Her siyasal akım, günün birinde iktidar olduğunda neler yapabileceğinin ipuçlarını bugünkü pratiği ile ortaya koyar.
Suriye’de, AKP’nin sunduğu her türlü desteğin yanı sıra, geri üs bölgesi olanağı ve Suudi-Katar parasıyla terör faaliyeti yürüten İslamcı grupların yaptıkları ise “ipucu”nun çok ötesindedir.
- Elleri bağlı askerleri arkadan kafalarından kurşunlamak,
- Esat yanlısı olduğunu düşündükleri bir sivili yere yatırıp, eline pala verdikleri 10 yaşındaki bir çocuğa kafasını kestirmek,
- Postane çalışanlarını binanın 6. katından aşağı atmak,
- Sağ ele geçirdikleri güvenlik görevlisini ayaklarından, farklı yönlere hareket eden arabalara bağlayarak katletmek,
- Alenen işkence yapmak,
- Sivillere yönelik toplu katliamlar gerçekleştirmek...
Bütün bu bilgileri, İslamcıların bizzat kendilerinin kaydettiği ve toplumu terörize ederek teslim almak amacıyla dolaşıma soktukları görüntülerden ediniyoruz.
Bölünme ve çatışmanın temeli
Benzer vahşet görüntüleri Libya’da da sahnelendi.
İslamcı oluşumların iktidara gelmek amacıyla harekete geçtikleri her yerde benzer yöntemlere başvuruldu.
Dinci ideolojiyi rehber edinen kişi, farklı inanca sahip insanı kendi eşiti olarak görmez. Hele bu farklı düşünen kişi Müslüman ise, o zaman “sapkın”dır ve “hak” sahibi olmasını bir yana bırakın, “katli vacip”tir.
Dinci’ye göre barışın tek bir yolu vardır. “Sapkınlar” mezara gidecek, farklı inançtan olanlar ise teslim olurlarsa ancak “zımmi” statüsünde yaşam hakkına sahip olacaklardır.
Bütün Ortaçağ boyunca “barış” ancak bu koşullarda sağlandı. O günün koşulları içinde bu mümkün olabildi.
Ama 21. yüzyılın dünyasında Ortaçağ’ı geri getirmek mümkün değildir. Onun için bugün dinciliği hâkim kılmak demek, sonu gelmez bölünmelerin ve çatışmaların kapısını aralamak demektir.
Suriye’deki tablo
Dinciliğin bir ülkede etkin hale gelmesi, toplumun etnik, dinsel, bölgesel vb. ayrılıklar temelinde bölünmesi anlamına geliyor.
Libya’da Kaddafi sonrasında 100’den fazla silahlı grubun ortaya çıktığı (aşiret, tarikat, cemaat, bölge, mafyatik oluşum vb.) ve ülkenin bu gruplar arasında hâkimiyet alanlarına bölündüğü biliniyor.
Silahlı gruplar, Suriye’de daha ortada bir şey yokken birbirlerine karşı da hâkimiyet kavgası veriyorlar.
16 Şubat 2013 tarihli Vatan gazetesinde yer alan habere göre, Suriye’de tam 15 tane ayrı silahlı grup bulunuyor. El Kaide’nin Suriye ayağı olan El Nusra; Libyalılar, Çeçenler ve Afganlardan oluşan Cihadçılar; merkezi Türkiye’de bulunan Özgür Suriye Ordusu; Humus’ta faaliyet gösteren El Faruk Tugayı; Güneyde Dera bölgesinde Bedevi aşiretler içinde etkili olmaya çalışan İslamcı grup; Şam’daki El Şabbaha Tugayları ve Ahrar el Şam; Halep merkezli Fecrul İslam, El-fetih ve Tevfik grupları; Deyrul Zor’daki Devrim Konseyi ile El Qaka Tugayı, Halep ve İdlip’te faaliyet gösteren İslamcı Tevhid Tugayı, Türkiye’nin Kilis sınırına yakın bölgede faaliyet gösteren ve Türkmenlerden oluştuğu söylenen Fatih Sultan Mehmet ve Abdülhamit Tugayları ve nihayet Kürt yerleşim yerlerinde etkin olan PYD.
Bütün bunlara toplam 14 örgütten oluşan Kürt Yüksek Konseyi’ni de eklemek gerekiyor.
ABD ve İsrail’in rolü
Mevcut duruma bakıldığı zaman, Suriye’ye vaat edilen geleceğin sürekli çatışma ve parçalanmadan ibaret olduğu netlikle görülüyor.
Bu durum ABD ve İsrail’in çıkarlarına uygundur. Daha doğrusu ABD ve İsrail, böyle bir tablo arzuladıkları için sürekli olarak bir çatışma ve parçalanma durumu yaşanmaktadır.
İsrail, öncelikle kuzeyindeki en önemli düşmanından kurtulmak istiyor.
ABD ise parçalanmış Suriye’nin gerçekleşmesi ile bir taşla iki kuş vurmuş olacak: Birinci olarak İran’dan Lübnan’a kadar uzanan “Şii kuşağı” parçalanmış olacak, ikincisi ve daha önemlisi, Irak’ın kuzeyindeki Kukla Devleti Akdeniz’e ulaştıracak bir “Kürt koridoru” yaratılacak.
Elbette bu hedefler İsrail için de önem taşıyor.
Barışın ve birliğin şartları
Müslüman ülkelerin ve halkların son olarak Libya ve Suriye’de yaşananlardan çıkarmaları gereken iki önemli ders vardır:
Antiemperyalizm ve tam bağımsızlık; ayak altında kalmamanın, emperyalist senaryolarda kullanılıp atılan bir güç durumuna düşmemenin olmazsa olmazıdır.
Bütün dezavantajlarına rağmen İran’ın ayakta kalabilmesinin biricik açıklaması, kıskançlıkla koruduğu bağımsızlık politikasıdır.
Türkiye, Kurtuluş Savaşı ve Kemalist Cumhuriyet’in bağımsızlık politikası sayesinde bugüne kadar gelebildi.
İkinci önemli ders; Ortaçağ’dan kurtulmadıkça, hiçbir İslam toplumunun barış yüzü görmeyeceğidir. Yani Demokratik Devrim tamamlanacak, Ortaçağ kalıntısı olan kurum ve ilişkiler tasfiye edilecek, laiklik devrimi ile din ve dünya işleri birbirinden ayrılacak, aydınlanma seferberliği ile bir kültür devrimi yaşanacak.
Ortaçağ’ın vahşet manzaralarından kurtulmak başka türlü mümkün değildir.
mbgültekin@ip.org.tr