İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek, Aydınlık dergisinin 2 Ağustos 2009 tarihli son sayısındaki başyazısında Firdevsi'nin "Şahname" isimli eserini yazdı. İlgiyle okuyacağınız bu makaleyi aşağıda sunuyoruz.
• Firdevsi, İran’ın o köklü imparatorluk geleneğinin denebilir ki bütün sırlarını şiirleştirmiştir. Şahname, bu yönüyle feodal devlet teorisinin billurlaştırılmasıdır.
• Yeryüzü ancak kılıcın vereceği hükme boyun eğer. İran-Turan savaşları, yeryüzü hükümdarlığı içindir. Şahname, feodal imparatorluk ideolojisini bu savaşlar ekseninde hikâye eder.
SAHİP OLACAĞINIZ YER
“Sonuçta hiç kimse bu dünyada kendi vücudundan daha büyük yere sahip olamaz.” (Şahname, s. 275.) Bu saptamayı yapan Firdevsi’nin cenazesi ortada kalmıştır.
Tüs şehrinin önde gelen din adamlarından Ebû’l-Kasım-i Gurgânî, İran’ın gelmiş geçmiş en büyük şairinin cenaze namazını kaldırmaz. Rafızi, yani din sapkını olduğu gerekçesiyle
Firdevsi’yi Müslüman mezarlığına gömmezler. Bedeni kendisine ait bir bahçenin toprağına verilmiştir. Dediği doğrudur. İsterseniz, İran’ın Tûs şehrine gidiniz ve ölçünüz: O koca Firdevsi’nin bile en sonunda sahip olduğu yer kendi bedeninden daha büyük değildir.
SAHİBİNE YETİŞEMEYEN KERVAN
Firdevsi’nin cenazesi Tûs’un Rejan kapısından çıkarılırken, şehrin bir başka kapısından da Sultan Mahmut Gaznevî’nin büyük şaire yolladığı armağanları taşıyan kervan girmektedir.
Firdevsi’nin kızı, Padişah’ın kervan yükü hediyelerini kabul etmez, “Benim bunlara ihtiyacım yok” der.
Gazneli Sultan Mahmut, daha önce Şahname’yi okuyunca her beyiti için 1 dirhem olmak üzere, 20 bin dirhem ihsanda bulunmuştur. Üzülen Firdevsi hamama giderek içki içmiş ve Sultan Mahmut’un 20 bin dirhemini oradakilere dağıtmıştır.
Sultan Mahmut yıllar sonra Şahname’nin değerini anlamıştır ama yolladığı kervan Firdevsi’ye yetişememiştir. Tarih, hicri 411, miladi 1021’dir.
Derler ki, Türkiye’de Firdevsi’nin ölümünden bin yıl sonra bir “Müslüman burjuvazisi” zuhur etmiştir. Şu sıra onların hikâyeleri pek revaçta. Yine rivayet olunur ki, kefenlerine cep diktiren ilk cin tayfası bunlardır. Bu yazıyı berbat etmeyelim, konumuz bunlar değil.
GOETHE VE MELİKUŞŞARA NE DİYOR
Firdevsi’nin Şahname’sini baştan sona okumak için hep zaman aramışımdır. Meğerse o zaman da beni ararmış. Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’ndan sonra o buluşma gerçekleşti. Goethe, Şahname’yle öylesine mest olmuş ki, o güzellikleri paylaşma arzusu her şeyin önüne geçti.
Türkçede benim bilebildiğim birkaç Şahname çevirisi var. Biri, Yakup Kenan Necefzade’nin Doğu Şaheserleri dizisinden çıkmıştı. Başkaları da var. Göndermelere ve uzun alıntılara sağda solda rastlardık.
Bizim okuduğumuz Prof. Necati Lugal’in çevirisi, taptaze. Kabala Yayınevi bu yılın Nisan ayında yayımladı.
Güzel bir Türkçe, manzum değil, ama şırıl şırıl akıp gidiyor. Çevirmen konuya hâkim. Takıldığım bir kaç küçük nokta var, fırsat olursa yazarım. Çevirinin başında “Firdevsi ve Şahname” üzerine özlü bir inceleme de var. Prof. Dr. Nimet Yıldırım yazmış.
Melikuşşuara, yani şairlerin hükümdarı Bahar, Şahname’yi şöyle anlatıyor:
“Şahname hiç abartısız Kur’an’ıdır Acemin
“Tûs bilgesinin rütbesi de peygamberlik rütbesi.”
İran’da günümüzde bile Nevruz bayramlarında Kur’an yerine Şahname okunuyormuş (Önsöz, s.22).
İMPARATORLUK İDEOLOJİSİNİN ŞAHESERİ
Bir cümleyle özetleyecek olursak, Şahname, feodal imparatorluk ideolojisinin destansı bir şaheseridir.
Çin edebiyatını bilmiyoruz, zaten Çin hep dünyanın dışında sayılmıştır, biz de o adete uyalım ve Çin’in feodal imparatorluk edebiyatını bilmezden gelelim. Acaba dünya edebiyatında feodal imparatorluk değerlerini dile getirmede Şahname’nin bir eşi var mı?
Şahname, feodal devletin ve feodal toplumun Sümerlere uzanan en derin köklerinin Batı Asya’da olduğu bir kez daha kanıtlıyor. Yunan ve Roma klasiklerinin, Firdevsi’nin eline su dökemeyeceğini söylediğimiz zaman, yalnız bir edebiyat karşılaştırması yapmıyoruz. Kuşkusuz her edebiyat, bir tarih birikiminden filizleniyor.
Firdevsi, “Sözlerine güvenilir kişilerin yazdıkları tarihlerden topladığım bilgilerle bu eski İran tarihini meydana getirdim” diyor (s. 916, beyit 21660).
Firdevsi’nin kaynakları zengin: Kendisinden önce yazılmış Şahnameleri, Avesta gibi din kitaplarını, Hudâyname denen eski İran tarih ve efsanelerini ve resmi hanedan kayıtlarını incelemiş. Yazmaya 981 yılında başlamış, 1004 yılında tamamlamış. 23 yıl yazmış!
Şahname’de efsane, tarih, edebiyat iç içe geçmiştir. İnsanın ilk ortaya çıkışından başlar ve eski İran tarihini anlatır. Kitap, Keyhüsrev’in Türk padişahı Efrâsiyâb’ı en sonunda yenmesi, öldürtmesi ve arkasından kendisinin de dağlara çekilip kaybolmasıyla biter. Tarihçilerin belirlemelerine göre, milattan önce 7. Yüzyıl’da, MÖ 625 tarihindeson nokta konmuş oluyor.
YERYÜZÜ HÜKÜMDARLIĞININ SIRLARI
Firdevsi, İran’ın o köklü imparatorluk geleneğinin denebilirki bütün sırlarını şiirleştirmiştir. Şahname, bu yönüyle feodal devlet teorisinin billurlaştırılmasıdır.
Yeryüzü hükümdarlığı…
Kavimleri barış içinde bir arada tutmak…
Şahname’de bunlar var. O nedenle Şahname’ye Hükümdarların Elkitabı dersek, sözü uzatmamış oluruz. Machiavelli’nin beş yüz yıl sonra yazacağı Hükümdar, Şahname’nin yanında çocuk kalır.
Zaten, Machiavelli de prenslikleri birleştirme teorisinin esin kaynağının Osmanlı olduğunu söylemiştir.
Şahname, yalnız İran hanedanlığının değil, Selçuklu ve Osmanlı hükümdarlarının da başucu eseri olmuştur.
Selçuklu’nun doruk dönemi hükümdar isimleri Alaaddin Keykubad’lar, Gıyasettin Keyhüsrev’ler, İzzettin Keykavus’lar hepsi Şahname’dendir. Yavuz Sultan Selim’in kulağındaki küpeden Kanuni Süleyman’ın gazellerine kadar hepsinin esin kaynakları Şahname’de mevcuttur.
Yeryüzü hükümdarlığının sırları dedik. Bu sırların en başında feodal zorun örgütlenmesi vardır.
“Yeryüzü ancak kılıcın vereceği hükme boyun eğer.” (s.384.)
Şahname, feodal hükümdarlık şiddetine bir güzellemedir. Feodal sömürünün dayandığı çıplak zor, o kadar ballandırılarak sunulur ki, feodal şiddete tapmak bir mutluluk kaynağı olur.
Ama yalnız şiddet değil, adalet ve barış!
Şiddet, işte o adalet ve barışın yaptırım gücü ve güvencesidir.
Hükümdarlar, yalnız şiddetle değil, adaleti sağlayarak ve halka lütuflarıyla hüküm sürerler. En cömert hükümdarlar en ulularıdır. Onların kurdukları düzende “kurtlar ile kuzular”, “kaplanlar ile koyunlar” aynı yerden su içerler (s.57, 195, 277, 976).
Hacı Bektaş Veli’nin iki yüz yıl sonra “Arslanlarla ceylanlar dosttur kucağımızda” dediği olay!
Şahname, yeryüzü hükümdarlığının dayandığı şiddet ile adalet ve barışla sağladığı toplumsal rıza arasındaki diyalektiğe bütün zarafetiyle anlatır.
İRAN-TURAN SAVAŞLARI
Şahname, feodal imparatorluk ideolojisini İran-Turan savaşları ekseninde hikâye eder. HaberTürk’te Murat Bardakçı, Pelin Batu ve Doç. Dr. Erhan Afyoncu’nun tarih söyleşileri ilgiyle izleniyor. Değerli Murat Bardakçı, Şahname’yi Arap düşmanlığı boyutunda açıkladı.Ben de e-postayı bu sayfadan gönderiyorum:
İran-Arap ilişkileri, Şahname’nin başlarında çok az yer kaplıyor. İran-Yunan (ve Roma), İranÇin ilişkileri de öyle. Şahname’nin neredeyse tamamı, İran-Turan savaşları üzerine kurulmuştur.
Turan padişahı, sık sık Türk padişahı veya Türk komutanı diye anılır. Çin Fağluru, yani imparatoru da Türk padişahına bağlıdır. Şahname’de Ceyhun Irmağı’nın doğusu Türk hükümranlığıdır.
Tarihçiler, Şahname’de Türk padişahı diye anılan kahraman Efrâsiyâb’ın İskit hükümdarı olduğu tahminlerinde bulunuyorlar (Örneğin Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, c.I, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1946, s.19, 36, 391, 403, 405).
İsim dizinine bakınız, Türk padişahı Efrâsiyâb’ın adı, Şahname’nin başkahramanı Zâloğlu Rüstem’den daha çok anılıyor. İran kaç padişah değiştirir, ama Türk padişahı Efrâsiyâb hep tahtındadır.
Efrâsiyâb, “Servi gibi boyu, aslan gibi göğsü, pazısı, fil gibi kuvveti, birkaç millik mesafeye kadar uzanan gövdesi, keskin kılıcı andıran dili, derya gibi geniş yüreği, yağmurlar yağdıran bir bulut kadar cömert eliyle” (s. 231), Şahname’nin 24 bin beyitinde, bastığı yeri titretir, kaldırdığı tozdan oralar görünmez, bir kükredi mi aslanlar çöllere kaçar. Firdevsi, İran’ın başındaki bu binlerce yıllık belayı övmede alabildiğine cömerttir. Ancak Zâloğlu Rüstem’in yiğitliği karşısında Efrâsiyâb, çareyi hep kaçmakta, hep hile ve desiseye başvurmakta bulur. Efrâsiyâb, Farsça “Korkak kişi” anlamına geliyor (s.1046). İngilizcedeki “afraid” ve Almancadaki “fürchten” yani korkmak fiilleriyle aynı kökten.
İRANLIYI FARSÇAYLA DİRİLTMEK
Firdevsi’nin Şahname’sinde hangi kavimden olursa olsun padişahlar padişahtır; beyler beydir; yiğitler yiğittir. Feodal değer yargıları, kavim bağlarının önündedir. Bununla birlikte, çok çarpıcı olan, Firdevsi’nin 11. Yüzyıl’la açıklanamayan ateşli İran yurtseverliğidir. Ortaçağ Batı edebiyatında eşine rastlanmayan bir yurt sevgisi ve bağlılığı, Şahname’nin damarlarında dolaşır. Firdevsi, Şahname’yi yazarak yaptığı işi bir beyitte özetlemiştir:
“Çok sıkıntı çektim bu otuz yılda
“Dirilttim İranlıyı ben bu Farsçayla.”
Firdevsi de kanıtlıyor: Büyük şairin birinci özelliği kendi diline duyduğu karşılıksız aşktır; delice sevdadır.
Yalnız dile değil bu sevgi.
Kahramanlar kahramandır ama İran pehlivanları, bir başka kahramandır.
Şahname’de bu açıdan o feodal imparatorluk ihtişamı yanında, insanı nerden çıktı diye şaşırtan, erken gelen bir milliyetçiliğin filizlenmesine de rastlanır. Bunu Şahname’den 70 yıl sonra Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lûgat-it Türk’ünde görebiliyoruz.
Kapitalizmin eşiğine gelmiş, çok gelişmiş bir feodalizm, gelişmiş meta ilişkileri, vatan ve kavim ağlarının da zeminini oluşturuyor. 8-15. Yüzyıl İslam âlemi, bugün geriye dönüp bakan insanda kapitalizm buradan fışkıracak düşüncesini ateşler.
ANİDEN VURULMAK
Şahname bahsi kolay bitmez; tarihin derinliklerinden geleceğe doğru durmadan akar gider.
Türk tarihi açısından kaynak değeri, Türk edebiyatı üzerindeki Nazım Hikmet’lere, Attila İlhan’lara, Yaşar Kemal’lere kadar uzanan güçlü etkileri, dünya edebiyatındaki köşe taşı konumu, hep tatlı tartışma konularıdır. İlerde değiniriz.
Şahname, 1070 sayfa diye gözünüz korkmasın. Ortaokuldayken dayım Orhan Olcaytu’nun armağan ettiği Charles Dickens’ın 700 sayfalık Antikacı Dükkânı’nı bir solukta okuyup bitireceğim diye kendime ne zulümler etmiştim. (Aslında İngiltere’de emekçilerin çektiği kahırları anlatan güzel bir eserdir.)
Şahname’yi hemen okuyup bitirmek zorunda değilsiniz. Her bölüm, birbirinden ayrı bir güzellik. Eliniz değdikçe okuyabilirsiniz. Bir örnek:
Zâloğlu Rüstem’in, kendi oğlu olduğunu bilmeden Sohrâb ile üç kez savaşması ve ilk savaşta Sohrâb’ın kılıcından hileyle kurtulduktan sonra en sonunda oğlunu öldürmesi (s.382-404), bütün yürekleri paralar. Hiçbir Yunan Tragedyası, Şahname ile boy ölçüşemez.
Ama bana sorarsanız, Dede Korkut kitabını Şahname’ye değişemem.
Acaba Demirtaş Ceyhun Şahname’yi okumuş muydu? Demirtaş Ceyhun’la ne güzel Şahname söyleşisi olurdu. Şimdi gazeteye bakınca, bu dert saplandı yüreğime. Her büyük kayıp kaybedilenle artık yapamayacaklarımızın ağırlığıdır.
Edebiyatımız ve partimiz bir kahramanını, bir ustasını yitirdi. Her kahramanın ölümü, ciğerleri yakan, yürekleri yırtan bir trajedidir.
Firdevsi’yle başlayıp Demirtaş Ceyhun’la bitirmek, aniden vurulmaktır; ama bir yönüyle de akıp giden batı Asya tarihinde bir an’dır.
www.doguperincek.info
www.doguperincek.com.tr