VİDEO HABER
Atatürkçü Düşünce Derneği Kongre delegesi ve İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Avukat Ceyhan Mumcu ADD Genel Kurulu'na kendi listesiyle katılan Prof. Dr. Alparslan Işıklı'ya bir mektup gönderdi. Ceyhan Mumcu, "yeni yönetimde tek bir İşçi Partili bulunmayacak" sözünün Alparslan Işıklı ve ekibinin kararı olamayacağını belirterek şunları söyledi:
Sayın Prof. Dr. Alparslan Işıklı,
Aziz Dostum,
ADD yönetimi için oluşturduğunuz kadro, gerçekten çok değerli arkadaşlar. Son Ergenekon döneminin kahramanları var: Sağlam duran aydınlarımız. Onları bir araya getirmek tek başına önemli bir iş. Başarılar dilerim.
Ancak bir tavrınız bende kaygı uyandırdı. “Yeni yönetimde tek bir İşçi Partili bile bulunmayacak” diye bir karar almışsınız. Mesele, yönetimde İşçi Partili bulunması değildir. Ama böyle bir karar, sizlerin kararı olamaz.
Ergenekon tertibi, başlıca iki gücü hedef almaktadır. Biri Türk Ordusu, diğeri İşçi Partisi. F Savcıları da, zaten bunu televizyon kanallarından ilan ettiler; “Ergenekon’un merkezinde İşçi Partisi var” dediler. Türkiye’de o kadar Parti varken, sizin yalnız İşçi Partililer için böyle bir uygulamaya yönelmeniz, çok düşündürücüdür. Kişiliklerinizi biliyorum, ama bu tavır, sistemin yürüttüğü Kemalist Devrim’i yıkma harekâtının ilerici saflara yansımasıdır. Böyle bir tavra bizim ortak olmamız düşünülemez.
Her ADD Genel Kurulu’ndan önce, sistemin efendileri, niçin ‘İşçi Partililer yönetimde olmasın’ siyasetini merkeze koyuyorlar?
1998 yılında Çevik Bir-Yekta Güngör Özden ikilisine uygulatılan operasyonu hatırlayalım. Sistemin müdahalesinin nedeni, Mersin, Adana, Zonguldak, Bursa ve İzmir’de ADD önderliğinde kurulan Ulusal Güçbirliği’nin yayılmasını önlemekti. Bu illerde CHP, DSP ve İP örgütleri ile sendikalar ve meslek örgütleri, Ulusal Güçbirliği İktidarı amacıyla birleşmişlerdi. Türkiye’nin öncü illerini kucaklayan tasarım, birkaç ay içinde en önemli 20 ili kapsayacaktı. ABD’nin iktidar projeleri dışında bir seçenek oluşuyordu. Önü kesilmeliydi. Suphi Gürsoytrak yönetimi uzaklaştırıldı. E. Org. Şener Eruygur, yıllar sonra arkadaşlarımız Mehmet Cengiz ve Nusret Senem’e “o operasyonun hedefinde İşçi Partisi vardı” diye açıkça söyledi.
Daha sonraki genel kurullarda da yine sistemin merkezinden gelen aynı uygulamalar görüldü. ADD Genel Başkanı Ertuğrul Kazancı, Lozanlarda, Berlinlerde ve her cephede eylemlere katılınca ve Talat Paşa Komitesi’ne girince hedef alındı.
2007 Kongresi’nde bizzat ben, E. Org. Şener Eruygur ve Nur Serter’e ABD ve AB’den bağımsızlığı savunan bir karar tasarısı önerdim; kabul edilmedi. Çünkü kurgu, CHP ve MHP’yi desteklemek idi; planlar emperyalist sistem içinde kurulmuştu.
Türkiye 2007 baharında Cumhuriyet mitingleriyle olağanüstü bir fırsat yakaladı. İP Genel Başakanı Doğu Perinçek, Cumhurbaşkanı Sezer’e Tayip Erdoğan’ı istifaya davet etmesini arz etti. O yola girilse idi; AKP iktidarı indirilirdi; Türkiye 2007 seçimine Tayip Erdoğan hükümetiyle girmezdi ve bambaşka sonuçlar çıkardı. AKP, 22 Temmuz 2007 seçimini “mağdur” olduğu için değil, Cumhuriyet mitinglerinin sonuca ulaşmasını önlediği için kazandı. Güçlü gözüktü. O zaman Perinçek, Baykal ve Org. Eruygur’a, “Tayip Erdoğan’ı istifaya zorlama” çözümü önerdi. Bunun için Cumhurbaşkanı Sezer’e kuvvet vermek gerektiğini belirtti. Desteklemediler, çünkü sistemin kırmızı çizgileri vardı. Baykal, “Cumhurbaşkanı Sezer’i köşeye sıkıştırmış oluruz” dedi. Kendisine Perinçek, bu yapılmazsa, “Türkiye’nin ve CHP’nin köşeye sıkışacağını” belirtti. Ne ayazık ki, bugün yaşanan budur.
Cumhuriyet mitinglerinde kürsü sistemin elindeydi. “Solcular CHP’ye sağcılar MHP’ye versin” deyip, Cumhuriyet’in yıkımı yolunu açtılar. Org. Eruygur’un yönetimindeki ADD’nin 2007 yılı Temmuz seçimiyle gerçekleştirilen Turuncu Karşıdevrimde ağır sorumluluğu vardır.
Yine o günlerde “Türkiye Diyarbakırsız olmaz” dedik ve ADD Genel Başakanı E. Org, Şener Eruygur’a, hep birlikte, ADD önderliğinde Diyarbakır Cumhuriyet mitingi önerdik. Bize söylenen şudur: “Orası farklı bir coğrafi ve sosyolojik yapıya sahip”. Ne yazık ki, Güneydoğu’yu bölücülüğe teslim eden zihniyetin yansımalarıdır bunlar. ADD yapmayınca iş başa düştü. Türk-İş katıldı, ama ADD katılmadı.
Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt, Diyarbakır mitingine bir gün kala bildiri yayımladı; gazeteler manşet attı. Bu arada mitinge karşı Diyarbakır’da Fethullahçılar ve PKK de tehdit bildirileri dağıtıyordu. Diyarbakır’da binlerce ay yıldızlı bayrağımızın dalgalanmasının karşısındaki koalisyonu görüyor musunuz? Şırnak ve bölgede kolordu ve tümen komutanları seferber olup katılımı önlemeye çalıştılar. Miting bütün bunlara rağmen, olağanüstü başarıyla yapıldı. Cumhuriyet mitinglerinin en önemlisidir! Çünkü Diyarbakır’da gerçekleşmiştir. Düşünmek gerekir, “İşçi Partisi’ni dışlama” kararı nelere yol açıyor?
Sonra Ergenekon operasyonu geldi. ADD’nin genel başkanları içeri alındı; ADD hangi direnişi gösterebildi? Bir de İşçi Partisi’ne bakalım, dimdik ayakta, bastırılamıyor; denetim altına alınamıyor. O zaman “İşçi Partilileri dışlayalım” siyasetinin anlamı üzerinde düşünmek gerekmez mi?
Yine bugün direnç gösteren, canlı olan ADD’lere bakınız, “Yönetimde İşçi Partililer olmasın” yanlışının bulunmadığı şubelerdir. “İşçi Partisi’ni dışlayalım” anlayışına teslim olan zihniyet, sistemin denetimine girer ve başını kaldıramaz.
Bu yanlışa siz, değerli kardeşlerim düşerseniz, aynı tehlike geçerlidir. Meselemiz budur zaten. Yönetici şu olmuş bu olmuş önemli değil. Ama hiçbir partinin üyeleri için alınmayan bir tavrı İşçi Partisi üyeleri için alıyorsanız, bunun varacağı yer bellidir.
Değerli Alparslan Işıklı Arkadaşım,
4 Haziran Cuma akşamı Ulusal Kanal’a yaptığınız açıklamanızı ilgiyle izledim. ADD’de oluşturmak istediğiniz yönetimin uygulayacağı programın ana çizgisi vardı. CHP’li olduğunuzu, ancak “CHP’ye Altı Ok’un yön vermesi” için mücadele ettiğinizi belirttiniz. Çok güzel. Ancak bu, CHP’ye ilişkin bir programdır. ADD’nin böyle bir tasarımın aracı olması çok yanlış olur. ADD’nin Atatürk’ün devrimciliğini canlandırması gerekir; ama partilerle ilgili bir işlevi olmamalı. CHP’ye hakim olacak anlayışı etkileme veya İşçi Partisi’ni dışlama gibi konular; ADD’nin görevi değildir.
İşçi Partisi’ni dışlama ve CHP’de Altı Ok çizgisinin hakim olması, yan yana konunca, insan Orta’nın Solu deneyimini hatırlamadan edemiyor. CHP, Turan Güneş-Baykal ekibi tarafından sözümona “sola” kaydırılırken, soluna da duvar çekmişti. Hem sola kayacaklardı; hem de Türkiye İşçi Partisi’nin yükselişini önleyeceklerdi! Ortanın Solu’nu o zaman böyle tanımladılar. Vardıkları yeri Türkiye yaşadı. ABD, Türkiye’yi AB kapısına bağlama planını Ecevit’e uygulattı. Bunun sonucu Türkiye’yi Haçlı İrtica iktidarına teslim etmek olabilirdi. Öyle oldu.
Şimdi de benzer bir iş mi gündemde diye ciddî olarak anlamaya çalışıyorum. CHP Altı Okçu olacak, ama bu arada İşçi Partisi de dışlanacak!
Tayip Erdoğan’ı yöneten yedi Amerikalıdan biri olan Larrabee de böyle bir plana işaret ediyor. CHP, “o bildiğiniz ulusalcılardan değil” ve Türkiye’nin “güvenilir laik bir muhalefete ihtiyacı var” diyor.
Batı işbirlikçisi Laikçilerimiz ve Türk Ordusuna yapılan operasyona teslim olan bazı komutanlar, ABD’nin ve İsrail’in gözünün içine bakıyorlar; ne zaman el edecekler diye. Bu tür beklentiler, İşçi Partisi’nin dışlanmasını gerektirir.
Bu arada Ergenekon’da İşçi Partisi’ne yönelik tutuklamalar devam ediyor. Ergenekon tertibini yürütenler de, İşçi Partisi’ni dışlıyorlar. Çok uyarıcıdır; kahraman savcılarımız Cihaner ve Eminağaoğlu’na büyük dayanışma var. Ama onlardan daha az kahraman olmayan Hv. Kuvvetleri Komutanlığı Başsavcısı Hakim Albay Zeki Üçok, Hasdal’a atıldı ve kimsenin sesi çıkmıyor. Çünkü Alb. Üçok, İşçi Partisi’ni hedef alan Karargah Evleri soruşturmasında hukukun gereğini yapıyordu.
Sistemin medyası gazetecilerin tutuklanmasını basına özgürlüğüne aykırı bulmakta; fakat bir siyasal partinin genel başkanı, genel sekreteri, genel başkan yardımcılarının ve yöneticilerinin yıllardır hapiste tutulmasını siyasal partiler özgürlüğüne aykırı bulmamaktadır. Çok öğretici değil mi? Bütün bunlar, sistemin sahipleri tarafından her zeminde İşçi Partilileri dışlama politikasıyla yürütüldüğünün örnekleridir. O zemine ADD’nin de katılmasına katkıda bulunmanız, sizlere saygınlık kazandırmayacaktır.
İşçi Partisi’ni dışlamak, bizim Atlantik tarihimizin köşe taşıdır. Kökü, 1938 sonrasının komünizm düşmanlığı politikasına kadar gider. CHP yönetimi, 1938 yılında Nâzım Hikmet’i hapse attı. 13 yıl hapiste kaldı. Atatürk’ün de hatası var; hasta yatağından müdahale etmeliydi. Bir millet Nâzım gibi dünyaca büyük bir devrimci şairini nasıl 13 yıl zindanlarda tutar?
Nâzım Hikmetleri dışlayanların hepsi şimdi Nâzım Hikmet’i yüceltiyor. Alparslan Türkeş’in bile Nâzım Hikmet’in önünde eğilmesinden sonra Nâzım Hikmet’in büyüklüğünü fark etmek, bir meziyet olmasa gerek. Bir yurtseverin görevi, 1938-1951 arasında Nâzım’la birlikte olmaktı. Uğur Mumcu’nun hatırasına da öyle davranmıyorlar mı? Uğur’un bütün düşmanları bugünlerde onu göklere yükseltiyor. Sistem, Nâzımların Uğurların ölüsünü yüceltir; dirilerini ise mezara gömmek ister. Sistem hedef aldığı devrimcilerin dostlarına ise, şu aklı verir: Sakın onlardan birini yönetime almayın!
Sizin ve hepsi çok değerli aydınlarımız olan Suay Karaman, Yıldırım Koç, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Ümit Zileli, Barış Doster ve diğer arkadaşlarımızın ve farklı listede olduğu açıklanan Tansel Çölaşan ve arkadaşlarının şu an karşı karşıya bulunduğu sorumluluk budur.
Biz, Türkiye’nin geleceğini, İşçi Partisi’ni dışlayacak ve yeniden sistem içi çözümsüzlüklere hapsedecek senaryolara kesinlikle destek olmayız; bu tasarımların karşısına dikiliriz. Aynı tavrı size de öneririm.
İşçi Partisi dışlandığı zaman, CHP, fakir fukara edebiyatı yaparak halkı kandıran bir parti olur.
İşçi Partisi’nin dışlandığı bir ortamda, CHP istediği kadar oy alsın, devrimci olmadığı için, iktidara gelse bile, bu altüst oluşlar içinde boğulur.
Ecevit derslerini unutmayalım. Bugün çok önem kazandı:
1973 yılında “Ak Günler” deyip yüzde 43 oyla hükümet kurdu; bir yıl içinde iktidarı MC’ye teslim etti.
1978 yılında bu kez “Karaoğlan” edebiyatıyla yüzde 47 oy alarak hükümet kurdu; bir yıl bile sürmedi; yine MC’ye ve 12 Eylül’e teslim!
1999 seçiminde, “Apo yakalandı” rüzgârıyla birinci parti olarak hükümet kurdu; Türkiye’yi AB kapısına bağlayıp, parçalanma ve yıkım sürecine yuvarladı; ABD’nin talimatıyla Kemal Derviş’i hazinenin başına oturtup Cumhuriyet ekonomisini yıktırdı. Üç yıl içinde iktidarı bu sürecin asıl sahiplerine teslim etti ve sıfırladı.
Bu kez eskisi gibi de olmaz. Çünkü kriz çok derin. Türkiye kanıyor; Türkiye yanıyor; fiilen bölünüyor; ekonomisi yıkım halinde. Bu koşullarda, devrimcilik dışlanarak oy avlanabilir ama Türkiye kurtarılamaz.
ABD batıyor. AB’nin bağlanacak kapısı bile kalmadı. Türkiye, karşıdevrimi bir devrimle göğüsleyecek ve alt edecektir. Bu koşullarda devrimci çözümler kaçınılmaz olarak hayata geçecektir. Tecrübeler herkese öğretecektir: İşçi Partisi’ni dışlayarak, Türkiye’de artık hiçbir halkçı-devrimci iş yapılamaz. CHP’nin kendisini muhabbetle kucaklayan Neoliberal güçlerin kollarında kalmaması da, İşçi Partisi’nin varlığına bağlıdır. CHP’nin halkçıları da bunu bugün fark edemezler ise, yarın anlayacaklardır.
Sayın Prof. Dr. Alparslan Işıklı,
Bir arkadaşınız olarak değerlendirmenize sunuyorum: Sizler, önümüzdeki dönem, bütün bağımsızlıkçı ve halkçı güçlerin birleştirilmesine katkılarınızla bu karanlıklardan çıkışta çok önemli görevler yapabilirsiniz. 1998 öncesinde, ADD’nin başındaki Suphi Gürsoytrak yönetimi buna yönelerek tarihsel bir işe girişmişti.
Bugün birleştirilecek güçleri, Türkiye’nin nesnel koşullarıyla belirlenmiştir. Kaldı ki, Kemalist Devrim’i tasfiye programını uygulayanların hangi örgütleri hedef aldığı bellidir. ADD’nin yönetimindeki E. Org. Şener Eruygur ve Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran’dan Mehmet Haberal, E. Org. Çetin Doğan, İlhan Selçuk, Tuncay Özkan, Deniz Baykal ve Doğu Perinçek’e uzanan geniş yurtsever güçler tertiplerle mücadele ediyorlar. Bu tablo kimlerin birleştirileceğini, kimlerin dışlanacağını ortaya koymaktadır.
Bu güçlerin içinden birini “dışlanacak güç” olarak belirlemek yanlış olur. Hele İşçi Partisi’ni dışlamak gibi bir yönelişe boyun eğenler, Türkiye’nin çıkmazlarda çırpına çırpına dağılmasına yardımcı olurlar. Çünkü yurtsever güçlere devrimcilik ve direnç aşılayan İşçi Partisi’dir. Kadrolarıyla ve örgütüyle Cumhuriyetin ön cephesinde savaşan, zorlukları göğüslemede hep örnek olan, Kemalist Devrim’i tamamlama programını onyıllardır savunan örgüt, İşçi Partisi’dir. Hedef alınmasının nedeni de bu özellikleridir. Yarın zorluklar ağırlaştığı zaman, İşçi Partisi’nin önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Erzurum Kongresi’nde, “Mustafa Kemal Paşa’yı başkan seçmeyin” diyorlardı.
YARSAV Kongresi’nde “Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun üzerini çizin” dediler.
Şimdi de “ADD yönetiminde tek bir İşçi Partili olmasın” diyorlar.
Kim diyor bunu?
Faili meçhul mü?
Sizler, böyle sistemin merkezlerinden gelen politikalara boyun eğecek aydınlar olamazsınız.
Ama mevzilenmeye ilişkin böyle kritik bir hataya düşerseniz, bu hatayı işlediniz diye, süreç sistemin avucunda ilerleyecek değildir.
Türkiye’nin içine girdiği karşıdevrimle hesaplaşma süreci, bu tür hataları bertaraf edecek çözümleri üretir.
Aziz Kardeşim, uzun oldu, sizi bunca işin arasında yorduğum için bağışlamanızı dilerim.
Candan başarı dilekleri, selam ve saygılarımla.
9 Haziran 2010
Av. Ceyhan Mumcu
Atatürkçü Düşünce Derneği Kongre Delegesi
E.Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Ceyhan Mumcu'dan ADD genel Kurulu'na açık mektup --12 Haziran 2010-- from dperincekinfo on Vimeo.