Geçen yıl yitirdiğimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı, mücadele arkadaşımız Kahraman devlet adamı Rauf Denktaş'ı sonsuzluğa gidişinin yıldönümünde saygıyla anıyoruz.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, Sayın Denktaş'ın ardından yazdığı bu satırlar O'nu çok iyi anlatıyor.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek:
KAHRAMAN DEVLET ADAMI!
Rauf Denktaş, üç sözcükle, kahraman devlet adamıdır.
Hiç devlet adamı kahraman olur mu?
Kahraman devlet adamları kuşağı
18. yüzyıldan bu yana milli devletleri kahramanlar kurmuşlardır.
Kahraman devlet adamları kuşağı aslında 17. yüzyılda General Cromwell ile İngiltere’de başlar (1640-1648). Cromwell İngiliz Kralını asmış ve Cumhuriyeti kurmuştur. Cromwell öldükten sonra saltanat geri gelmiş, İngiliz Kralının oğlu da, Cromwell’i mezarından çıkarıp ölüsünü asmıştır. Kahraman devlet adamlığının başlangıç hikâyesi budur.
Arkasından General Washington’dan Robespierre, Abraham Lincoln, Bismarck, Garibaldi, Lenin, Mustafa Kemal Paşa, Gandi, Mao, Rooswelt, Nâsır, Bin Bela, Ho Şi Minh, Kim İl Sung, Castro, Nkrumah ve Robert Mugabe’ye kadar uzanır kahraman devlet adamları kuşağı.
Devletler oturunca, kahraman yöneticilere geçit vermez. Gericileşince devletler, artık kahramanlar isyandadır. Kahramanlık zincire vurulur.
Uç Beyi
Rauf Denktaş, kahramandı ve devlet adamıydı.
1960’lardan sonra Türkiye’yi yönetenlerin çoğunu tanıdım. İçlerinde kahraman ve devlet adamı diyebileceğim iki isimden söz edebilirim: Rauf Denktaş ve Suphi Karaman.
Rauf Denktaş’ın siyasal hayatı bir Uç Beyi olarak başlıyor. Milliyetçi Uç Beyi!
Uç Beyliği, aynı zamanda bir kahramanlık mevzisidir. İç beylerinden kahraman çıkmaz. Uç beyleri dışa karşı savaşarak içi de fethederler ve kahraman olurlar ve kurucu olurlar.
Duvarları aşan yurtseverlik
Denktaş’ın yurtseverlik savaşı Atlantik sistemi sınırları içinde başladı. Ama Türk milliyetçiliği ancak emperyalizme karşı olabilirdi. Rauf Denktaş da o mecrada sonuna kadar ilerledi ve gerçek kahraman oldu.
Atlantik sistemi içindeki sözde milliyetçiler, Türk milliyetçisi mi idiler, yoksa Amerikan milliyetçisi mi, bu soru hep tartışıldı. Çünkü ABD denetiminin duvarlarını aşamadılar. Türk milletini köleleştirme misyonunun hizmetinde oldular.
Rauf Denktaş çok farklı! Onun milletine ve vatanına bağlılığı, emperyalizmle cephe cepheye gelince, hiç duraksamadı; ABD ve AB emperyalizmine karşı savaşa savaşa nefes aldı ve nefes verdi.
Emperyalizmin yıkamadığı kale
Karen Fogg’un e-postalarında baş düşman, Rauf Denktaş’tı. Yalnız Kuzey Kıbrıs’ın önderi olarak değil, Türk milletinin Uç Beyi olarak da baş düşmandı. Tarih, 2000’lerin başıdır. Ecevit-Bahçeli hükümeti Karen Fogg’u baş tacı yaparken, emperyalizmin hedef aldığı kale, Rauf Denktaş kalesiydi.
Asla ve asla!
Ordan beri Rauf Denktaş’ı can ciğer tanıyorum.
Asla duraksamadı.
Asla ABD ve AB emperyalistleriyle pazarlığa girmedi.
Asla kendisine sunulan sistem içi çözümlere itibar etmedi.
Vatanseverlik farkı buradaydı.
Devlet adamı farkı da buradaydı.
Genç devrimci ruhu
Ama Rauf Denktaş, yalnız doğru mevzilenme değildir.
Büyük birikimdir!
Çok kıvrak zekâdır!
Sapına kadar namustur!
Sonuna kadar adanmışlık kültürüdür.
Eşine az rastlanır cesarettir!
Kendini her yaşta yenileyen, genç devrimci ruhudur!
Ve alabildiğine sevdadır; sanattır; edeptir; erkândır; incelik ve zarafettir.
Bunlar, kahraman devlet adamı ölçüleridir.
Yakından tanımadan Rauf Denktaş’ın ahvalini bilemez, anlayamazsınız.
Veya Putin olmanız, Aliev olmanız, Hu Cintau, Chavez veya Ahmedinejad olmanız gerekir, Denktaş’ın değerini bilmek için!
Avrasya’nın da Uç Beyi
Cumartesi gününden beri gazeteleri okuyorsunuz. Hiç Rauf Denktaş’ın emperyalizme karşı savaşı var mı?
Kıbrıs’ta ABD ve AB’ye direnişi var mı?
Lozan’larda, Avrupa serhaddinde verdiği büyük mücadele var mı?
Karen Foggların e-posta hınçları Avrupa Parlamentosu’nun Talat Paşa Komitesi’ni idam fermanları, Rauf Denktaş’ın Avrasya cephesindeki büyük mücadelesi ve tarihsel ufku var mı?
Olamaz!
Çünkü Atlantik medyasının görevi, düşmanlarını dahi, Atlantik sistemi adına fethetmek, “ehlileştirmek”tir!
Yıkamadınız
Yıkamazsınız!
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, Davos’ta sırtından hançerledikleri Rauf Denktaş için neredeyse hüngür hüngür ağlayacaklar! Poz yaparak devlet adamı olunamayacağı gibi, hiçbir şey olunmaz!
Tayyip Erdoğan, BOP Eşbaşkanı olduğu 2004 yılı baharında, M. Ali Talat’a, Rauf Denktaş için, “O bitmiştir, o bitmiştir” diye kinini boşaltıyordu. Ulusal Kanal ses kasetlerini döndürüyor. İkiyüzlülük, bir dönüş olayıdır.
Oysa batmakta olan, emperyalizmdir ve sözleşmeli personelidir!
Sözleşmeli personelden, devlet adamı olmaz!
Devlet adamı olabilmek için, Rauf Denktaş misali, emperyalizme karşı dik durmak gerekir.
Emperyalizmin komisyoncularından kahraman olmaz; Rauf Denktaş gibi beyin ve yürek gerekir. O da yetmez, Rauf Denktaş’ın ciğeri gibi ciğer gerekir!
Denktaş’ı yıkmak için “Yedi Düvel” üzerine çullandı. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğanlar, o çullananların görevlileriydi.
Ama yıkamadılar; yıkamazlar.
Son görev
Rauf Denktaş’ın son görevi, Talat Paşa Komitesi Başkanlığıydı.
Devletin yıkıldığı yerde, serhat beyliği vardır!
Uç Beyi, her zaman serhat beyidir!
Uç Beyi, sonuna kadar giderse devlet adamıdır.
Emperyalizmin karşısında bir Türkiye Cumhuriyeti devleti yoktur; çünkü kale düşürülmüştü.
Ama Talat Paşa Komitesi vardı.
Başında: Kahraman Devlet Adamı Rauf Denktaş!
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek:
DENKTAŞ KEMİKLERİNİ DAHİ TESLİM ETMİYOR!
Vatana bağlandığımız kökler. Uçurumda açan çiçeğin vatanı. Rauf Denktaş’ı Toros dağlarıyla buluşturan sıra dağlar. Mezarlarımızın egemenliği. Ankara, Kuzey Kıbrıs’a sahip çıkmazsa… Rauf Denktaş’ın onurlu yurtseverlere tokadı.
Denktaş’ı kaybetmek, uçurumdaki acıdır; derin ve büyük acı.
Ama onun Ankara toprağına verilmesini istemesi, daha derin bir acıdır.
Kıbrıs toprağına verilmesi, aynı zamanda yeniden yemin etmektir.
“Yurdumsun ey uçurum!”
Vatanı sevmeniz için, ayağınızı bastığınız bir toprak, bağlandığınız bir kök olması gerekiyor.
Cemal Süreya, uçurumda açan çiçeğin ağzından yurdunu tanımlamıştı: Yurdumsun ey uçurum! Her çiçeğin yurdu, köküyle bağlandığı topraktır ve biz Kemaliyelilerinki ise kayadır. Bizim toprağımız yoktur; o nedenle toprağa değil, kayalara veriliriz.
Köyü, mahallesi, kenti, dağları olmayanın; vatanı da olmuyor; ben bunu öğrendim.
Ayağımızı bastığımız toprak, çiçeğini topladığımız kır, kayasını yardığımız dağ, meyvesini topladığımız bahçe, dükkânımızı açtığımız çarşı, çarkını çevirdiğimiz fabrika, üstüne gecekondumuzu kurduğumuz bayır; bizi vatanla buluşturuyor ve vatandaş yapıyor. Biz işte o bayırdaki evde yaşadığımız için, vatandaşız!
Sokaklarında aşık olduğumuz caddeler, gölgesinde arkadaşlarımızla buluştuğumuz çınarın kökleri, bizi vatana bağlıyor.
Toros dağlarına bağlanan kök
Rauf Denktaş, deli gibi Kıbrıs sevdalısıydı. Kökü ordaydı. Ama o kök, onu Akdenizin derinliklerinden Toros dağlarıyla birleştiriyordu. Rauf Denktaş Beşparmak dağlarıyla İskenderun körfezini buluşturan denizin altındaki sıradağdı. En hasından Türkiye vatanseveriydi. Anavatan, her şeyiydi. Ama O’nun anavatana bağlandığı kök, Kıbrıs toprağındaydı.
Kemiklerimizi dahi teslim edemeyiz!
Ankara’ya oğlu Raif Denktaş’ın yanına gömülmesini istemesi, yüreğimdeki yangını alevlendirdi.
Denktaş’ın en büyük kaygısı, Kuzey Kıbrıs toprağındaki mezarların bir gün yabancıların eline düşmesiydi.
O kemiklerinin bile emperyalistlerin eline geçmesini kabul edemiyordu. Bunu çok sık söylerdi. Bizim mezarlarımızı onlara teslim etmeyin derdi.
Ve bilirdi ki, Ankara, Kuzey Kıbrıs’a sahip çıkmazsa, orada bizim mezarımız bile olmaz. Avrupa Birliği budur!
Davos’ta kendisini sırtından hançerleyenlere güvenemezdi.
Emperyalistlerin Annan Planı’na ortak olan BOP Eşbaşkanlarının Kıbrıs’ı sattığını biliyordu; görüyordu; söylüyordu.
Denktaş gibi bir Kıbrıs aşığının, bir Kıbrıs fedaisinin Ankara toprağına verilmesini istemesi karşısında, hepimizin başı eğiktir.
Denktaş, kemiklerini Lefkoşa mezarlığına emanet edememiştir.
Denktaş’ın son vasiyeti, onuru olan herkesin suratına indirilmiş bir tokattır.
Denktaş’ı bağrına basan Kıbrıs toprağı, şimdi daha da vatandır.
Bütün milletimiz için ise, sorumluluk daha da ağırlaşmıştır.