İktidarın; gözaltı, işten atma ve tutuklamalarla iyice yıldırdığı kimi “aydınlar”, son dönemde yeni bir “tarz” benimsediler.
Gerçi AKP, ne yaparsa yapsın bu “aydınların” esas olarak sesleri çıkmıyor. Ama, “artık bu kadarı da olmaz, bir şeyler söylemeli” diye düşündükleri konularda, mutlaka tarihten karşı çıkılacak ve Tayyip Erdoğanların da hoşuna gidecek bir şeyler buluyorlar ve bugüne ilişkin eleştiriyi, o tarihsel olaya ilişkin saldırının arkasına saklıyorlar.
Böylece, hem günümüze ilişkin eleştiri görünmez oluyor, hem de “aydınımız” vicdanını rahatlatıyor.
NEMRUT MUSTAFA DİVANI
Silivri yargılamaları malum. Tarihimizde bir tek benzeri var:
İşgal İstanbul’unda Nemrut Mustafa Paşa Divanı.
Yalancı tanıklar, o zaman bile olmayan gizli tanıklar, üretilmiş belgeler, kanıtsız, gerekçesiz tutuklamalar, muhalif olmanın mahkûm olmak için yeterli sayıldığı bir yargılama.
Silivri’ye baktığınız zaman Mütareke İstanbul’daki benzerinden fazlasını görürsünüz.
Ama tarihe bakınca, o “aydınımızın” hatırladığı Nemrut Mustafa Divanı değil.
İktidarın teröründen yılmış “aydın”ın aklına, tarihe bakınca İstiklal Mahkemeleri geliyormuş.
Fatih Altaylı, Haber Türk gazetesindeki köşesinde, Silivri yargılamalarına ilişkin bir eleştiri cümlesini yazabilmek için İstiklal Mahkemeleri’ne bir kamyon saldırı döktürmüş.
Özetle, ikisi de aynı, iki yargılama da; “rejim tesis etmek için çalıştı, çalışıyor” diyor.
BİRBİRİNİN ZIDDI İKİ YARGILAMA
Önce sözkonusu “iki yargılamanın” ne olduğuna bakalım:
İstiklal Mahkemeleri, her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinin bir parçasıydı. İkinci olarak ise, feodal gericiliği alt ederek demokratik bir Cumhuriyet inşa etmek, başka bir ifadeyle çağdaş bir hukuk devleti inşa etmek mücadelesinde kendi üzerlerine düşen “görevi” yerine getirdiler.
Gelelim Silivri yargılamasına;
Fatih Altaylı, İstiklal Mahkemeleri’ne yaptığı saldırının arkasına saklanıyor ama ağzının köşesiyle de olsa Silivri yargılamasının amacını açıklıyor: “Yargı gücü kullanılarak rejim tesis ediliyor.”
O “rejim”i söylemiyor Fatih Altaylı. Biz söyleyelim:
“Tesis edilen rejim” Tayyip Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığıdır. ABD’nin “Ilımlı İslam” rejimidir.
Yani İstiklal Mahkemeleri’nin mahkûm ettiği güçler, şimdi yargı marifetiyle, İstiklal Mahkemeleri’ni kuran güçleri yargılıyorlar.
Birbirinin can düşmanı olan iki kuvvet.
Bir tarihsel mücadelede, birbirinin zıddı olan iki kuvveti aynı sepete koyduğunuz zaman, o tarihi anda kuvvet kimde ise ona hizmet edersiniz.
SAFSATAYI BIRAKALIM
Gelelim “yargı ile rejim tesis edilmez” safsatasına.
“Safsata” diyoruz çünkü her gün yaşadığımız pratik, bunun tersini durmadan kanıtlıyor.
Silivri’de yapılan nedir? Özel Görevli Mahkemeler’de yapılan nedir?
BOP görevlileri ve Ortaçağ özlemcileri kendi rejimlerini tesis ediyorlar.
Esasen bir rejim “tesis ederken”; bu eylem, her alanda verilen topyekûn bir mücadelenin ardından mümkün olur.
Siyasette, ekonomide, ideoloji ve kültürde, idarede ve yargıda.
Rejimler üstü bir yargı yoktur. Cumhuriyetin yargısı ile Sultanlığın yargısı bir değildi.
Fransız Devrimi, “Giyotinlerle dağıttığı kendi adaleti sayesinde” krallığı yıkmıştı ve Cumhuriyeti kurmuştu.
Tarihte ve dünyanın hiçbir yerinde “bir rejim kurmak ve korumak” dışında işlevi olan bir yargı da yoktur.
Hukuk mahkemelerinde gördüğümüz en basit davalar bile sonuç olarak bu genel amaca hizmet eder.
Onun için safsata ile uğraşmayı bırakalım. Korkunun ecele faydası yoktur.
Cumhuriyetin yargısından mı yanasınız, yoksa BOP eşbaşkanlığının yargısından mı?
Herkesin tavrını netleştirmek zorunda olduğu temel soru budur.