Krizi anlamakta ekonomik boyutun yetersizliği

Ali Kocatürk arkadaşımızın Teori dergisinin Aralık 2008 sayısında “ABD Krizi ve Obama” başlıklı yazısını okumanızı öneririm. Kriz ve Obama konusunu inceleyen dergide, Prof. Dr. Chossudovsky, Dr. Cüneyt Akalın, Efe Can Gürcan ve Holbrooke’un yazıları da birbirini tamam...

Tarih:

Ali Kocatürk arkadaşımızın Teori dergisinin Aralık 2008 sayısında “ABD Krizi ve Obama” başlıklı yazısını okumanızı öneririm. Kriz ve Obama konusunu inceleyen dergide, Prof. Dr. Chossudovsky, Dr. Cüneyt Akalın, Efe Can Gürcan ve Holbrooke’un yazıları da birbirini tamamlıyor.

ALİ KOCATÜRK VE ARSLAN BAŞER KAFAOĞLU
Ali Kocatürk, İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu Üyesi. Hazine ve Kambiyo Eski Genel Müdürü. Uzun yıllar Türkiye’nin IMF ile görüşmelerini yürüttü. Birleşmiş Milletler’de Türkiye’nin Ekonomik Delegasyonu’na Başkanlık yaptı. Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği’ne de vekâlet etti. Kocatürk, Türkiye’nin en birikimli birkaç maliyecisinden biridir. ABD merkezli küresel krizi en önce görenlerdendir. Önümüzdeki yıllarda kurulacak Milli Hükümet’in ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığını yapacak yetenektedir.

Krizin kapıyı çaldığı koşullarda, birçok sosyalist iktisatçı sistemin dayanıklılığını ispatlamaya çalışırken, Arslan Başer Kafaoğlu ve Ali Kocatürk, bunalımın nedenlerini ve boyutlarını açıklayan yazılarıyla dikkat çektiler. İşçi Partisi onlarla gurur duymaktadır.

ABD’NİN MALİ EGEMENLİĞİ VE ASKERİ GÜCÜ
Kocatürk, son yazısıyla krizin bundan sonraki seyrini uluslar arası düzlemde tartışıyor. Değerli arkadaşımız, kimi iktisatçılara gönderme yaparak, ABD’nin artan devasa borcunun, ABD’nin sorunu olmaktan çıkıp tahvilleri alanların sorunu haline geldiğini belirtiyor. Bu durumda alacaklıların doları desteklemek zorunda
olduklarına işaret ediliyor.

ABD tahvil ve bonolarını alanlar, bilindiği gibi dış ticaret fazlası veren Japonya, Almanya, Çin ve Suudi Arabistan gibi ülkeler. Bir bakıma bu ülkeler, ABD’nin askeri gücüne ve hegemonya politikasına parasal kaynak sağlamış oluyorlar.

Kocatürk’ün belirttiği gibi, ABD askeri gücünün temeli, ABD’nin üretim gücü ve mali gücüdür. İflas eden ABD, 1 trilyon dolarlık savunma giderini nasıl karşılayacak, o askeri gücü nasıl ayakta tutacaktır?

Ali Kocatürk arkadaşımızın tartışmadığı soru şudur: ABD’nin ekonomik gücü ile askeri gücü arasındaki ilişki devam ediyor mu ve devam edebilir mi?

TERSİNE DÖNEN İLİŞKİ
Bu ilişki tersine dönmüştür. Artık ABD’nin ekonomik gücü askeri gücünü ayakta tutamıyor, tersine askeri gücü ekonominin çarkını çeviriyor. Bir süredir ABD, ekonomisiyle değil, askeri gücüyle ayakta durabilmektedir. Tıpkı bir kabadayı gibi, çarşıdan topladığı haraçla yaşıyor. İçteki üretim ve istihdam düzeyi de, büyük ölçüde askeri harcamalara bağlıdır.

Özellikle Çin’in ödeneceği şüpheli ABD tahvil ve bonolarını almasının ekonomik bir mantığı var mıdır?

ÇİN ZAMANI SATIN ALIYOR
Çin’in bu politikası ancak “barışçı geçiş” çizgisiyle açıklanabilir. Dünya tarihine baktığımız zaman, yükselen ekonomiler, rakiplerini geçmek için kritik noktada savaş seçeneğiyle yüz yüze gelmişlerdir. Almanya’nın 1. ve 2. Dünya Savaşları’nda denediği veya denemek zorunda bırakıldığı seçenek buydu.

Çin ise, zamanı satın almaktadır. Zaman, Çin’den yanadır. Barış, Çin’in ihtiyacıdır. Bu nedenle Çin, tıpkı kabadayıya haraç veren dükkân sahibi gibi, belayı başından uzak tutma yolunu seçmiştir. Elbette bunun bir bedeli vardır. Üzerinde yazılı çok sayıda sıfırdan başka bir değeri kalmayan ABD kâğıtlarına yapılan ödemelerin başka bir açıklaması bulunuyor mu?

EKONOMİ BOYUTUNA SAPLANMAK
Bu tartışma, iyi oldu. Türkiye’deki iktisatçılarımızı dinlerken ve okurken hep bunları düşünüyorduk.

Yapılan tahliller, hep ekonominin içinde. Oysa ne ABD ekonomisinin gidişini, ne küresel krizi, ekonomi ve maliye boyutlarında kalarak anlama olanağı var.

Eğer ABD’nin krizi ve çözümleri ekonomi düzleminde anlaşılabilseydi, şu Afganistan ve Irak’ın işgalleri nedir?

ABD hâkim sınıfları içindeki Irak odaklı ve Afganistan odaklı saldırgan politika seçeneklerinin ekonomik karşılıkları ne anlama geliyor?

Eğer bu bunalım, yazılan ekonomik reçetelerde, verilen mali fetvalarda olduğu gibi, salt ekonomik müdahale ve araçlarla aşılabiliyorsa, bu haçlı seferinin anlamı nedir? Yoksa ABD dünyaya demokrasi ve özgürlük mü götürüyor?

Soruları tarih boyutuna taşırsak, 1929 dünya bunalımının arkasından bir dünya savaşının gelmesi rastlantı mıydı?

ABD’nin krizi, artık yalnız faizlerle oynayarak salt Keynesçi reçetelerle kamu harcamalarını artırarak, vergileri düşürerek vb ekonomik ve mali araçlarla çözülemeyecek derinliktedir.

SORULAR SORULAR
Dünyanın önündeki soru şurada düğümleniyor:

Başta 2 trilyon dolar döviz yedeği olan Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere bugüne kadar ABD tahvili alan ülkeler, ABD’nin askeri gücüne kaynak sağlamaya devam edecekler midir?

Çin, ABD’yi barışçı yoldan geçme siyasetini nereye kadar sürdürebilecektir?

Çünkü bu seçim, yalnız Çin’in kararıyla uygulanamıyor; ABD’nin de buna razı olması gerekiyor.

Ve ihtirasları üretim gücünün ötesinde olan ABD’nin kaçınılmaz iflasa cevabı ne olacaktır?

ABD de, Sovyetler Birliği’nin 1990’larda yaptığı gibi, yenilgiyi barışçı yoldan sineye çekme seçeneğini kuzu kuzu kabul edecek midir?

Bu soruya insanlık ve barış adına “inşallah” diye cevap verelim.

YILDIZLARA BAKARAK SÖYLENEN ÖNGÖRÜLER
İflas eden yalnız ABD ekonomisi değildir. Aylardır dinlediğimiz kriz müneccimi ekonomi ve maliyecilerimizin (Ali Kocatürk, Arslan Başer Kafaoğlu ve birkaç istisna dışında) öngörüleri de iflas etmiştir. “Birkaç yıl durgunluk veya küçülme olur, sonra her şey rayına girer” diye özetlenebilecek, salt ekonomi boyutlu yorumların geçersiz olacağı şimdiden bellidir.

Emperyalist sistemi, yalnız ekonomik verileri gören at gözlükleriyle anlamaya çabalayanlar hep yanılmış ve yanıltmışlardır.

EMPERYALİZM NEYDİ
Emperyalizm, Lenin’in ve Mao’nun tahlil ettikleri gibi, özünde “büyük devletler arasında hegemonya mücadelesidir.”

Evet, o büyük devletler, mali sermayeye hükmetmektedirler; ancak o mali sermayeyi ancak büyük silahlı güçle yayabilir ve ayakta tutabilirler.

PASİFİK’TEN ATLAS OKYANUSU’NA BARIŞ CEPHESİ
Dünya, sosyalist Çin’e dua etmelidir. Çünkü ekonomisini, ABD gibi silahlı güçle sürdürme durumunda değildir; başka deyişle hegemonya yarışına girmeyi zorunlu kılan bir mali sermaye devleti değildir. Çin’in “barışçı geçiş” çizgisi, halkçı-devletçi ekonomik temele dayanıyor. Çin Mao Zedung’un “Asla hegemonya peşinde koşmayın” vasiyetini bu sayede tutuyor.

Avrupa ise, silahlı güçle desteklenmeyen bir mali sermayeye sahiptir. O da ABD ile silahlı boy ölçüşmeye yönelmeyecektir, yönelemez. AB, ekonomisiyle emperyalist, ancak askeri gücüyle emperyalist olamayan tek kanatlı bir kuş gibidir; yarım emperyalisttir.

Rusya ise, bir zamanlar Üçüncü Dünya denilen ülkelerin ilerisinde bir ekonomi yanında ABD’yi dizginleyebilen askeri olanaklara sahiptir.

Hindistan’dan Brezilya’ya kadar yükselen yıldızlar ise barışa muhtaçtırlar. Türkiye’nin nesnel yeri de ordadır.

Bu koşullarda ABD, mahallenin tek kabadayısı olarak kalıyor. Ancak yaşlanan ve parasal gücünü yitiren bir kabadayı.

Dünyanın geleceği, ABD’nin ekonomik çöküşü ile askeri güç kullanma zorunlulukları arasındaki çelişmenin nasıl çözüleceği çengeline asılıdır ve orada sallanmaktadır.

Çin, Hindistan ve Rusya’dan Almanya ve Fransa’ya kadar uzanan bir barış cephesi ABD’yi ne ölçüde ve ne zamana kadar dizginleyecektir?

ABD’nin iç dinamikleri, saldırganlığı zorlayan çılgınlık etkenlerini gemleyebilecek midir?

ABD’NİN BOZGUNUNU PAYLAŞMAK
İnsanlık, geçmişte benzeri olmayan bir tabloyla karşı karşıyadır.

Ancak değişmeyen gerçek, emperyalist-kapitalist sistemin krizinin, ekonomik etkenler yanında, kimi zaman ekonomiden de önce askeri ve siyasal etkenlerle bağlantısıdır.

Bu fırtınalı ortamda, Türkiye’nin tepesinde oturanlar ise, bozguna giden o savaş ağasının sözleşmeli personelidir.