç İsrail Planı” deniyor.
Tarihle hesaplaşmak
2000’li yılların başında Avrupa Birliği’nin Türkiye temsilcisi olan Karen Fogg, “Türklerin tarihinin hakkından gelmek gerekir” diyordu.
İşte onun için Türkiye’ye ve Cumhuriyete yönelik yüzyılın en büyük tertibinin adına “Ergenekon” dendi.
Milletin varoluş destanını; bin bir iftiranın yandaş kalemler ve sesler tarafından sabah-akşam okuyucunun ve dinleyicinin kafasına boca edildiği bir tertiple özdeşleştirmek, düşünülebilecek en alçakça saldırıdır.
Tarihinde savunacağı bir değeri olmayan, sırtını dayayacağı bir başarısı bulunmayan milletler, rahatça teslim alınır.
Onun için emperyalistler tarihe saldırıyla işe başladılar.
Ama Türk milleti bu oyunun farkında. Onun için 8 Nisan günü Silivri zindanının önünde toplanan yüz binler, “Hepimiz Ergenekoncuyuz” diye haykırdılar.
Tarihine saldıranlara, tarihine sahip çıkarak cevap verdiler.
Tertibin üzerine giderek tertibi bozmak: Milletimizin bulduğu mücadele yöntemi budur.
Tertip bozuluyor
Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu tertip bozulacaktır.
Ergenekon tertibini tezgâhlayanlar, o büyük tarihin altında kalacaklar.
Yine hiç kimsenin şüphesi olmasın. “Darbeciler elbette yargılansın”, “Suçlu ile suçsuz ayrılsın” diyerek tertipçilere çanak tutanlar da, onlarla aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamayacaklardır.
mbgultekin@ip.org.tr