İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, “ Ferit İlsever’i korkutacağını sanan varsa yanılır. Gladyo’dan hesap sormadan hiçbir yere gitmem” dedi. Ergenekon davasında savunmasını yapmaya başlayan İlsever, hakkındaki iddialara tek tek cevap verdi.
İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, 1. Ergenekon davası kapsamında bugün ifade vermeye başladı. İlsever, hakkındaki iddialara tek tek yanıt verdi. İlsever “Bu ülke bizim. Yapacak bu kadar iş varken buradan gitmeyi şerefsizlik sayarım” dedi.
GLADYODAN HESAP SORMADAN GİTMEK YOK
“Yandaş basında Doğu Perinçek, Kemal Alemdaroğlu ve Ferit İlsever gözaltına alınmasalardı yurt dışına kaçacaklardı şeklinde haberler çıktı. Böyle iddialarla Ferit İlsever’i korkutacağını sanan varsa yanılır. Bu ülke, Türkiye bizim. Gladyo’dan hesap sormadan hiçbir yere gitmem” dedi. Bu kadar işimiz sorumluluğumuz varken gitmeyi şerefsizlik sayarım. Üstelik NewJersey’de sığınacak villamız, CIA yetkilileriyle ilişkimiz de yok”.
“Ergenekon Tertibi’nin hedefi İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve Talat Paşa Komitesi’dir” diyen Ferit İlsever, aynı zamanda genel sekreterlik görevini yürüttüğü Talat Paşa Komitesinin eylemleri hakkında bilgi verdi. İlsever, Almanya’da düzenlemeyi düşündükleri bir etkinlik öncesi gözaltına alınmalarının önemine vurgu yaptı. Emniyetteki sorgusunda telefon görüşmeleriyle ilgili birçok soru sorulduğu söyledi. Bu telefon görüşmelerinin ise 15 Şubat 2008’de yapılan Talat Paşa Komitesi toplantısıyla ilgili telefon görüşmeleri olduğunu ifade etti.
SUÇUM 1992 PKK AYAKLANMASINI ÖNLEMEK
Ferit İlsever 1992 yılında PKK’nın ayaklanma planladığını ancak, kendisinin bu ayaklanmaya karşı çıktığını ve Kürt meselesine çözümün kardeşlik temelinde olması gerektiğini anlattı. “Ferit İlsever’i Öcalan’la görüşmekle suçlayanlar, bugün Öcalan’ın sözlerini baş tacı ediyorlar. 1992 nevruzunda güneydoğu Anadolu bölgesinde PKK bir ayaklanma başlatacaktı. Daha sonra Irak’a göç edecek binlerce Kürt vatandaşımızla sürgünde devlet kurulacaktı. Plan buydu. Ben ve o dönemde 2000’e doğru dergisi bunun çözüm olmadığını anlattık. Suçumuz PKK’nın bu ayaklanma planını engellemektir”.
Hrant Dink cinayetine de değinen İlsever sözlerini şöyle sürdürdü.
“Hrant Dink Ermenilere Emperyalizme güvenmeyin diyordu. Daha önce yaşananların emperyalistlerin oyunu olduğunu söylüyordu. Hrant Dink öldürülerek hem susturuldu hem de Sorosçular Hepimiz Ermeniyiz sloganlarıyla sokaklara döküldü”.
Ferit İlsever, Aleksander Dugin’e planlanan suikastı hatırlatarak, Rusya, Gürcistan, Ukrayna ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerin benzer olduğunu söyledi.
BU KÜRESEL GLADYO OPERASYONUDUR
“21 Martta biz tutuklandıktan 1 hafta sonra Rusya Başbakanı Putin’in başdanışmanı ve Avrasya Konferansı Başkanı Aleksandr Dugin’e suikast planı ortaya çıktı. Yine Ukrayna ve Gürcistanda yapılan operasyonlarla hükümetler devrilmişti. Ukrayna’da Yuşçenko aynı tertibi düzenledi. Bunlar tesadüf değil. Bunlar ABD politikası. Bu küresel Gladyo operasyonudur.
Öte yandan bugünkü duruşmaya Doğu Perinçek katılmazken, diğer İşçi Partililer ve tutuklu sanıklar, tutuksuz sanıklardan Kemal Alemdaroğlu ve Rafet Aslan, Danıştay saldırganları Alpaslan Aslan, Erhan Timuroğlu, Süleyman Esen, Tekin İrsi, İsmail sağır da katıldı. Ergenekon davasının gizli tanığı Osman Yıldırım da duruşma salonundaki yerini aldı. ,Osman yıldırım sosyopat teşhisi konulduğu için müşahade altında tutulduğu için daha önceki duruşmalara katılmamıştı.
İLSEVER’İN SAVUNMASINI İLK BÖLÜMÜ
Sayın Başkan,
Değerli Yargıçlar,
Bu dava başlayalı on ay oldu. “Ergenekon” tertibiyle ilgili söylenmedik söz kalmadı. 2455 sayfalık birinci İddianame çökmüş, tertip iflas etmiştir. Kamuoyunun geniş kesimlerinin düşüncesi ve vicdanların sesi böyledir. Özetle; sözün bittiği yerdeyiz.
“Ergenekon” tertibiyle Türkiye Cumhuriyeti çökertilirken, bununla salt hukuk düzleminde mücadele etmek olanaksızdır. Burada tertibin bir İşçi Partisi operasyonu olduğu kanıtlanmış olsa da, bu gerçeği, birçoğu İddianame’de soruşturma konusu yapılan kendi pratiğimden örneklerle bir kez daha anlatmaya çalışacağım. Ayrıca bu operasyonun hedefinin TSK'ni teslim almak olduğunu örnekleriyle kanıtlayacağım. Bunu Türkiye’ye ve tarihe karşı sorumluluğumun bir gereği sayıyorum.
Burada, yasalar çiğnenerek İşçi Partisi yargılaması yapılmaktadır. İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek ve Partimizin avukatları bu gerçeği yeterince vurguladılar. Bunun böyle olduğunu ve burada büyük yanlış yapıldığını bile bile, size Partimizle ilgili gerçekleri anlatacağım. Böylece bu operasyonla aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Onun varoluş nedeni olan Atatürk Devrimi'nin hedef alındığını bir kez daha gözler önüne sereceğim.
Sayın Yargıçlar,
Şu “Ergenekon” tertibi sahneye koyulalı beri, yani son iki sene içinde Türkiye nerelere sürüklenmiştir? Nereden nereye götürülmüştür? Şimdi aşağıda sıralayacağım ve bu davada suçlama konusu yapılan, benim bizzat içinde yer aldığım veya başında bulunduğum olguları dikkatle incelemenizi rica ederim. Sonra büyük resme bakacağız. Bakın, iki sene önce, hatta geçen sene neredeydik?
MİLLİ DURUŞUN EŞİĞİNDE OPERASYON!
İsviçre Hükümeti Adalet Bakanlığı, Talât Paşa Komitesi’nin mücadelesi sonucunda, Ermeni soykırımının inkârını suç sayan kanun maddesini, düşünce özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle değiştirmek için komisyon kurdu. Komisyon başkanı kanun hükmünün değiştirileceğini açıkladı. Daha sonra ABD'nin ve Avrupa Parlamentosu'nun baskıları sonucu bu çalışma durduruldu. Sayın Doğu Perinçek, "Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır" dediği gerekçesiyle İsviçre Mahkemelerince mahkûm edildi.
Bu gelişmeden sonra Doğu Perinçek’in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açacağı davada “Ermeni soykırımı” yalanlarını çürütmek amacıyla, üniversitelerden ve Dışişleri Bakanlığı’ndan yetkililerin katıldığı ortak çalışma yürütüyorduk. Tutuklanmasaydık AİHM’ne Perinçek’in dilekçesini büyük katılımlı bir başvuruyla sunmayı planlıyorduk.
Yine tutuklanmasaydık, Talât Paşa Komitesi’yle, Atatürk Yüksek Kurulu (AYK) ve başta Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev olmak üzere Azerbaycan yetkililerinin 24 Nisan 2008’de Bakü’de düzenleyecekleri büyük konferansla, “Ermeni soykırımı” kampanyaları düzenleyen ve Ermenilerin Azerbaycan topraklarını işgalini destekleyen Batı emperyalizmine güçlü bir yanıt verecektik. Bu vesileyle, yüzlerce seçkin aydınımızla Bakü’ye gidecek ve Azerbaycanlı öncülerle birleşerek, Türkiye – Azerbaycan kardeşliğini pekiştirecektik.
22 – 23 Mart 2008 günleri Almanya’da Türk örgütlerinin düzenlediği “Irkçılık Değil, Dostluk” etkinliğine katılmadan bir gün önce, sabaha karşı gözaltına alındık. Bu toplantılarla amacımız, Almanya’da Türk evlerini kundaklayan ırkçı güçleri protesto etmek ve Alman halkına dostluk elimizi uzatmaktı. Öte yandan, AKP ve Fethullah Gülen güdümünde tarikat ve cemaat yapılanmasıyla örgütsüz bırakılan yurtdışındaki Türklerin yeniden örgütlenmesini de planlıyorduk.
Kıbrıs’ta Talât Paşa Komitesi’nin, KKTC Ulusal Dava kuruluşlarıyla birlikte 1 – 4 Kasım 2007 günleri düzenlediği Konferanstan sonra KKTC’nin tanınması yönündeki çabalarımıza hız vermiştik. Konferansın sonuç bildirgesinde ABD’den kaynaklanan hava ve deniz limanlarımızın Rum gemilerine açılması ve Türk askerlerinin Ada’dan çekilmesi yönündeki baskılara dikkat çekiliyor ve önümüzdeki dönemde Kıbrıs Türkleri’yle daha sıkı birleşmeye vurgu yapılıyordu. Konferansın sonunda başta Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talât olmak üzere KKTC yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde, KKTC’nin egemenliğini güçlendirmek ve tanınmasını sağlamak amacıyla, Rusya Federasyonu’nda girişimlerde bulunmayı kararlaştırdık.
Rusya Federasyonu’nda Devlet Başkanı Putin’in Baş Danışmanı, Rusya’nın Jeopolitik İncelemeler Merkezi Başkanı ve Uluslararası Avrasya Hareketi’nin Başkanı Alexander Dugin 2004 yılı Aralık ayında, İşçi Partisi’nin davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiş ve tarafımızdan KKTC’ye de götürülmüştü. Dugin burada yetkililerle yaptığı görüşmelerden sonra, “AB’nin Birleşik Kıbrıs formülünün Türkleri tamamen eriteceğini” ifade etti ve “Rusya’nın Kıbrıs sorununa bakış açısında değişiklikler başladığına” vurgu yaptı. Ne yazık ki, Ankara’da Rusya’daki bu değişikliği destekleyecek ve ilerletecek hükümet yoktu. Ancak Kıbrıs Konferansı'ndan sonra, biz Kıbrıs’lı Türklerle birlikte bu girişimi başlatabilirdik. İşte gözaltına alındığımız sırada böyle bir girişimi de planlıyorduk.
2006 Eylül’ünde İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı E. Korg. Yaşar Müjdeci ile birlikte Suriye’yi ziyaret ettik ve Başbakan Muhammed Naci Otri ile görüştük. Sayın Otri, Türkiye – Suriye ilişkilerini geliştirmeye önem verdiklerini vurguladı ve iki kardeş ülkenin stratejik ortaklık kurmaları gerektiğini belirtti. Her ikimiz de bölgede ABD’den kaynaklanan tehdidin arttığına dikkat çekerek, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunduğumuzu açıkladık. Suriye Başbakanı ile görüşmemiz sonrasında iki ülkedeki strateji merkezlerinin birlikte bir Ortadoğu Konferansı düzenlemesi konusunda anlaştık. Türkiye’den İşçi Partisi Ulusal Strateji Merkezi’yle, Suriye’den Şark Merkezi, 2007 yılı içinde Türkiye’de, Türkiye, Suriye, İran, Irak ve Kürt örgütlerinin temsilcilerinin katılacağı bir konferans düzenleyecekler ve ABD emperyalizmine karşı bölgesel güç oluşturma iradesini sergileyeceklerdi. Bu tarihten bir yıl önce İran'a yaptığımız ziyarette de İran'lı yetkililerle böyle bir konferansın düzenlenmesi konusunda anlaşmıştık. Kısa bir süre sonra bizzat Suriyeli yetkililerden, Konferans girişiminin o günlerde Tayyip Erdoğan’ın Dış Politika Danışmanı olan Ahmet Davutoğlu’nun girişimleriyle engellendiğini öğrendik. Çalışmalar bir süre askıya alındı. Yeniden başlatmayı düşünürken, bu kez de tutuklandık.
Bunlar, Türkiye’nin dış politikada bağımsızlığına ve milli duruşuna hizmet eden çalışmalarımızdı. İçeride ise, bütün bu açılımları da gerçekleştirecek olan Milli Hükümet’in kurulması yönündeki çalışmalarımızı hızlandırmıştık. Partimizin 2007 Aralık ayındaki Genel Kurulu’nda kabul edilen ve işte bu davada döne döne suçlama konusu yapılan Milli Hükümet Programı ve Milli Hükümet’in Bakanlar Kurulu temelinde öncüleri birleştirmeye başladık. Partimiz, yine bu İddianame’de suçlanan Teröre Karşı Mücadele Programı’yla ve bu programın açıklandığı 9 Haziran 2007 Diyarbakır Birlik ve Kardeşlik Mitingi'yle, terörün hakkından gelecek tek parti olduğunu kanıtlamıştı. İşte bu programın gereği olarak, Diyarbakır Bismil İlçesi'nin köylerinde geliştirdiğimiz toprak ağalığı ve aşiret sistemini ortadan kaldırarak Cumhuriyet'i sağlam temellere oturtacak olan çağdaş modeli Doğu ve Güneydoğu’da yaymak için mücadele veriyorduk.
Partimiz yine bu dönemde AKP’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk düzleminde de bitişini ilan eden “Sivil Anayasa Taslağı”na, çok sayıda aydınımızın ortak çabasının ürünü alan Milli Anayasa Bildirgesi’ne imza toplayarak yanıt veriyordu. Diğer yandan Emniyet İstihbarat Dairesi’ne üslenmiş olan Fethullahçı Gladyo’nun, Hrant Dink cinayeti gibi tertiplerdeki rolünü aydınlatmaya başlamıştık.
Ama en önemlisi İşçi Partisi 2007 yılı içindeki Cumhuriyet mitinglerinin bugünkü Cumhuriyet düşmanı iktidarın yıkılması ve milli hükümetin kurulması hedeflerine yönelmesi için vargücüyle çalışıyor, bu amaçla Cumhurbaşkanımızı, TBMM'ni ve partilerimizi göreve çağırıyordu.
Değerli Yargıçlar,
İki, iki buçuk sene önce bizim bulunduğumuz düzlemden Türkiye’ye önerilerimiz ve bu öneriler doğrultusunda başlattığımız çalışmalar böyleydi. Yani İşçi Partisi, büyük sıkıntılarla boğuşan Türkiye'ye umut ışıkları saçıyor, çözüm yolunu gösteriyor ve halka önderlik görevini yerine getirmeye çalışıyordu. İki senedir “Ergenekon” la yatıyoruz, yeni dalgalarla kalkıyoruz. Bu süre içinde Türkiye "Ergenekon" tertibiyle nereye sürüklenmiştir?
NEREDEN NEREYE...
Avrupa Parlamentosu’nun 27 Eylül 2006 tarihli Talât Paşa Komitesi’nin ortadan kaldırılması kararının ve “Ergenekon” operasyonunun ilk sonucu; “Irkçılığa Karşı Yasa” diye anılan ceza maddesini değiştirmeye yönelen İsviçre’nin, Türkiye’ye Ermeni tezlerini kabul ettirmek için, Türkiye ile Ermenistan arasında arabuluculuk yapan İsviçre’ye dönüşmesi olmuştur. Diğer bir deyişle, İsviçre’ye yasa değiştirten Türkiye’den, “Ermeni soykırımı” yalanı için özür dileyen Türkiye’ye gelinmiştir.
ABD istedi, Talât Paşa Komitesi'ne operasyon yapıldı!
ABD istedi, Ermenistan sınır kapısının açılması kararlaştırıldı!
Azerbaycanlı kardeşlerimiz küstürüldü. İşte “Ergenekon” tertibiyle geldiğimiz yer burasıdır, Sayın Yargıçlar!
Doğu Perinçek’in tam da “Ermeni soykırımı” yalanını mahkûm ettirmek için AİHM’ne başvuracağı sırada tutuklanması bir rastlantı mıdır? “Ergenekon” tertibiyle sadece AİHM kapısındaki Doğu Perinçek değil, Türkiye arkadan vuruldu, savunmasız bırakıldı. AİHM’den önce İstanbul Cumhuriyet Savcılığı mahkûm etmiştir Doğu Perinçek’i. Kimse kalkıp da, "Doğu Perinçek darbe yapacaktı” vb. demesin. Hepimiz biliyoruz ki, emperyalist yalanlara karşı mücadele ettiği için hapistedir Doğu Perinçek.
Evet, AİHM’de Perinçek’in savunmasını birlikte hazırladığımız ve daha önceki Lozan 2005 / Berlin 2006 eylemlerimize destek olan Dışişleri Bakanlığı Güvenlik Dairesi dağıtıldı. 24 Nisan 2008 Azerbaycan Konferansı’nı birlikte düzenleyeceğimiz Atatürk Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural görevden alındı. "Ermeni soykırımı" yalanıyla mücadele eden ve Talat Paşa Komitesi'nin eylemlerini destekleyen Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun görevine son verildi. Talât Paşa Komitesi üyelerinin bir kısmı tutuklandı. Bir kısmı da sorgudan geçirildi. Türkiye – Azerbaycan dostluğuna, kardeşliğine büyük darbe indirildi.
Öte yandan, ABD’nin talimatıyla İsviçre’nin Cenevre kentinde Ermenistan’ın taleplerine boyun eğildi. Futbol maçı şovları düzenlendi. Almanya’da ırkçılığa karşı düzenlediğimiz toplantı tam bir gün önce resmen ve alenen sabote edildi. Hem de “Yurtdışına kaçıyorlardı” iftirası basına servis edilerek. Böylece Almanya’daki Türkler, Nazi ırkçılığına tepkilerinin bastırılmasının yanı sıra, örgütsüzlüğe de mahkûm edildiler.
Daha geçen yıl, KKTC’nin egemenliğinin güçlendirilmesi ve tanınması doğrultusunda yeni adımlar atmaya hazırlanırken, “Ergenekon” operasyonu sonrasında süreç tersine döndü. Ada’da 2010 yılında yapılacak olan referandumla, salt Rum egemenliğine ve KKTC’nin ortadan kaldırılmasına yol açacak ikili müzakerelere geçildi.
Yukarıda açıkladığım Suriye ve İran yetkilileri ile Ortadoğu Konferansı düzenlemek üzere çalışmalar yapan İşçi Partisi yöneticileri, hapse atıldı. Konferansı engelleyen Ahmet Davutoğlu ise, Dışişleri Bakan yapıldı. Bu ne rastlantı, Sayın Yargıçlar?
İşçi Partisi ve Talât Paşa Komitesi, ABD’nin çıkarına çomak soktukları her noktada baskıya uğradılar. İşçi Partisi'yle birlikte Türkiye’nin bağımsızlığını savunanlar ise adeta yanıyor. Böylece 2007 yılında Irak’ın toprak bütünlüğü ve Türkiye’nin önderliğinde bir bölgesel güç oluşturma tasarılarından, Abdullah Gül’ün “Kürdistan”ını, yani kukla devleti tanıma noktasına geldik. İşte "Ergenekon" tertibi de esas olarak bunun için yapılmıştır: İşçi Partisi'ni ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni bastırarak kukla devleti kabul ettirmek, yani Türkiye'yi bölmek!
Lütfen, şu zamanlamaya dikkat edin: İki yıl boyunca "Ergenekon" dalgalarıyla TSK yıpratıldıktan, başta üniversite ve yargı olmak üzere tüm devlet kurumları ve halk baskı altına alındıktan sonra, AKP-PKK ittifakıyla "Kürt açılımı" gündeme getiriliyor. Hem de "İrticayla Mücadele Belgesi" adı altında uyduruk bir kâğıt parçasıyla TSK'ye karşı yürütülen asimetrik psikolojik harekâtın hemen sonrasında. Türk Devleti ne yazık ki, Osmanlı'nın Sevr Antlaşması'ndan sonra yansıttığı bitmiş, tükenmiş devlet tablosunu hemen her gün sergiliyor. Sevr Antlaşmasının yerini günümüzde Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri almış. 2004 yılında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin girişimleriyle gündeme getirilen, daha sonra Bülent Ecevit'in, Tayyip Erdoğan'ın ve Deniz Baykal'ın oylarıyla Meclis'te kabul edilen İkiz Sözleşmeler, bugünkü ABD merkezli "Kürt Açılımı"nın temelini oluşturuyor. "Demokrasi" yaygarasıyla açılan her paketin içinden İkiz Sözleşmeler'deki "azınlıkların kendi kaderini tayin hakkı" ve "demokratik, kültürel haklar" sözcükleriyle perdelenmiş "özerklik" talepleri çıkıyor.
Siirt ve Eruh'ta terörün ilk kurşunlarının ateşlendiği 15 Ağustos neredeyse bayram ilan edilecek. Abartmıyorum, 15 Ağustos Türkiye'nin bazı bölgelerinde bayram etkinlikleriyle kutlandı. ABD Derin Devleti'nin önemli isimlerinden, Düşünce Kuruluşu Carnegie Endowment'in uzmanlarından Prof. Henri Barkey, AKP'nin "Kürt Açılımı"nın, "TSK yenildiği için" gündeme geldiğini buyuruyor. TSK'de Genelkurmay Başkanlığı yapmış Hilmi Özkök isimli zat ise, "Denenmiş yöntemlerde artık ısrar edilmemesini" vurgulayıp, Türkiye Cumhuriyeti'nin adını tartışmaya açarak, Amerikalı yetkiliyi adeta doğruluyor. Asker olsun, sivil olsun, bu NATO kafalı yetkililerin Türkiye'yi nereye getirdiğini görüyor musunuz? Bu Hilmi Özkök bu davanın da baş tanıklarındandır. Hesapları şudur: "Ergenekon" operasyonlarıyla birlikte, sözümona "darbe" uydurmalarıyla TSK'ni teslim alacaklar ve Türkiye milli devletini "değiştirecekler".
Birliğimizi "Türk Milleti" temelinde tanımlayan bugünkü Anayasa yerine, "TC Vatandaşlığı"nı temel alan "Sivil Anayasa"yı kafalarında çoktan oluşturdular. Gerçekleştirmek için uygun ortamı kolluyorlar. Bunların "Açılımı" milli birliğe değil, etnik bölünmeye hizmet eder. AKP-PKK ittifakının açılımı gündeme geldiğinden beri tartışılan konular ayrı meclis, ayrı silahlı kuvvetler, ayrı eğitim vb dir. Herkes elini vicdanına koysun ve söylenenleri şöyle bir düşünsün. Bunlar içinde Türk ve Kürt'ün birliğine hizmet eden bir tane çözüm var mıdır?
PKK ile mücadele edenler cezalandırılıyor, intihara sürükleniyor. Tertibin en gözdeleri itirafçılardır. Şehit aileleri itilip kakılıyor. Bölücülükle, ayrımcılıkla mücadele etmek suç olmuştur adeta. Eski Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, hakkındaki "Ergenekon" dedikoduları için, “Her halde 1995'te Çelik Harekâtı’nı yaptığım için hedef alınıyorum” diye açıklama yapıyor.
Benim de gözaltına alınıp tutuklanmamın bir nedeni budur: PKK ayaklanmasını önlemek! İddianame beni ve sayın Doğu Perinçek'i Abdullah Öcalan'la görüşmekle suçluyor. Kaderin cilvesine bakın... Ferit İlsever'i Öcalan'la görüşmekle suçlayan kafalar bugün Onun her sözcüğünde bir keramet bularak manşetlere taşıyorlar. Medya Öcalan'la görüşmek için sıraya girmiş. Yetkililer, "gizli mi görüşmeli, açık mı görüşmeli" diye tartışma yapıyorlar. Apo, Türkiye'nin en makbul kişilerinden biridir bugün. Gün işte öyle bir gündür: ABD'nin bölücülüğüne hizmet edersen makbulsun. Ama Ferit İlsever gibi, Doğu Perinçek gibi PKK ayaklanmasını bastırmaya ve ayrı bir hükümet kurulmasını önlemeye, birlik, eşitlik ve kardeşliği gerçekleştirmeye soyundun mu en büyük suçlusun. Değerli yargıçlar, Doğu Perinçek'lerin, Ferit İlsever'lerin uyduruk sebeplerle gözaltına alınıp yargılanmalarının en temel sebebi işte budur.
İleride bunu ayrıntılı olarak, belgeleriyle kanıtlayacağım. Evet, iyi biliyorum, en önemli “suçlarımdan” biri, “1992’de PKK ayaklanmasını ve sürgünde Kürt Hükümeti kurulmasını önlemek” olmuştur. Öte yandan Diyarbakır Bismil'in Cumhuriyet köyünde ve Urfa Akçakale’nin köylerinde Kürt ve Arap yurttaşlarımızı toprak ağalarına karşı mücadeleye seferber ederek, ellerinde Türk bayraklarıyla yürütmekle de "suçumuz" katmerlenmiştir. Bismil'in Aslanoğlu köylüleri de İşçi Partisi önderliğinde Cumhuriyet kutlamasında Türk bayraklarıyla yürüdükleri için "suçludurlar". İşte şimdi köyleri ağanın silahlı adamları tarafından kuşatılmış, köye giriş çıkışları ağalığın denetimi altına alınmıştır. "Cumhuriyet" aydınları Silivri zındanında. Bismil'in "Cumhuriyet" köyü Silivri zındanında. Özetle; Cumhuriyet Silivri zındanında!
PKK ayaklanmasını önleyenler ya da bastıranlar içeri atılırsa, ayaklanmanın önü açılır. “Dağlıca baskınını yapan eşkiya nereden geldi”, “Aktütün Karakolu’nu kim bastı” diye hiç sormayın. PKK ile mücadele ettiği için subayları, PKK ayaklanmasını önlediği için Ferit İlsever’i gözaltına alanların izini takip edin. Failleri bulursunuz. Geleceğiniz yer, “Ergenekon” tertibinin Ankara’daki “Savcısıyla” Washington’daki elebaşının adresidir. Sakın Mardin’in Bilge Köyünde 45 yurttaşımızı kim öldürdü diye de sormayın. Onların da katililerinin azmettiricisi, İşçi Partisi’nin çağdaş Bismil çözümünü suçlayan ve onun yöneticilerini tutuklayan “Ergenekon” tertipçileridir.
En önemlisi de İşçi Partisi’nin formülleştirdiği Milli Hükümet özlemini ve ihtiyacını duyan herkese gözdağı verilmesidir. “Ulusalcılık” yani “millilik” kavramı boşuna Emniyet Genel Müdürlüğü brifinginde suç kapsamına alınmadı.
Sayın Başkan
Sayın Yargıçlar,
Gördünüz mü, Türkiye “Ergenekon” tertibiyle iki yıl içinde nerelere sürüklenmiştir? Yukarıda çizdiğim tablo, sadece benim kendi pratiğimden hareketle ortaya çıkan tablodur. Türkiye'nin yaşadığı diğer olguları sıraladığımızda, çöküş tablosu daha da netleşmektedir.
Özetle; Türkiye’nin Kıbrıs ve Irak’ın Kuzeyindeki kırmızıçizgileri tamamen yok edildi. Hükümet her iki alanda da ABD dayatmalarına teslim oldu. Türkiye, Irak’ın toprak ve siyasi bütünlüğünü savunmayı terk ederek, Kukla Devleti tanıma teslimiyetçiliğine sürüklendi. Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ikilisi şu anda resmen açıklamasalar da özerklik, federasyon gibi bölücü çözümleri gündemlerine almış bulunuyorlar. Türkiye ve milletimiz, hızla bölünmeye itiliyor. Son seçimler etnik bölünme tablosunu açıkça ortaya koydu. Meclis’teki etnik kökenli Partinin milletvekilleri de “seçimler Kürdistan’ın sınırlarını çizdi” sözleriyle bunu açıkça dillendirdi.
Kıbrıs’ta 2010 yılına kurgulanmış emperyalist senaryoyu az önce anlattım. Ancak son seçimler, Kıbrıs Türk halkının böyle bir teslimiyetçiliği kabul etmeyeceğini kanıtlamıştır.
Türkiye’nin dış cephede Cumhuriyet tarihinde görülmemiş ölçüde kuşatma altına alınmasında, hükümetin ABD merkezli “Ermeni soykırımı” kampanyalarına teslim olması başrolü oynadı. Talât Paşa Komitesi “Ergenekon” tertibiyle hapse atıldı, Türkiye “soykırım” yalanlarına ve ABD dayatmalarına boyun eğdi.
Sonuç olarak Türkiye, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra, belki de Cumhuriyet tarihinin en şiddetli emperyalist saldırısıyla karşı karşıya kalmış bulunuyor. İşte burada kendi pratiğimle özetlediğim iki yıllık tablonun da gösterdiği gibi “Ergenekon” tertibinin;
Birinci Hedefi; İşçi Partisi’ni bastırmak,
İkinci Hedefi; Türk Silahlı Kuvvetleri’ni teslim almak,
Nihai Hedefi; Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertmektir!
Türkiye’ye karşı böyle bir hıyaneti kim uygular?
Değerli Yargıçlar,
Bu politikanın sahibinin ABD olduğuna kimsenin kuşkusu kalmamıştır. Olgular öylesine açıktır ki, Fehmi Koru’nun, “Ergenekon, Bush – Tayip görüşmelerinde Oval Ofis’te kararlaştırıldı” (Yeni Şafak, 1 Şubat 2008) veya Mehmet Altan’ın, “AKP’yi aşan bir irade Ergenekon’un peşinde. Dünya sistemi Ergenekon’u tasfiye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor” (Vatan gazetesi, 19 Nisan 2009) tanıklıklarına da gerek kalmamıştır.
KÜRESEL GLADYO OPERASYONU!
Biz İşçi Partililer’in gözaltına alındığı 21 Mart 2008 tarihinden bir hafta sonra, 28 Mart 2008’de Alexander Dugin’e Moskova’da suikast girişiminde bulunuldu. Girişim, Dugin’in fark etmesi üzerine başarısızlıkla sonuçlandı. Olay, Dugin’in, bir Ukrayna televizyonunca verilen randevuya gittiği yerde cereyan ediyordu.
Bu da bir rastlantı değildi. Çünkü tam da bu günlerde Ukrayna Devlet Başkanı Yuşçenko, tamamen CIA’nın hizmetine girmiş istihbarat örgütünün yürüttüğü operasyonla Soros ve ABD karşıtı muhalifleri tutuklayıp, cezaevine koyuyordu. Bunlara yöneltilen suçlama da tıpkı bizim bu davada olduğu gibi, “darbe girişiminde bulunmak”, bu amaçla “sabotaj ve suikastlar planlamak”tı. Nitekim Ukraynalı yurtseverler de bu tertibe “Ukrayna Ergenekon’u” adını vermişlerdi. Alexander Dugin de Ukrayna tarafından “istenmeyen adam” ilan edilmişti. Ne rastlantı değil mi, bizim İddianame’de de Dugin’in adı “istenilmeyen” kişi olarak yer alıyor.
“Gürcistan Ergenekonu” ise 6 Eylül 2006 günü saat 05.00’te, 30 Soros karşıtının Şaakaşvili yönetimi tarafından “darbe” suçlamasıyla gözaltına alınmasıyla başladı (Soner Yalçın, Hürriyet gazetesi, 31 Ekim 2008). Daha sonra Gürcistan Devlet Başkanı Şaakaşvili’nin Güney Osetya’ya saldırısıyla bir üst düzlemde sürdürüldü. En sonunda Ağustos 2008’de Putin’in ve Rus Ordusu’nun Güney Osetya’ya müdahalesiyle ABD kaynaklı tertip püskürtüldü. Görüldüğü gibi, Rusya Milli devletinin çıkarlarını savunan iktidar, ABD tertibini böyle alt ediyor. Bizde ise, BOP Eşbaşkanlığı iktidarı ABD tertibine böyle boyun eğiyor. En önemlisi, burada sıraladığım olgular da “Ergenekon” tertibinin, Rusya'ya, Ukrayna'ya, Gürcistan'a uzanan kolları bulunan bir küresel Gladyo operasyonu olduğunu kanıtlamaktadır.
Küresel Gladyo'nun saldırıları daha sonra Obama iktidarı döneminde de Türkiye'deki Ergenekon dalgalarına paralel olarak sürdürüldü. Türkiye'de "Ergenekon"un 11. ve 12. dalgaları gerçekleştirilirken ve "İrticayla Mücadele Belgesi" adı altında TSK'ne karşı asimetrik psikolojik harekât tırmandırılırken, Afganistan ve Pakistan'da ABD kaynaklı operasyonlar yoğunlaşıyor, İran'da ve Çin'in Sincian-Uygur bölgesinde Soros destekli Turuncu karşı devrimler ateşleniyor, "Bizim oğlanlar" Honduras'ta darbe yapıyor.
Bu noktada Küresel Gladyo'nun bu tertip ve saldırılarına karşı tepkilerin sadece Türkiye'de, Rusya'da, ÇHC'de, İran'da, Honduras'ta vb. değil, ABD'de de yükseldiğini vurgulamalıyım. İki hafta önce ABD Temsilciler Meclisi'nde Küresel Gladyo'nun 1 Numarası ABD eski Devlet Başkanı Yardımcısı Dick Cheney hakkında soruşturma başlatılması kararlaştırıldı. Değerli yargıçlar, biliyor musunuz, ABD Temsilciler Meclisi ısrarlı olursa, soruşturacağı konulardan biri de Gladyo'nun Türkiye'deki "Ergenekon" tertibidir. Çünkü, soruşturma konusu, 2001 yılında Cheney'in Temsilciler Meclisi'ne haber vermeden CIA ile yürüttüğü gizli operasyonlardır. Bu operasyonların en önemlilerinden biri de, "Ergenekon" tertibidir. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye'de ABD'nin "Ergenekon" tertibiyle hedef aldığı yurtseverler, ABD'de ise, "Ergenekon" tertipçileri yargılanacak! Doğaldır ki, böyle bir durum olmayacak. Yine de Türkiye'mizin böyle utanç verici bir tabloya sürüklenmemesi için, en doğrusu "Ergenekon" tertibine bir an önce son vermek ve tertipçilerin yakasına yapışmaktır. Küresel Gladyo'nun ve ABD Derin Devleti'nin tasfiyesi de böyle mümkündür.
"Ergenekon" süreci 2009 ortalarına kadar üniversite, basın ve yargı operasyonlarıyla ilerledi. 2009 Haziran'ında Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) Haziran Kararnamesi ile yargıya operasyon tırmandırıldı. Temmuz ayında ise, bugünkü "Kürt Açılımı"nın da başlangıcı olan "İrticayla Mücadele Belgesi" tertibiyle TSK hedef alındı.
Yandaş medyanın iki yıldır savurduğu “darbeye karşı mücadele”, “temizlik”, “özgürlük” sözcükleri, bu gerçekler karşısında bir psikolojik savaş malzemesi olmaktan öteye geçmiyor. Şimdi soruyorum:
“ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ” MAKARASIYLA...
- Türkiye darbelerden arındı mı? Yoksa arkasında Amerikan Ordusu’nun bulunduğu bir operasyonla, adı koyulmamış bir Amerikancı darbeye mi itildi? Lütfen söyler misiniz, bugünkü uygulamaların, 12 Mart ve 12 Eylül uygulamalarından ne farkı var? YARSAV Başkanı Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu bugünkü durumu, “ilan edilmemiş sıkıyönetim” olarak tanımladı. Son haftalarda ise, "liberal" cephede, hatta karşı cephede olduğu bilinen birçok köşe yazarı AKP'nin Türkiye'yi getirdiği yeri "dinci faşizm" olarak niteledi.
Şu fotoğraf her şeyi anlatmaya yetiyor: "Ergenekon Operasyonu"nun “Başsavcısı” Abdullah Gül, 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren’i Çankaya’da ağırlarken, 12 Eylül ve 12 Mart darbelerinin hedefi olan İşçi Partisi hapse atılıyor, Zincirbozan'a sürülen Sayın Süleyman Demirel, yandaş medyada “Ergenekon’un bilmem kaçıncı numarası” ilan ediliyor. Öyle bir dönem ki bugün, Evren gibiler yine Çankaya’nın gözdeleri… Doğu Perinçek ise, her darbe döneminde olduğu gibi Cezaevi’nde!
- Türkiye, mafya ve çetelerden temizlendi mi? Yoksa mafya ve çeteler Belediye kaynaklarıyla, imar rantlarıyla beslenip beldelerimize, köylerimize, mahallelerimize kadar mı indiler? Hortumculuk, yiyicilik sadece Şaban Dişli ve Dengir Mir Mehmet Fırat’ın mı marifetleriydi? Yoksa kabak onların başında mı patladı? Tabii daha Türkiye'deki Deniz Feneri Dosyası’yla, pırlanta ve gemiciklere sıra gelmedi. Ama olay bağırıyor: Cumhuriyet tarihinin en büyük hortum mekanizması bu dönemde kurulmuştur: “Ergenekon'la beslenenler sınıfı”!
- Düşünün ki, iktidar ve kurduğu "ekonomi", kaynağı belirsiz 18,3 milyar dolarla ayakta durabilmektedir. Uluslararası mafya babalarının kara para şırıngasıyla yaşamaya mahkûm bir sistem!
- Vatandaş daha mı özgür? Sadece 12 Mart ve 12 Eylül döneminde kullanılan “korku toplumu”, “korku imparatorluğu” sözcükleri günümüzün moda sözcükleridir. Neredeyse iki kişi bir araya gelmekten korkar hale getirilmiştir. Ne düşünce ve ifade özgürlüğü, ne de örgütlenme özgürlüğü kalmıştır.
- Üniversite, yargı, basın daha mı özgürdür? Hayır, ne özgürlük, ne özerklik, ne de tarafsızlık bırakmıştır bu bilim düşmanı, Atatürk düşmanı, Ortaçağ kafalı iktidar. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) son toplantıları, Cumhuriyet düşmanı yönetimin Cumhuriyet'in özerk ve bağımsız kurumlarına tahammülü olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Yasadışı dinlemelerle, şantaj ve tertiplerle bu özerk kurumları teslim almaya ve kendilerinin emir kulu haline getirmeye çalışmaktadırlar.
- Vatandaş daha mı mutlu ve müreffeh? Hayır, değerli Yargıçlar! O sadaka kuyruklarında 200 TL almak için birbirini çiğneyen vatandaşlara iyi bakın; işte Türk Halkı bu hale getirilmiştir. Onu onursuz, kişiliksiz ve dilenci konumundan çıkartıp Atatürk Cumhuriyeti’nin onurlu yurttaşı yapacak Cumhuriyet mitingleri, yani halk hareketi ise, bu davada yargılanıyor.
- Son bir yıl içinde dört sanayi kuruluşundan birinin kapandığını gazeteler yazıyor. Şu "Ergenekon" tertibinin manşetlerden inmediği son bir yıllık dönemde bir buçuk milyona yakın genç daha işsizler ordusuna katıldı. Son haftalarda benzin ve mazotta fiyat artışlarıyla başlayan süreç, bütün temel mallara yapılan zamlarla sürüyor. Hayat pahalılığına itiraz eden, ücretlerinde iyileştirme isteyen işçi sınıfımız ve emekçiler, yeni "Ergenekon" dalgalarıyla tehdit ediliyor. En hafifinden coplu, gözaltılı, biber gazlı saldırılara uğruyor. "Ergenekon" Operasyonu İşçi Partisi'ni, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni bastırmanın yanı sıra, milyonlarca işçiye, işsize karşı bir sopa işlevi de görmektedir.
- Türkiye, bu davada İşçi Partisi'ni ve diğer sanıkları karalamak amacıyla imal edilmiş olan sahte belgelerin benzeri kâğıt parçalarıyla aylarca çalkalanmış, Türk Ordusu düşmanın asimetrik psikolojik harekâtıyla karalanmaya çalışılmıştır.
Soruyorum şimdi size: “Ergenekon Terör Örgütü” mü yaptı bütün bunları? Yoksa millet bir “Ergenekon Terör Örgütü” makarasına sarılarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin çökertilmesi hedefiyle Amerikancı – gerici – soyguncu bir dikta rejiminin altına mı itilmiştir?
“Bu sorularla bu davanın ne ilgisi var” demeyin. Doğrudan ilgisi var. Çünkü o “Ergenekon Terör Örgütü” makarasının hesabı, burada görülmektedir.